Bazen nefret ediyorum, bazen kızıyor, söyleniyor, deliriyorum. Sonra da bütün bu duyguları, hiç yaşamamış gibi "Ah İstanbul, ne kadar güzelsin" diyorum.
Bu şehir, bin türlü duyguyu içinde barındırıyor.
Önceki akşam, gazetenin hemen önündeki ışıklarda kaç dakika beklediğimi bilmiyorum ama ışıklar kırmızıdan yeşile tam 18 kez değişti ve yerimizden bir milim bile kıpırdayamadık.
İYİ Kİ BURADA YAŞIYORUZ
İşte o anlarda İstanbul fonunda cinnet geçiren insanlar vardı. Herkes arabalarından indi, bağırdı, çağırdı. Ve ne ilginçtir, onca zaman tek bir trafik polisi yoktu.
Oysa, her akşam tam da o saatlerde Plaza Otel'in yan sokağından ana artere ulaşmaya çalışan araçlara ceza kesmek için her akşam bir ekip otosu bekliyor bir küçük sokağın başında.
Trafik polisinin görevi ceza kesmek mi, trafiği düzenlemek mi?
"İstanbul'da kaç İstanbul var?" dedim ya...
Bir gece sonra, yine zorlu bir yol macerasından sonra bir düğün için Kandilli Cemile Sultan Korusu'na ulaştık ama korunun içine girdikten sonra dünyamız değişti.
İstanbul' un tepesine çıktığımı hissettim oradan Boğaz'a bakarken.
"İyi ki bu şehirde yaşıyoruz" dedim. Böyle bir güzellik yok, böyle bir manzara dünyada yok. Ve çoğu kez kızıp söylendiğim İstanbul bir kez daha beni büyüledi. Boğaz'a en iyi nereden bakılır derseniz, kesinlikle birinci sıraya burayı yerleştiririm...
Elif Şafak'ın, 'Şemspare' kitabında İstanbul ile ilgili bir yazısı var; diyor ki: "Bir cisim olsaydı bu şehir, kaleydeskop olurdu muhtemelen. Göz deliğinden her bakışta başka bir desen, bambaşka renklerle çıkardı karşımıza. Gün içinde ışığın geliş açısına göre renkten renge, desenden desene bürünürdü. Çeşitliliğiyle büyülerdi..."
Aynen öyle...