Edebiyatımızın usta ismi İnci Aral, GÜNAYDIN'a özel açıklamalarda bulundu. Her mecraya korkusuzca konuştuğunu söyleyen Aral, "Özgürlüğü ve demokrasiyi savunuyorsak eğer, tüm fikirlerin de bir arada yaşamasına hoşgörü göstermek zorundayız" dedi.
Uzun yıllardır edebiyat dünyasındasınız. Kadın yazar olarak nasıl zorluklarla karşılaştınız?
Biz kadın yazarlar olarak 80'li yıllarda bir grup olarak ortaya çıktığımız için çok büyük zorluklarla karşılaştığımı söylemem. Başarı da elde ettik özellikle okur açısından. Ama şunu da söylemek isterim ki, edebiyat dünyasının erkek egemen bir yapısı var. Bu yüzden de ben kadın yazar olarak uzun süre görülmedim ya da görülmek istenmedim. Bana 'Nereden çıktı bu?' diyerek taşradan gelmiş öğretmen kadın gözüyle bakıldı uzun bir süre. Edebiyat dünyasında erkek yazarlar, kadınlara göre daha örgütlü. Biz onlar kadar bir araya gelemiyoruz. 80'lerde çıkan kadın yazarlar çok özeldir. Bir yandan kadını yani kendilerini anlatırken, diğer yandan da Türkiye'deki siyasi atmosferi anlattılar. Kadınlar üzerinden ülkenin durumunu da ortaya koydular. Biz kadın yazarlar, okur tarafından kabul gördüğümüz için kıskançlık oklarının hedefi olduk. Bunu da, görmezden gelme ve yok sayma olarak gösterdiler. Kendi adıma söyleyecek olursam; bu kıskançlık hâlâ devam ediyor edebiyatta.
KÜSTÜM, YAZMAYA ARA VERDİM
Kendinizi üretken görüyor musunuz yazarlık açısından?
Hayır, çok üretken görmüyorum. İki yılda bir kitap çıkarıyorum ama uzun vadede okunan bir yazarım. Bir kitabım çıkar ve senelerce satar. Bir yazar için önemli bir özellik bu.
Yazarlığa ara verdiniz mi hiç?
80'li yılların ikinci yarısında dört öykü kitabım çıktıktan sonra ara verdim. Dört kitabıma rağmen kimse beni görmüyordu, bu durum bende küskünlük yarattı. Günümüzde görülmek artık daha da zorlaştı.
Geçtiğimiz günlerde sizin de arkadaşınız olan şair Şükrü Erbaş, SABAH'a konuştuğu için belli kesimlerce linç edilmişti. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben her mecraya korkusuzca konuşurum; SABAH'a da, Cumhuriyet'e de, Yeni Şafak'a da. Niye konuşurum? Çünkü benim her kesimden okurum var. Okur kitlem içinde azımsanmayacak ölçüde muhafazakar okuyucularım var mesela. Bunun yanı sıra özgürlüğü ve demokrasiyi savunuyorsak eğer tüm fikirlerin de bir arada yaşamasına hoşgörü göstermek zorundayız. Eleştirilerimiz olabilir ancak sanat ve edebiyat herkes içindir. Şükrü Erbaş'ın linç edilmesini de çok yanlış bulduğumu belirtmek isterim. Zaten başımıza ne geldiyse bu kategorize etmekten geldi. Ayrışarak değil, bir arada çok güzel şeyler yapabiliriz ülke olarak. İnsan değişen bir varlıktır. Bugünden yarına düşüncelerimiz de değişebilir. Katı yaklaşmamak gerekiyor.
ÜLKEMİZE SAHİP ÇIKALIM
Sanat dünyasında da 'senin sanatçın, benim sanatçım' diye bir ayrışma yaratılmak isteniyor...
