Üzerinize afiyet Mayıs ayından beri ben de bir yazlıkçıyım. Ayağımdaki şıpıdık terliği çıkarıp şık bir sandalet giyeceğim, ütü isteyen bir elbise giymek zorunda kalacağım, rimeldi, rujdu, allıktı sürüneceğim diye ödüm kopuyor! Ege ruhu, resmen bünyemi ele geçirdi. Ne kadar az o kadar güzel, ne kadar yavaş o kadar bizden, ne kadar zahmetsiz o kadar baş tacı...
Şu İstanbul'daki yalnız ve stresi bol hayatımı gram özlemiyorum yani.
Dedim; madem son derece yazlıkçıyım, o zaman bu cumartesi yazlıkçı klasiklerini yazayım. Hadi başlıyoruz...
Yazıda kendini görenlere selam olsun...
Yazlıkçı kısmı, ilk günlerin adaptasyon sürecini atlattıktan sonra, sanki 365 gün oradaymışçasına ortamı benimser. Denize kim girmiş, kim çıkmış, evin önünden kim geçmiş; onlardan sorulur. Ortama yeni biri geldi mi, yerinden doğrulup tepeden tırnağa süzer. 'Acaba bu kim? Neden geldi ve ne kadar kalacak?' gibi sorular içini yer.
Hava ve deniz durumu, yazlıkçıların konuşmaya doyamadıkları konudur. Her yazlıkçı, 'havayı koklayan adam'dır. 'Bugün hava basık', 'Lodosun gözü yaşlı olur, yarın yağmur yağacak', 'Deniz bugün şahane, cam gibi', 'Bu rüzgarda deniz kötü olur, girilmez' gibi gibi...
Yazlıkçıların erkek kısmı, rahatlamayla ve paşa keyfiyle kafayı bozmuştur. Tüm sezon tek inadı budur. Kimse ona karışmasındır, özellikle de eşi... Simitleri, börekleri, tatlıları nasılsa löp löp gömecektir, bu dırdır niyedir? Boşu boşuna yalana teşvik etmenin ne anlamı vardır? Yaklaşık 45 yazdır aynı tişörtü giyer ve eşinin çöpe atmak için yanıp tutuştuğu ayakkabılarını ayağından çıkartmaz.
Yazlıkçı kadınlar ise pazardan yazlık elbise almaya doyamaz. Elbiselerine yapılan iltifatları göğüslerinde yumuşatıp şak diye cümleyi patlatırlar: Ay şekerim, pazardan aldım, inanmazsın çok ucuz. Tabii bu 'çok ucuz'ları alt alta dizince, sonuç hiç de ucuz değildir ya, o ayrı. Önemli olan ucuzu ve en şık olanı kimin bulduğudur. Bu, yazlıkçı kadınlar arasındaki sessiz bir rekabettir.
ÖNEMLİ OLAN TERLİKTİR
Şıpıdık terlik, bir yazlıkçının vazgeçilmezidir. Artık yazlıkçının tarzına göre parmak arası, üzeri güllü dallısı, doresi, lamesi, futbolcu terliği modeli... Önemli olan terliktir. Ayaklar o ferahlığa öyle bir alışır ki; genişledikçe genişler. Kapalı ve topuklu ayakkabı artık bir kabustur.
Bahçede, balkonda, terasta komşu kadınlarla dedikodunun dibine vurarak bezelye/barbunya/bamya/fasulye ayıklamak, yazlıkçı kadınların favori sosyalleşmesidir. O arada yemek tarifleri, ünlü dedikoduları, diyet reçeteleri falan havalarda uçuşur.
MANGAL HASSASİYETİ
Pazara gitmek mühim hadisedir. Her beldenin pazar günü bellidir ve o gün kadınlar pazara akar... Olur da o gün pazara gidemeyen varsa, dönüşte de 'Bir incir aldım, bal! Bir fasulye buldum ki inanamazsın' gibi nispetler yapılır. Nereden alındığı sorulduğunda da, 'Sen o tezgahı bulamazsın, ben seni götürürüm' çekilir.
