Nasıl gidiyor yeni normal?
Alıştım. Tabii birçok şey önlemlerle eski düzene dönmeye başladı, maskeyle mesafeyle. Bunlara alışmak biraz zaman alıyor. Maskeden sıkılmaya başladık tabii hepimiz. Ama yeni normalin kuralları da bunlar, alışmak zorundayız. Her şeye alışıyor insan. Ama bu virüs geçmedi ve bu virüs geçmiş gibi davranmamak lazım.
En çok neyi özlediniz?
Sevdiğim insanlara sarılmayı ve seyahat etmeyi çok özledim. Ben seyahat etmeyi çok seviyorum. Özgürce seyahat edebildiğim günleri çok özledim. Tabii sahneye çıkabilmeyi çok özledim. Şu an hala kısıtlamalar devam ettiği için sahne konusunda eskisi gibi bir durum söz konusu değil. Seyircimi çok özledim. Onlara sarılmayı, onlara imza vermeyi, onlarla fotoğraf çekilmeyi çok özledim. Allahtan sosyal medya var ama sahnenin yerini tutmuyor.
Alt Tarafı Bi' Talk Show hakkında neler söylemek istersiniz?
Bu benim çok yapmak istediğim bir şeydi. Zaten pandemi döneminde de sahneye bir süre çıkamayacağımız için seyircimden de kendimi mahrum etmemek ve kendimi de paslanmaya bırakmamak için gelen çok tatlı bir iş birliği teklifini kabul ettik. Ve çok hummalı bir çalışmanın içine girdik. Şu an odağımız tamamen orası. Hafta sonu geceleri böyle bir projeyle geliyoruz. Çok heyecanlıyız.
Alt Tarafı Bi' Talk Show'un diğer talk showlardan farkı ne?
Aslında alışılmışın hem dışında hem de içinde diye bir mottomuz var. Bu bir talk Show tabii, matematiği çok belli. Dünyada da bunun yapılış şekli belli. Konuğunuzla sohbet ettiğiniz, orkestranızın olduğu, içinde tatlı oyunlar olan bir şey. Dolayısıyla çok da dünyayı yeniden keşfettiğimiz bir şey değil. Ben hatta aksine dekoru aşırı klasik talk show dekoru istedim. Yani arkada bir İstanbul manzarası, masa, sandalye, orkestra, perde. O kadar. Biz sohbetimizle biraz farklılaştırmak istiyoruz. Yani gelen konuklarımızın hepsi ünlü olmayacak. Hem ünlü hem ünlü olmasını istediğimiz konukları ağırlıyoruz. Ünlülerle sohbet ediyoruz ama onların çok bildiğimiz taraflarından ziyade biraz da seyircinin bilmediği taraflarını göstermeye çalışıyoruz. Onun dışında da biraz sosyal medyadaki komiklikleri paylaşıyoruz, seyircimizden veriler toplamaya başladık. Seyircimizden veriler toplamaya başladık. Onlar da bize bir şeyler göndersinler, onların paylaştıklarıyla biraz beslenelim istiyoruz. Bir de süresi 3 saat falan değil, bu show 1 saat, 1 saat 10 dakika maksimum. Açılışında bir açılış monoloğuyla başlıyor, dünyadaki örneklerinde olduğu gibi. Biraz dünyadaki standartları yakalamaya çalışan, biraz da ülkemize özgü o özlenen samimi havayı tekrar ekrandan geçirtmeye çalışan bir show.
Plaza hayatına dair özlediğiniz şeyler oluyor mu?
Bazı arkadaşlarımız özlüyorum. Tabii düzeni özlüyorum. Düzen güzel bir şey. Monotonluk değil kast ettiğim, belli bir düzen içinde çalışınca hayatınız daha düzenli oluyor. Bu hayatta kendi düzeninizi kendiniz oturtmanız lazım. Kalkmanız, yatmanız, sporunuz, beslenmeniz. Bunları bir düzene oturtmak bende başta baya bir zaman aldı. O düzenli hayatı ben seviyorum. Kurumsal disiplin ve kurumsal iletişimi biraz özledim.
Plaza hayatına dair nefret ettiğiniz 3 şey nedir?
Kibir sevmiyorum. Kibir hiç kimseye hiçbir yerde yakışmıyor. Sadece plaza hayatına özgü değil ama plaza hayatında daha çok gördüğümüz bir şey, kibir ve tepeden bakma insanlara.
