Sosyal medyada gezinirken karşıma bir fotoğraf çıktı. Bir kaset... Üzerindeki etikette 'Karışık' yazıyordu.
Yeni nesilden kasetin ne olduğunu hatırlayan kaldı mı bilmiyorum. Biz müziği kasetten dinlerdik. Bant sarıp da düğüm oldu mu, deliğine bir tükenmez kalem sokar, en başa sarardık. Hâlâ duruyor mu bilmiyorum, gençliğimde Bakırköy Tınaztepe Pasajı'nın altındaki Piccatura plakçısına giderdim, elimde bir listeyle. "Karışık yaptırmak istiyorum" derdim, pide ister gibi. Elimdeki listede yabancı poptan, rock şarkılarına, Türk Sanat Müziği'nden, protest türkülere kadar her telden şarkı bulunurdu. Kasetimi almak için o iki gün bir türlü geçmek bilmezdi. Sonra 'eserimi' kasetçalarıma koyup, bant sarana kadar dinlerdim...
Karışık sevmeyi zevksizlik sayar bazıları. Oysa karışık kasedin içinde hayatın ta kendisi gizlidir. Ben hoşuma giden her şeyi dinlerim, izlerim, okurum. Öyle tabularım, asla'larım, imkansız'larım yoktur. Televizyondaki eski eğlence programlarını severdim mesela. MFÖ'den sonra Belkıs Akkale, Timur Selçuk'un ardından Müzeyyen Senar, en sonunda da folklor ekibi çıktığı için...
Bir mozaiğin parçası olmayı severim ben. Bilirim ki iki adım geriye çekilip, resmin geneline baktığınızda ben olmasam eksik kalır o güzellik. En çok da bu yüzden severim karışık'ı...
Gelin görün ki, bugün kimse karışık sevmiyor. Herkes, 'ötekine' kin besliyor. Farklılığı zenginlik değil, zaaf olarak görüyorlar. Etnik kökenleri, mezhepleri, inançları, yaşam biçimlerini, siyaseti iyice bileyip keskinleştiriyorlar ki, karşısındakine sapladığında daha çok kan çıksın.
Az daha unutuyordum. En sevdiğim tatlı da aşuredir benim...
Cem Yılmaz'ın içinden Hakan Altun çıktı
Öncelikle hem Kanal D'ye, hem de Şarkılar Bizi Söyler programının sahipleri Sibel Can, Hakan Altun ve Hüsnü Şenlendirici'ye teşekkür. Bunca çirkin tartışmaların ortasında Zeki Müren'e anma programı yaptıkları için. İzleyenler; besteleri, güfteleri, sahnedeki yaratıcılığı ve temiz Türkçesi ile 'Sanat Güneşi'nin değerini bir kez daha idrak ettiler.
Programın gerçek starları ise konuk Cem Yılmaz ile Zafer Algöz'dü. Meğer Cem yıllardır içinde bir Hakan Altun saklarmış. Hakan'ın tüm şarkılarına eşlik etti, hatta onun bile unuttuğu eserleri kusursuz söyleyip herkesi şaşırttı.
Cem'in pek çok yönünden haberdardık ama fantezi-arabesk tarafının bu kadar baskın olduğunu doğrusu bilmiyorduk.
Bu arada Cem'in konuk olarak işinin çok zor olduğu da ortada. Seyircinin ve program sahiplerinin beklentisi onda büyük baskı oluşturuyor. Her cümlenin ardından bir espri yapmak zorunda kaldığı için de güldürme yüzdesi sürekli düşüyor.
Fener yine yanlış yaptı
Fenerbahçe'de beklenen oldu. Teknik Direktör Erol Bulut'un görevine son verildi. Ancak bana göre tuhaf olan, Erol'un yerine Emre Belözoğlu'nun göreve getirilmesi. Peki ya bu sezon tüm transferlere karar veren, takımın oyun sistemine ve kadrosuna sürekli müdahale eden Emre Belözoğlu değil miydi? Yani şimdi ne değişecek? Ha Ali Veli, ha Veli Ali...
Belli ki Fenerbahçe Yönetimi, hayatında bir günlük bile teknik direktörlük tecrübesi bulunmayan Emre Belözoğlu'nun Erol Bulut'tan daha başarılı olacağına kanaat getirmiş. Şu çaresizliğe bakar mısınız?
Emre Belözoğlu'nun futbol yeteneğine itirazım yok, olamaz da. Ama öfke kontrolü sorununu henüz çözemediğini gözlemliyorum.
Yedek beklerken bile hakeme sürekli itiraz ettiği için üst üste sarı ve kırmızı kart görüyordu.
Şimdi geriye kalan maçların kaçında kulübede kalıp, kaçında tribünde oturacağını düşünmeden edemiyor insan.
Ne demiş?
"Patates kızartmasının içinde yüzebilirim" diyen Çağla Şikel'den sonra Hakan Ural da kervana katıldı: "Beni mıhlama kazanına atıp gidin ya!.."
Gaf kürsüsü
Ece Sükan'ı sokakta maskesiz dolaşırken yakalayan muhabirler sordu: "Neden maskesiz dolaşıyorsunuz?" Sükhan: "Maskem cebimde..." (Oysa o sırada elinde tuttuğu maskesiyle oynuyordu)
Zap'tiye
Bir şehrin medeniyeti eskiden kaldırımlarının alçaklığı ile ölçülürdü. Şimdilerde yüze takılan maskelerin yüksekliği ile ölçülüyor.