Karakterli duruşları ve sempatik tavırlarıyla ekranlarda rüştünü ispat etmiş
iki genç yetenek onlar. İlişkilere boyut atlatan fedakarlıklarıyla Hercai'nin "Reyyan" ve "Miran"ı; Ebru Şahin ve Akın Akınözü'nü hayaller ve gerçekler arasında bir gezintiye çıkardık.
Röportaj İrem Orhan
Fotoğraf Semih Kanmaz
Moda Editörü Dilara İpek Şatır
Kalplere dokunan hikayesiyle ATV'nin ikinci sezonu sabırsızlıkla beklenen dizisi Hercai, bu yıl da ekranlarda hipnoz etkisi yaratmaya aday. Dizide yeni bölümler başladı başlayacak; aşkın en saf haliyle izleyiciyi hayaller ve gerçekler arasında gezintiye çıkaran hikayenin baş kahramanlarını yakın markaja alalım istedik.Onlarla bir günlüğüne Mardin'den İstanbul'a uzandık. Önce bir düş kurduk, sonra içine "Reyyan" ve "Miran"ı koyduk. Hayallerde sınır yok, kurmaya devam ettik: Bu ikili acaba İstanbul'da neşe içinde, yüksek şaşaa ikliminde bir hayat sürse nasıl olurdu? Yılın çifti, bu defa spot ışıklarıyla dolu vitrinde, büyülü bir hayatın etkisinde…
Hercai'de ikinci sezona başlıyoruz. Dizi hayatınıza neler getirdi?
Ebru Ş.: Hercai, hayatımın en güzel şanslarından biri. Oyunculuk kanıma girdiği andan itibaren içime dokunacak bir karakterin hayalini kurardım. "Reyyan" bana o kadını getirdi, beni büyüten ve büyüttüğüm bir karakter oldu.
Akın A.: Oyunculuk yolunda emekleyen bir bebekken, Hercai projesiyle ayaklarımın üzerinde yürümeye başladım diyebilirim.
Oynadığınız karakterlerin en çok hangi özelliğini seviyorsunuz, onlardan neler öğrendiniz?
Akın A.: "Miran"ın en güçlü tarafı, hedefine ulaşma yolunda sağlam bir iradeye sahip olması. Ama bir taraftan "Miran"la beraber, çelik gibi güçlü bir iradenin bile aşk karşısında yenik düşebileceğini öğrendim.
Ebru Ş.: "Reyyan"ın başına gelen kötü olaylara rağmen naifliğini kaybetmemesini, sevgi dolu kalbiyle her zaman duygularının peşinden gidiyor olmasını seviyorum. Ondan, dönem dönem felaketlerle savaşsan da aslında hayatın hep güzelliklere gebe olduğunu ve evrenin duygusunu tertemiz tutan insanlara severek hizmet ettiği gerçeğini öğreniyorum.
Ekranda çok iyi bir çift oldunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Ebru Ş.: Sette "oyun" denildiğinde artık Ebru olmaktan çıkıyorum, "Reyyan"ın dünyasına giriyorum. Soyutlanıyoruz, inandığımız rollerimizi canlandırıyor oluşumuz ekran önündeki izleyiciye de geçiyor sanırım.
Akın A.: Saygı, sevgi, anlayış, hoşgörü.
Oynadığınız karaktere hazırlanırken neler yapıyorsunuz?
Akın A.: Senaryoya dedektif gibi yaklaşıp, sorabildiğim kadar çok soru soruyorum, onlara cevap ararken de karakter kendiliğinden gelişmeye başlıyor. Deneyim kazandıkça, sorduğunuz soruların kalitesi artıyor, daha iyi sorular sorabilmeyi öğreniyorsunuz, bu soruların ışığında da karaktere dair daha yaratıcı seçimler yapmaya başlıyorsunuz. Kendi enstrümanımı tanıdıkça; karakterin sahnedeki duygusunu anlamak ve anlamlandırmak için müzik dinlemenin bende çok etkili olduğunu keşfettim.
Ebru Ş.: En büyük hastalığım detaycılık. Bir karaktere hazırlanırken ulaşabileceğim her bilgiye ulaşmak için büyük çaba sarf ediyorum. Empati kurabilmek için meditasyon kesinlikle deneyimlediğim bir yöntem. "Reyyan"a hazırlanırken çok fazla insana ulaştım, at binmeyi öğrendim, onun gibi nasıl konuşabilirim kısmını düşündüm. Her ayrıntı benim için bir ödev oluyor. Ekranda güzel görünmek değil, o kişi olabilmek en büyük gayem.
Dizideki gibi bir aşkın içinde olmayı ister miydiniz? Aşk için mücadele
eder misiniz?
Ebru Ş.: Dizide büyük tutkuyla birbirine sürüklenen iki aşık var. Her zaman kalbimin sesini dinlemeye önem versem de kaos ortamından doğan bir aşkı dilemezdim. Bu aşkı yaşamak, onun içinde olmak değil, ona ulaşmaya çabalamak oluyor ve bu da benim için çok yorucu.
Akın A.: Başrolünde olacak kadar istemişim demek ki… Uğruna mücadele etmeyeceğin bir aşk, aşk değildir herhalde.