Birisinin adamı olma. Ondan hiç hoşlanmıyorum.
Bir de en sinir olduğum şey, kraldan çok kralcılık. Onu da hiç sevmiyorum çünkü iş hayatında başımıza ne geliyorsa bundan geliyor.
Ününüzü kullanarak hallettiğiniz işler oluyor mu?
Asla olmuyor. Zaten öyle her yerde çılgınlar gibi tanınan bir ünlü değilim ben. Beni tanıyan kitle belli. Bazen gittiğim restoranda şef garson arkadaşım masaya böyle bir tatlı ikram gönderiyor. Ama ben asla adımı kullanarak hiçbir şey yaptırmam. Sadece bir kere çok sevdiğim bir sweatshirtümü Antalya Havalimanında unutmuştum. Story atmıştım "Orada olan varsa oradaki bilmem ne kafeye bakabilir mi?" diye. Bir kere o yani.
"Her gün olsa yerim" dediğiniz bir yemek var mı?
Izgara köfte. Her gün her öğün yiyebilirim.
"Asla yemem" dediğiniz bir yemek var mı?
Eskiden vardı. Eskiden pırasayla, semizotuyla çok aram yoktu. Ama belli bir yaştan sonra onlar da çok lezzetli gelmeye başladı. Şu an "hiç ağzıma sürmem" diyeceğim bir yemek yok. Bence zaten hiç kimsenin olmamalı.
İzlediğiniz ama başkalarına söylemekten utandığınız bir dizi-film var mı?
Utandığım demeyeyim de farklı renkler diyeyim, tat aldığım farklı renkler. Mesela Adını Feriha Koydum'u yakalarsam televizyonda hiç affetmem. Bütün işlerimi bırakıp onu seyrederim kesinlikler. Adını Feriha Koydum'u çok seviyorum.
Depresyona girince ne yaparsınız?
Depresyon çok ağır bir kelime. Depresyona değil ama küçük bunalımlara giriyorum zaman zaman. Bunalım da demeyeyim de gri olan, zaman zaman her şeyin griye dönüştüğü zamanlar yaşıyor insan. Ne yapıyorum? Sevdiğim müziği dinliyorum, biraz hayal kuruyorum. Kafa dağıtmak, oradan çıkmak için beni çok eğlendirecek bir arkadaşımı arıyorum. Onunla görüşüyorum. Çünkü oralarda zaman geçirmek çok normal bence. Hiç kimsenin panik olmasına gerek yok. Oralara takılıp kalmak sıkıntı. Pandeminin ilk aylarında mesela "Bu ne kadar sürecek? Mesleğim bitti mi? Ben acaba ne yapacağım?" dediğim oldu. Ama sonra oradan çıkıp "Bunu dijitalde farklı yapabilirim. O zaman ikinci kitabımı yazacağım. O zaman televizyona bir proje yapacağım." diye hemen oralardan çıkmaya gayret ederim. Bir de eğer çok giriyorsam bunalıma maalesef glüten ağırlıklı beslenirim. Pizza, baklava… Bütün günüm glütenle donanır. Bazıları kendini spora verir ben kendimi yemeğe veriyorum.
Ömrünüzün sonuna kadar bıkmadan dinleyeceğiniz bir şarkı var mı?
Kenan Doğulu'nun birçok şarkısını bıkmadan dinleyebilirim. Sertab Erener'den Every Way That I Can'i her dinlediğimde coşuyorum. Eurovision şarkıları çok severim. Onun dışında da yabancı olarak zaten bir sürü müzikal şarkıları dinlediğim var.
Size söylenen hangi hitap şekli en çok hoşunuza gidiyor?
'Kuzen'i çok seviyorum. Biz takipçilerimle 'kuzen' diyoruz birbirimize, aile gibi olduğumuz için. Ben bir konuşmamda "Benim gösterime gelenler kuzenleri gibi görüyorlar beni, o yüzden geliyorlar" demiştim. O böyle bir viral olmuştu. Şu an herkes 'kuzen' diyor bana. Ben de kuzen diyorum onlara. Kuzen hitabını çok seviyorum.
"Günün her saati yapabilirim" dediğiniz bir spor var mı?