Çok yanlış bir tavır bu. Ben bugüne kadar sadece gazetelere değil, televizyon kanallarına da ayrım yapmadan konuştum. Bölerseniz her kesim kendi doğrusunu ve yanlışını özgürce göremez ve eleştiremez. Bölünmeden dolayı yanlış olan bir şeye bile sahip çıkmaya başlar. O yüzden insanları bölmemek lazım. Ülkemizin geleceği için ortak paydada buluşmalı, ülkemizin ortak çıkarlarını korumalıyız. Hükümetin politikaları eleştirilmez değil elbette, eleştirilecek şeyler söylensin ama takdir edilecek yanlar da söylenmeli. 'Ben sizden değilim' diye tu kaka etmek yanlış bir tavır. Genel doğrularda birleşmeliyiz. Çok özel bir ülkede yaşıyoruz. Bu topraklar, bu ülke muazzam bir kültüre sahip; etik olarak da, insani olarak da. Bu topraklarda yaşamış tüm kavimler kültürel armağan bıraktı bize. Kültürel olarak hercümerç olmuşuz biz. Lütfen kimse bizi ayrıştırmasın. Birlikte çok güzeliz ülke olarak. Yurtdışındaki bir dostum "Senin gibi bir yazar nasıl bu coğrafyadan çıktı?" diye sormuştu bana bir kere. Çok sinirlenmiştim bu sorusuna ve ülkemizin kültürel açıdan ne kadar zengin bir yapıya sahip olduğunu anlatmıştım ona. İyi ki bu toprakların yazarıyım. Ülkemize sahip çıkalım, doğayı, tarihimizi koruyalım.
KİŞİSEL GELİŞİM KİTAPLARI ÇOK SATTI AMA İNSANLAR BU ÇÖPLERDEN BIKTI
Okur açısından bakarsak 80'lerden bugüne nasıl bir değişim yaşandı sizce?
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, ben edebiyat çevrelerince övgülerle onurlandırılmış bir yazar olmadım. Zaman içinde yazdıklarımla onları biraz şaşırttım. Çünkü benden böyle eserler beklemiyorlardı. Dolayısıyla edebiyat çevrelerince bana karşı sessizlik olduğu için okura geç ulaştım. 42 yıldır yazmama rağmen son bir-iki yıldır okurların yoğun ilgisiyle karşılaşıyorum. Küreselleşme de okurun tavrını değiştirdi. 90'larla birlikte yayıncılık sektöründe inanılmaz bir ticarileşme başladı. Kitaplar kategorilere ayrılmadan aynı rafta sunuluyor okuyucuya. Kişisel gelişim kitaplarından kariyer kitaplarına kadar çok çeşitli yayınlar ortalığı kapladı. Bu kitaplar edebiyatta büyük gelişme yaşanıyor gibi bir algı oluşturdu. Halbuki edebiyat köşede bekliyordu. Bu durum okuru da etkiliyor. Kolay okunacak, çok satan kitaplara yöneldi okur. Kişisel gelişim kitapları yüzbinler sattı ama artık insanlar bu çöplerden bıktı. Yayınevleri de öyle. İnsanlar bunları okuyarak kişisel olarak gelişmediğini gördü. Esas gelişimin edebiyat eserleriyle sağlandığını anladı okur. Dolayısıyla iki yıldır okuyucularım inanılmaz arttı. Bir yazar için önemli olan sadık ve nitelikli okurdur. Benim böyle bir okur kitlem var.
EDEBİYATIMIZ KÜLTÜR BAKANLIĞI SAYESİNDE ARTIK DÜNYADA DAHA ÇOK TANINIYOR
Türk edebiyatının dünya okurları tarafından geçmişe göre daha büyük ilgiyle takip edildiğini düşünüyorum...
Evet. Özgün ve zengin bir edebiyatımız var. Bugün birçok eserimiz diğer dillere çevrilip yayınlanıyor dünyanın birçok ülkesinde. Kültür Bakanlığı sayesinde edebiyatımız dünyada daha çok tanınır oldu. Bakanlık yurt dışında yayınlanacak kitaplar için yayınevlerine maddi destek veriyor. Ülkemizin dünyada daha fazla tanınması için edebiyatımızın daha çok öne çıkarılması gerekiyor.
AŞK BANA GÖRE BİR DEVRİMDİR
Son kitabınız 'Aşkın Güzelliği'nden bahseder misiniz?
Kitapta aşkın hallerini anlatıyorum. Aşk, bana göre bir devrim. Aşk, insanı insan haline getirir. Yaratıcılığımız, sevme kapasitemiz; her şeyimiz aşkla artıyor. Bugüne kadar romanlarımda kıskançlıklardan pişmanlıklara kadar aşkın tüm hallerinden bahsetmiştim. Sadece aşk üzerine yazacağımı hiç düşünmüyordum. Ama Çukurova Üniversitesi'nde Kardiyoloji Konferansı'na davet edilmiştim. Orada "Madem kalpten söz ediyoruz" deyip aşk hakkında konuşmuştum. Bu konuşmam üç gün bir gazetede yayınlandı. Oradaki konuşmama eklemeler yapıp kitabı kaleme aldım.