'Ben bu filmden hiçbir şey anlamadım.' Ferzan Özpetek'in, yazdığı aynı isimli romandan sinemaya uyarladığı 'İstanbul Kırmızısı' için en sık duyduğum/ okuduğum yorum bu.
Kadro müthiş: Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Nejat İşler, Mehmet Günsür, Serra Yılmaz, Çiğdem Selışık Onat, Zerrin Tekindor... Vay vay vay...
Anlamak... 'İstanbul Kırmızısı'ndan çıkınca uzun uzun düşündüğüm kelime. Nedir anlamak? Kabaca; bir şeyi, durumu, hali, fikri doğru ve yerinde bulmak.
'Neyi yüzde 100 anladık ki bugüne kadar?' sorusu çıkmıyor aklımdan. Sonra Necip Fazıl Kısakürek'in şu dizeleri çıkıp geliyor: 'Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var / Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var...'
Doğru ya, bir yere koyamadığını anlayamıyor insan. Ya da itirazı olanı, istemediğini. Yanlış anlamak, sonradan anlamak, zor anlamak da var işin içinde.
TATSIZ AMA N'APALIM...
Pazartesi sabahı 11.15 seansında izledim 'İstanbul Kırmızısı'nı. Anlamak gibi bir derdim yoktu, peşin peşin söyleyeyim. Ben anlatılanı görmek istedim.
Tam 11.15'te ucu ucuna gişeye yetiştim. Gişedeki kız "Merak etmeyin 15 dakika reklam var" dedi. Biletimi aldım. Pazartesileri Akmerkez'de gündüz seansları indirimliymiş. O sırada sarı saçlı, telaşlı, 60 yaş üstü olduğunu tahmin ettiğim bir kadın yanıma geldi, "Şu komik film neydi, ona gideceğim" dedi.
"Deli Aşk' mı?" diye sordum. "Hah! O galiba ama yetişemedim mi?" dedi.
"Film 11.30'da, yetiştiniz." Fuaye alanındaki kafeden yeşil çay ve chia'lı bi' şey aldım. Organikmiş, sağlıklıymış, şekersizmiş, unsuzmuş. Sen buna 'Tatsız ama n'apalım, kendimizi kandıralım' desene. Yine de aldım, sağlıklıyım işte, var mı!
Sinema salonunda, en arka-ortadaki yerime oturdum. Salonda sadece kadınlar var. Toplam 20 kişiyiz herhalde. Yanımda oturan benim yaşlarımda, ön sıram 65 yaş üstü, sol çarpraz 40 yaş suları...
Nihayet film başlıyor...
Halit Ergenç'in ('Orhan') mavi gözleri, İstanbul Boğazı, Boğaz'daki o muhteşem kırmızı yalı...
'Orhan', başına gelen korkunç bir olaydan sonra her şeyini bırakıp Londra'ya yerleşmiş bir editördür. İstanbul'a gelme sebebi, ünlü yönetmen 'Deniz Soysal'ın (Nejat İşler) çocukluk anılarını, aşklarını, duygu durumlarını yazdığı kitabını elden geçirmektir.
'Deniz'; çocuksu, ne yapacağı belirsiz, annesine aşık, ev ahalisinin gözbebeği ve 'deli' tabir edebileceğimiz bir yönetmen. 'Neval' ise (Tuba Büyüküstün), 'Deniz'in en yakın dostu, hatta dosttan ötesi... 'Orhan'ın gelişinin ertesi günü 'Deniz' kaybolur. Sonrası, 'Orhan' ve 'Deniz'in hayatını keşfe çıkışı ve takiben kendisinin...
Filmin ana önermesi, 'Geçmişe kafayı takan bugünü ıskalar.'
Esasen 'İstanbul Kırmızısı' bir filmden öte; bir şiir, kişinin bir romanı okurken hayallere dalması gibi bir hal.
İstanbul'u beyazperdede hiç bu kadar güzel görmemiştim desem abartmış olmam. Müthiş bir İstanbul, müthiş bir anlatım... Oyunculuklar göz göz... Evet, göz göz bir film bu. Halit Ergenç'in gözleri, Tuba Büyüküstün'ün gözleri, Nejat İşler'in gözleri, Serra Yılmaz'ın gözleri, hele o Zerrin Tekindor'un gözleri...'Orhan'la konuştuğu 'Neredeydin sen?' konulu kısacık sahnede tokatlayıp geçiyor oyunculuğu...
Halit Ergenç destanlar yazıyor. Tuba Büyüküstün 'Cesur ve Güzel'deki 'Sühan' karakterinden öteye geçemiyor ama yine de sırıtmıyor. Hatta Ferzan Özpetek'in gözüyle büyülü bir havaya bürünüyor.
BİRİNİ SEVDİĞİN ZAMAN...
Zorlama ve kasık diyaloglar yok mu? Var... Yani biraz samimiyetsiz, yama gibi duran... Ama olsun, beni bozmadı. 'Neval'in (Tuba Büyüküstün) şu sözlerini unutamıyorum mesela: "Birini sevdiğin zaman, onun da seni aynı şekilde sevdiğini umuyorsun. Onun da senin gibi sevdiğini sanıyorsun. Onun kalbinden geçenleri öğrenemiyorsun. Çoğu zaman birbirini tutmuyor zaten."
'Biraz uzun' eleştirilerine rağmen su gibi akıp gidiyor bende 'İstanbul Kırmızısı'. Bu film, görsellik ve oyunculuk şöleni. Hikayede havada kalan çok şey var kabul, fakat İstanbul ve İstanbul'daki bizler de öyle değil miyiz? Daima havada asılı...
Film bitince salondan gülümseyerek çıkıyorum. Karşımda kısa boylu, siyah küt saçlı, elinde 'kabin boyutu' çek çek bavulu ile duran bir kadın korkarak soruyor: "Güzel miydi?"
"Hem de çok güzeldi" diyorum.
Anlamak, bazen sadece kalbinde bir yere koymaktır; 'İstanbul Kırmızısı' gibi.