Benim gençliğimde arabesk, 'varoşların müziği' olarak tanındı. Hatta 'minibüsçü şarkıları' olarak bilindi. Seveni, dinleyeni çoktu ama tepki göstereni de fazlaydı.
Hatta bir kesim, arabesk müzik dinleyenlere dudak büküp onları 'ikinci sınıf vatandaş' yerine koyuyordu. Onlara göre arabesk ile lahmacun, birinci sınıf mevkide seyahat etmeyi engelleyen kimlik kartlarıydı.
'Arabeske karşı durmak' ayrıca bir devlet politikası haline de dönüştürülmek istendi. TRT'nin radyo ve televizyonlarında bu tür müzik yasaktı. İçinde arabesk motifler barındıran eserler, repertuvar kurullarından geçemiyordu.
Sebebi, bu müzik türünün insanları acı ve kedere sürüklemesi, toplumu karamsarlığa, umutsuzluğa sevk etmesiydi.
Hatta devlet, dönemin ünlü arabeskçisi Hakkı Bulut'a 'sipariş' bir şarkı bile yaptırdı.
Bu umutsuz çırpınışın ardından ortaya 'Seni kardeşinden bile kıskanıyorum' gibi bir tuhaflık çıktı...
Olaya 'bilimsel' açıdan bakan tek kişi ise 'müzik adamı' kimliğiyle Orhan Gencebay'dı.
'Arabesk' kelimesini bile reddedip bu türe 'serbest beste' diyerek, yıllar sürecek bir mücadeleye girişti. 20-25 yıllık süreç sonunda arabesk müzik, 'iade-i itibar'a kavuştu.
Sosyete dilberleri bile ünlü gece kulüplerinde sahnenin kenarına bağdaş kurup Müslüm Gürses'i, Ferdi Tayfur'u dinledi. Orhan Gencebay'ın besteleri ciddi ciddi 'klasik eser' statüsüne kavuştu. Filmin de, dizinin de, yemeğin de 'acılısını' seven, biber gazına karşı bile bağışıklık kazanan halkımız, arabeskten asla uzak duramayacağını gösterdi.
Şimdilerde bakıyorum da neredeyse tüm ünlü sanatçılar, içlerindeki arabeskçiyi serbest bırakmış. Işın Karaca'dan Zara ve Berkay'a, Yıldız Tilbe'den Sibel Can'a kadar pek çok şarkıcı, arabesk albümü yaptılar. Tıpkı, Amerika'daki siyahilerin 'çile ve isyan' müziği caz ve soul'un, doğumundan 40-50 yıl sonra dünyanın çevresinde özgürce tur atması gibi, arabesk de altın çağını ancak şimdilerde yaşayabiliyor.
Kıssadan hisse: Halkın içine doğru bastırılan her şey, daha büyük bir şiddetle açığa çıkar!