Günün her saati yapabileceğim uyku dışında bir şey yok. Ama spor olarak soruyorsanız, şu an zaman bulamıyorum ama tenis oynamayı ve yüzmeyi çok seviyorum. Gece gündüz yüzebilirim, denizde zaman geçirebilirim. Kondisyonum varsa gece gündüz tenis oynayabilirim. Çok sevdiğim iki spor bunlar.
Hayat mottonuz nedir?
"Sonunda ölüm yok ya"
Bir şey deneyecek olduğum zaman, endişelendiğim zaman "Sonunda ölüm mü var?" diyerek kendimi motive ederim ve balıklama atlarım. Bir de nefes aldığım sürece her şeyin mümkün olduğunu bilirim. O yüzden kendimi ne zaman yukarı çekmeye çalışsam bu mottoları hatırlarım.
Sosyal medyadaki linç kültürü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında linç kültürü hep vardı. Sosyal medyadan önce bu dedikodu ortamlarında oluyordu. Erkekseniz berberlerde, kahvehanelerde; kadınsanız altın günlerinde insanlar aslında sürekli birbirlerini linç edip kötülüyorlardı. İş yerlerinde sigara molalarında çok gördüğümüz şeyler bunlar. Sosyal medyayla birlikte bu çok açık bir şekilde yapılmaya başlandı. Aslında linç dediğimiz hikâye, insanın kendi içindeki mutsuzluğuna ve kendi yapamadıklarına, kendi başaramadıklarına duyduğu öfkenin dışavurumu. Tabii bir şeylere tepki gösteriyoruz sosyal medyada. Kadın cinayetlerine, hayvan katliamına. Bunlardan bahsetmiyorum. Tepki koymak değildir linç. Linç kültürü başka bir şey. Sürekli aşağı çekmek, iyi bir şeye mazeret bulmak, birinin cehaletiyle sürekli dalga geçmek gibi şeyler, insanın kendi komplekslerinin dışavurumundan kaynaklanıyor. İnsan kendiyle ilgili problemini halletmediği sürece de onların aşılabileceğini sanmıyorum. Ne kadar mutsuzsanız, ne kadar başarısızsanız, ne kadar ezikseniz o kadar linç etmeye meyilli oluyorsunuz.
Tarihte bulunmak/şahitlik etmek istediğiniz bir zaman dilimi var mı?
1900-1940'lı yıllar arasındaki zamanı farklı coğrafyalarda çok merak ediyorum. Bi' kere, Cumhuriyetin ilk yıllarında olmak çok isterdim. Yani bir daha dünyaya geleceksem mümkünse o yıllarda yaşamayı tercih ederim. Dünyada da Amerika'daki 1900-1940 arası zamanda, herkesin frakları çekip, sosyoekonomik seviyede en altta olan insanların bile özenerek giyindiği, daha dikkat ettiği dönemlerde yaşamak çok isterdim. Birtakım mücadelelerin verildiği zamanlara şahitlik etmeyi çok isterdim.
Hayatınızdaki en büyük hatanız nedir?
Öyle bir hata görmüyorum. "Keşke yapmasaydım, Allah'ım hayatım!" gibi bir şeyim yok. Hep "Bankaya girdiğiniz için pişman mısınız?" diye soruluyor. Hayır. Orada da 10 yıl çalıştığım için şimdiki mesleğimin materyalini oluşturdum. Hata olarak gördüğüm hiçbir şey yok. Ama bir dönem yurt dışında okumak çok isterdim. Uzun bir dönem, 2-3 sene. Çok isterdim o deneyimi yaşamak. Ama o zaman bizim öyle bir durumumuz yoktu. Ben hemen çalışmaya başladım. Gençliğimin bir bölümünü yurt dışında okumak isterdim. O bende bir uktedir.
Hayatınızdaki en büyük çılgınlığınız nedir?
Benim en büyük çılgınlığım kendim olmaya karar vermek. Belli bir zamana kadar hep başkası gibi davrandım. Başka bir meslek, başka bir insan, başka bir Kaan gibi davrandığım çok uzun bir zaman oldu hayatımda. Bir noktadan sonra tamamen bütünüyle kendim olduğum bir hayata başladım. Benim en büyük çılgınlığım kendim olmaya karar vermekti diyebilirim.
Ergenlikte ailenizle zıtlaşıp yaptığınız en saçma/çılgın hareket neydi?