Yazlıkçı dünyasında pazarcılarla samimiyet zirveye çıkar. Pazarcılar da bu samimiyeti hiç bozuntuya vermezler. Daha beş dakika önce gördüğü pazarcı Oya'ya, 'Oyacığım, bana en güzellerinden seç, biliyorsun...' çekmek ancak yazlıkçılıkta olur. Sanki Oya, dayının kızı... Mal neyse onu koyacak işte. Ama yazlıkçı, alışveriş yaparken samimiyet, ayrıcalık ve kayırılmak ister.
Mangal, yazlıkçı için en hassas konudur. Erkekler, her zaman alışveriş yaptıkları kasaplarını yarıştırır; hepsininki en iyisidir. 'Bak bir sucuk yapıyor ki, İstanbul'da bulamazsın abi'... Kadınlarsa, mangalın yanında pişecek yemeklerin görev dağılımını yaparlar. Zaten sezon başından domatesli pilavı bir kadın, böreği bir kadın, patlıcan-biber kızartmayı da diğer bir kadın kapmıştır. Bu denklemde benim gibi kurnazlarsa, sofra hazırlama ve müzik çalma işini üstlenir. Aralarda mutfak mutfak dolaşıp 'Ayyy, şahane kokuyoooo, nasıl yaptın?' sorularıyla sempati toplayıp geviş getirir.
Elbette ki domatesli pilav, çoban salata, zeytinyağlı barbunya ve patlıcan-biber kızartma; tüm yazlıkçıların vazgeçilmez yemekleridir. Sezon sonuna doğru artık içler almaz ama olsundur. Yaz dedin mi, onlar yenecektir.
Bu kadar yemekten sonra diyet ve kilo konusu gündemden düşmez. Hep ertesi gün hamuru kesme, spora başlama sözleri verilir. Sabahsa 'Ayyy çıtır çıtır simit aldım' diyerek kahvaltıya gelinir. Akşam yemeğini erken yiyip bir daha hiçbir şey yememek de bir yazlıkçı hayalidir. 'Şimdi yiyorum, iki gün çok hafif geçiştiriyorum' cümlesiyle avunulur. İyi de şimdi terayağlı mantıyı indirdin be abla!
'Hadi ben kitap okumaya gidiyorum', bir yazlıkçının uyumaya gitme cümlesidir. İki satır sonra hoorrrrrr!
Yunan adaları ve adalardan son durumlar, yazlıkçıların ana konu başlıklarından biridir. Euro şu kadar, arkadaşları gitmiş şöyle şöyleymiş, herkesler eğleniyormuş, kalamarlar o biçimmiş, bu sene adalar kan ağlıyormuş; falan da filan...
5 DAKİKADA KARARDIM!
Yatılı misafirden şikayet edip misafirini eksik tutmaz yazlıkçılar. 'Off çok yoruldum şekerim, ee ne yapayım evde mi oturtayım' deyip deyip misafir ağırlarlar.
Plajların, restoranların ve kulüplerin pahalılığından şikayet eden ve sokağa çıkmaya tövbe edip iki gün içinde yeniden çıkan kişiler, elbette yazlıkçılardır.
Bir de yanma konusu var tabii. 'Asla güneşin altında yatamıyorum, o Eda Taşpınar nasıl yatıyor anlamıyorum' diyen kadınlarımız, çikolata rengidir ve bu gizem asla çözülememiştir. Erkeklerse 'Denizden çıktım beş dakika durdum, karardım' cümleleriyle kadınları gıcık ederler.
'Temmuz-Ağustos çok fena, en güzeli Eylül, mis gibi her yer sakin' diyen yazlıkçılarsa candır. Yahu sen de Temmuz-Ağustos'ta buradasın, o Eylül'e her şeyi ve iş hayatını nasıl sığdıracaksın hele bir anlatıversen. Ama pek güzeldir yazlıkçılık çünkü yaz mevsiminin kendisi güzeldir. Üç gün gelen de, üç ay gelen de mutludur sahillerde... Kafaya bi' şey takmak istemez, her ortamda yüzü güler, neşesini eksik etmez. Keşke hep yaz olsa, hepimiz de yazlıkçı...