Peki, ilk görüşte aşk dedikleri şeye inanır mısınız? Siz aşkta nasılsınız?
Akın A.: Aşk zaten ilk görüşte olmuyor mu? Ben aşkta meditasyonda gibiyim.
Ebru Ş.: İlk görüşte aşka değil ama ilk görüşte aşık olabilme hissine inanırım. Gerçek aşk için kimyanın tutması ve birbirini tanımak için vakit ayırmak gerektiği kanısındayım. Duygusal zekası yüksek, nezaketli ve dürüst insanlarla bir arada olmayı tercih ederdim. Ama söz konusu aşk olduğunda insanların kendini bir kalıba sokabileceğini de düşünmüyorum. Neyi yaşıyorsam her duygusuyla yaşamayı, kendi hayatlarımıza ihanet etmeden ilgi görmeyi ve ilgi göstermeyi seviyorum.
Güven ve sadakat kelimeleri sizin için ne ifade ediyor?
Ebru Ş.: İnsanların birbiriyle olan diyaloğunda, samimiyet ve ebedi saygının baş aktörler olduğunu düşünüyorum. O yüzden bu duyguların benliğimin bir parçası olmasına özen gösteriyorum.
Akın A.: İnsan karakterinin kolonları.
Şu an hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz? Değiştirmek, kendinizi geliştirmek istediğiniz konular var mı?
Akın A.: Röportajın başında Hercai'yle beraber emeklemekten ayaklarımın üzerinde yürümeye başladığım bir döneme girdiğimi söylemiştim; askerlik yürürken ayaklarımı yere daha sağlam basmayı öğreten bir deneyim oldu. Ama daha koşmayı öğreneceğim, sonra belki bir gün uçmayı da öğrenirim, ne de olsa "istikbal göklerdedir."
Ebru Ş.: Mesleğimden büyük keyif aldığım ve kendi geleceğime yatırım yaptığım bir dönemdeyim. Aynı zamanda etrafımızda oluşan o saf sevgiyi kucaklıyor olmak hayatıma değer katıyor. Hayatımdaki bir şeyi değiştirmeden önce, o olayın yaşantıma kattığı artı ve eksileri düşünür, 'bu başıma neden geldi' diye kendimi sorgularım. Değişmesi gereken ne varsa da memnuniyetle elimden geleni yapar ve yeni adımlar atarım.
Şimdi sizi sevinçten havalara uçuracak bir şey olsa, bu ne olabilir?
Ebru Ş.: Doğayı keşfetmek beni çok mutlu ediyor. Güzel bir tatil, yeni kültürler tanımak, hiç bilmediğim şehirlerin tanıklık ettiği tarihi araştırmaksa en keyif aldığım diğer şeyler.
Akın A.: Bir anda çok sevdiğim bir müzik çalmaya başlasa mesela çok mutlu olabilirim.
Mutfakla aranız nasıl? En çok hangi coğrafyaların yemeklerini seviyorsunuz?
Akın A.: Bir pesketeryan olarak; Akdeniz mutfağı bana en uygun mutfak. Favori yemeğimse suşi.
Ebru Ş.: Yemek konusunda gerçekten zaafım var. Bence ne olursa olsun Türk mutfağı çok özel ve her zevke hitap ediyor. İtalyan mutfağını ve tropikal meyveleri de ayrıca çok seviyorum.
'İyi geçen bir gün' tanımınız nedir? Sizin için keyifli bir günü tarif edebilir misiniz?
Ebru Ş.: Sabah kalkıp sporumu yaptıktan sonra güzel kahvaltı ettiğim, keyif aldığım müzikleri dinlediğim, dostlarımla bir arada olduğum bir de doğanın içinde ve samimiyetle sarmalandığım her gün benim için güzeldir.
Akın A.: Yoğun ama tatmin edici bir set gününün ardından eve dönüp sıcak duş almak ve sonrasında da mis gibi bir uyku.
Hiç bilmediğimiz ve söylediğinizde şaşırtan bir özelliğiniz var mı?
Akın A.: Belki ben de bilmiyorumdur. Bulduğumda hep beraber şaşırırız.
Ebru Ş.: Altıncı hissim çok kuvvetlidir, bazı konularda sadece hislerimden yola çıkarak öngördüğüm noktaların gerçekleşmesi arkadaş çevremi şaşırtacak boyuta gelebiliyor.
Risk almayı sever misiniz? Bugüne kadar yaptığınız en büyük çılgınlık neydi?
Akın A.: "En büyük risk, risk almamaktır." Dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde iyi bir akademik ortalamayla uygulamalı matematik okurken, son senemde oyuncu olmaya karar verdim.
Ebru Ş.: Bir şeyi çok istediğimde "Haydi yapalım sonucuna göre bir şey düşünürüz" şeklinde ilerliyorum. Tüm işlerimden istifa edip hatta kurulu düzenimden vazgeçip oyunculuğa geçiş yapmam farklı bir süreçti. Etrafımdaki herkes için kabullenmesi zor bir karar olmuştu.
Röportaja dair tüm detaylar ve muhteşem kareler Cosmopolitan Türkiye Eylül sayısında!