Teşekkürler Andaç Haznedaroğlu...
Yürek dolusu teşekkürler... Bu köşede yıllardır onca mürekkep tüketip de anlatamadığımı, bir filme sığdırdığın için.
"Yapmayın, etmeyin" dedim, "Suriyelileri hakir görmeyin. Allah kimseyi başkasının vicdanına muhtaç etmesin, kimseyi yerinden, yurdundan etmesin" diye inledim, Başkaları "Ne işleri var burada, gidip kendi ülkelerinde savaşsalar ya" derken, ben 'vicdan' dedim, 'insaf' dedim. Dermanı olan savaşacak tabii. Ya olmayan onca kadın, çocuk ne yapacak? İşte senarist, yapımcı ve yönetmen Andaç Haznedaroğlu bunu anlatıyor 'Misafir' filminde.
Ünlü kadın yönetmen, 14 Eylül'de vizyona girecek filmi için üç yıl boyunca sınır bölgelerinde çalışmış, didinmiş. Öyle ağdalı, dramatik diyaloglara, yürek parçalayan sahnelere ihtiyaç duymadan söylemiş söylemek istediğini. Nahif bir kadın dokunuşuyla resmetmiş burnumuzun dibinde olan bitenin arkasındaki kocaman cehennem çukurunu. Elinde parayla otomobilimize yaklaşan küçük Suriyeli kıza yüzümüzü dönmüşlüğümüz var ya hani, meğer o kız para değil, kucağında ateşler içinde yanan küçük kardeşi için hastaneye gitmek istermiş.
Meğer bir Suriyeli çocuk için, salıncakları olan bir oyun parkı cennete denkmiş. Büyük şehirlerde 4 bin liraya satılırmış o körpe bedenler, tabii günde 10 liraya atölyelerde köle değillerse eğer. Bir odada 25 kişi kalmak lüksmüş onlar için. Ev sahibi tarafından kovulup da parklarda mukavva kutuların içinde yaşamaya başlamadan, onlar da bilmezmiş.
Filmin sonunda yazdı, başroldeki küçük kız gerçekten de Yunanistan'a iltica ederek kurtulmuş ölümden.
Gelin de buna 'film' deyin şimdi.
O Suriyeliler... Hamburger restoranında üzerine kızgın yağ döktüğümüz... Karnında bebesiyle tenhada çöktürdüğümüz...
Büyük şehirlerde görmezden gelip de sırtımızı döndüğümüz... Her fırsatta bir bahane ile dükkanlarını yağmalayıp sövdüğümüz... Onların da 'insan' olduğunu anlatıyor Andaç Haznedaroğlu.
Sadece sayılardan ibaret olmayıp hepsinin birer 'hikayelerinin' olduğunu... Üstelik komşu olduğumuzu hatırlatıyor. Bu sağanağın kolay dinmeyeceğini...
Öyleyse 'Hangimizin evine daha çok su doluyor' diye kader yarıştırmak yerine, omuz omuza verip birbirimizin damını aktarmamız gerektiğini söylüyor.
Ben de diyorum ki, en büyük gaflet kendini 'hancı' hissetmektir.
Hepimiz 'Misafir' değil miyiz bu dünyada?