Türk Astsubay Süleyman Dilbirliği'nin verdiği adla 'Ayla' ya da gerçek adıyla Kim Eunja'yla o günleri anlattı.
Astsubay Süleyman Dilbirliği'yle 1950 yılında yolunuz nasıl kesişti, hatırlıyor musunuz?
-Hepsini olmasa da hatırlıyorum. Çok küçüktüm, hava soğuktu. İlk gördüğümde benim için bir yabancıydı. Asker olduğu için biraz korkmuştum. Türk askerleri bana Ayla ismini koydu ve birlikte zaman geçirmeye başladık. Eğlenceli bir yerdi, benimle oyunlar oynarlardı. Benim için yaptıkları yatakta uyurdum. O Türkleri unutamıyorum. Gün geçtikçe aramızda daha kuvvetli bir bağ kuruldu.
Aileniz neredeydi?
-Annem ve babamın nerede olduğunu bilmiyordum, ölüler mi hayattalar mı en ufak bir fikrim yoktu. Hiç bilemedim.
Neden onca asker varken Süleyman Amca'yı babanız bildiniz?
-Çünkü beni tek başımayken o buldu, askerlerin yanına götürdü. Onunla daha yakın olduk, ona 'babam' dedim. Birlikte 15 ay geçirdik. Kore'den gideceğini anladığımda çok ağladığımı hatırlıyorum. 15 ay bir çocuk için uzun bir zamandır. Onun benden ayrılmak istediğini zannedip çok kırılmıştım. Beni bırakıp gidiyordu ve ben ondan ayrılmak istemiyordum. Ama gitti. Hepsi ülkelerine döndü. Onların Suwan'da açtığı Ankara Okulu'na yazıldım. Adımı sorduklarında Ayla demişim. Adım Ayla'ydı, kendimi öyle biliyordum, Korece bir adım yoktu. Ama bir noktadan sonra, ülkemde hayatımı devam ettirebilmem için bana şu anki ismimi koydular, Kim Eunja oldum.
DOĞDUĞUMDA BANA VERDİKLERİ İSMİ HİÇBİR ZAMAN HATIRLAMADIM
Bu sizin gerçek isminiz değil miydi?
-Hayır, doğduğumda bana verdikleri ismi hiçbir zaman hatırlayamadım, bulamadım da...
Size bir isim verdiler, sonra?
-Sonra, ortaokulu bitirene kadar Ankara Okulu'nda okudum. Okulun bir yaş sınırı vardı, ayrılmam gerekiyordu. Tek başımaydım, tek bir akrabam bile yoktu. Ayakta durabilmek için fabrikalarda çalışmaya başladım. Mezun olduktan sonra Ankara Okulu, bana bir oda ayarlamıştı. O odanın parasını fabrikadan aldığım maaşla ödüyordum. Bir süre de bu şekilde yaşadım. Babamı unutmamıştım ama artık onun hayalimdeki yüzü yarım yamalaktı. Hatta ismi bile... Onu bulmak için hiçbir çarem yoktu. İçimde bir umut vardı ama o kadar azdı ki... Süleyman baba, rüyalarında savaşı görürmüş ama ben onu rüyamda hiç görmedim.
İçimde umut vardı dediniz, babanızı bulmak için bir girişiminiz oldu mu?
-Evet, Seul'daki Türk Konsolosluğu'na gittim. Onu bulmak için çabaladım ama elimde fotoğrafı yoktu ki. İsmini bile tam bilmiyordum. Bana bir çözüm bulamadılar. Birkaç yıl sonra, Koreli yetkililer evime geldi. Bana babamın fotoğrafını gösterdiler. (Gözleri doluyor) Ağladım. Babamın yaşadığını anladığım an çok duygulandım. 60 sene boyunca kalbimde yaşattığım adamı nihayet görmek kelimelerle anlatılmaz, anlatamam.
NEDEN BENİ GEÇ BULDUN?
Sonra nasıl buluştunuz?