Biz büyük babamlarda büyüdük. Büyük babamla babaannemin evi Beşiktaş'taydı. Annemle babam çalıştığı için bizi oraya bırakırlardı. 3 sokak ötede de bizim evimiz vardı. Ben mahalledeki arkadaşlarımı akşam görebilirdim ancak, beni erken alırlarsa. Gündüz mahalleye gitmeye iznim yoktu. Onları kızdırmak istediğim zaman oraya kaçardım. Ama her seferinde babam işten çıkıp beni yakalayıp kızardı bana. Onlarla çok inatlaştığım bir şey yok. Tam tersine onları hep mutlu etmeye çalıştığım bir hayat oldu. O yüzden aslında bankada çalışmayı seçtim galiba. Lafta zıtlaşırım, babama bazen gıcıklık olsun diye zıtlaşırım. Ama hareket olarak zıtlaştığım bir durum pek yok. Onları üzmemeye gayret etmişimdir hep.
En çok ne için para harcarsınız?
Seyahate. Hiç kıyafet, mal mülke, materyale önem vermem. Deneyim ve seyahate elimden geldiğince harcarım. Yurtdışında bir oyun seyrediyorsam onu en önden seyretmek isterim. Çünkü hem benim işimin bir parçası hem de "Bu kadar çalışıyorum, bu kadar kazanıyorum onu da en arkadan neden izleyeyim?" diye düşünerek kendimi o şekilde motive etmeye çalışırım. Genelde mesleğimle ve yapmayı sevdiğim şeylerle ilgili deneyimlere para harcamayı seviyorum. Seyahat ettiğim zaman biraz iyi bir yerde konaklamayı, biraz iyi bir ev tutmayı seviyorum. Çünkü o dönem yılın beklediğim zamanı. Genelde deneyime para harcıyorum. Çok pahalı ayakkabım, kıyafetim yoktur. Sade giyinirim.
Kaan Sekban'ın bugüne kadar hiç kimsenin duymadığı, sevenlerini şaşırtacak nesi var?
Ben çok neşeli, pozitif bir insanım. Ama birlikte çalıştığım insanlar ya da beni sürekli gören ailem benim diğer tarafımı da görüyorlar. Sinirlendiğim ya da üzgün olduğum zamanları görüyorlar. O zamanlar gerçekten katlanılamaz bir insan olduğumu düşünüyorum. O anları Allahtan sadece yakınımdakiler görüyor. İkiyüzlü değilim ama insan olduğum için modum değişebiliyor. Üzüldüğüm, sinirlendiğim zaman bambaşka bir insan olabiliyorum.
Mesela geçenlerde alınan önlemlerden dolayı iptal oldu gösterim ve çok üzüldüm. O da biraz yansıdı sosyal medyada insanlara. İnsanlar ilk defa benim o yüzümü gördüler. Çok üzüldüler.
Sosyal medyada kendine yer edinmeye çalışan gençlere tavsiyeniz nedir?
Bence sosyal medyada kendine yer edinmeye çalışmamalı hiç kimse, hayatta bir yer edinmeye çalışmalı. Ama bunu yaparken sosyal medyayı bir araç olarak görmeli. Sosyal medyayı amaç olarak görmemeli. Parayı da bir amaç olarak görmemeli, araç olarak görmeli. Para, sosyal medya, tanınırlık ve ün ancak siz iyi bir şey yaptığınız zaman getirisi olan araçlar olabilir. Siz eğer para, ün, fenomenlik, youtuberlık için yaşarsanız hiçbir zaman mutlu olamazsınız. Her zaman birilerinin gerisinde kalırsınız. Sosyal medyayı dozunda kullanmak veya onu araç olarak görmek en iyisi. Sosyal medya fenomeni bile olacaksanız sizin bir şeyle fenomen olmanız lazım. Durup dururken sosyal medya fenomeni olmanın çok sağlıklı bir ruh hali getireceğini sanmıyorum. O yüzden neyse istediğiniz -sosyal medyayla ilgili bir iş de olabilir, dijital içerik de üretebilirsiniz- kaliteden ödün vermeden yapın. Kaliteden ödün vermediğiniz zaman süreç nicelik anlamında biraz daha yavaş ilerleyebilir ama mutlaka doğru kitleye ulaşırsınız.