-Bizi Kore'deki Ankara Parkı'nda bir araya getirdiler. Onu görmeden önceki heyecanım, kalp atışım inanılmazdı. Sürekli düşünüyordum. Ne kadar yaşlanmış olabileceğini, ne kadar sağlıklı olabileceğini... Benim onu ne kadar hatırladığımı... Onun beni ne kadar hatırladığını çok merak ediyordum. Buluştuk. Ağlıyorduk. "Neden bu kadar uzun sürdü, neden daha önce gelmedin, seni çok özledim" dedim. Ağlıyordum. Birbirimizi daha erken bulabilseydik, daha fazla vakit geçirebilseydik... İkimiz de yaşlanmıştık. "Neden beni bu kadar geç buldun" diyordum, onu çok özlemiştim. Mektuplaşmaya, birbirimize fotoğraflarımızı göndermeye başladık. Bir mektupta "Her gün resminizle konuşuyorum" diye yazmıştım. Artık Türkçe konuşmayı unutmuştum. Sadece birkaç sayı saymayı ve 'Üsküdar'a Gider İken' şarkısını hatırlıyordum.
Ayrı kaldığınız 60 yıl boyunca bu ayrılık sizi nasıl etkiledi?
-Onu kalbime gömmüştüm. Onu görmüyordum, görmeyeceğimi düşünüyordum. Bu, ölmüş birini özleyip hatırlamaya çalışmak gibi bir his. Karşıma çıkınca şoke oldum. Babamı yeniden bulmuştum. O benim öz babam.
Geçmişe dönme imkânınız olsa...
-Ondan kesinlikle ayrılmazdım. Bir şekilde onu bırakmazdım. Bir çocuk nasıl ailesiyle beraber yaşıyorsa ben de öyle olmak isterdim.
Babanızla kavuştuktan sonra hayatınız değişti mi?
-Evet, şimdi yeni bir hayat yaşıyorum. Beni pek çok insan tanıdı, hikâyemiz sadece belgesel olmadı, filme de çekildi. Torunlarım benimle gurur duyuyor.
'Ayla' filmi için çocukluğunuzu Kim Seol oynuyor. Onu gördüğünüzde aklınızdan neler geçti?
-Bana çok benziyor. Ben de ilk kez gördüğüm insanlardan çok utanırdım. Bir saat sonra kanı ısınıyor, ben de öyleydim. Ona karargâh sahnesindeki çekimlerde denk geldim. Küçücük bir kız, sette Ayla diye geziyordu, herkes de ona Ayla diyordu. Ona baktığımda geçmişi görüyordum. Oyunculuğuyla benim yaşadıklarımı iyi yansıtıyordu ama en önemlisi, zaman makinesinde gibiydim, adeta aynaya bakıyordum.
Şu an hikâyenizi anlatan filmin galasındayız. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
-Bugün için geleneksel Kore kıyafetlerini giydim, buradayım, heyecanlıyım. Türkiye ve Güney Kore için 'kardeş ülke' diyorlar. Benim için Türkiye, baba ülkesi. Biz Türk askerleri sayesinde varız, Kore milleti olarak onlara minnettarız. On bin kilometre uzaktan gelip beni okutan ve büyüten herkese çok teşekkür ederim.
SAVAŞLAR OLMASIN İSTİYORUM
Minik Ayla'yı canlandıran Koreli çocuk oyuncu Kim Seol duygularını şöyle aktardı: "Yedi yaşındayım, ülkemde pek çok reklamda, dizide, filmde oynadım. Bir Türk filminde oynamak benim için eğlenceliydi. Buraya çalışıyorum duygusuyla gelmiyorum. Bu, dördüncü gelişim. Çekimler için burada dört ay kaldım, Türkçeye alışmak için tuvalette, duvarda her yere Türkçe kelimeler yazıp yapıştırdım. Ayla'nın hikâyesine çok üzüldüm, savaşların olmamasını istiyorum."
Kaynak: Hürriyet