Ekranlarda bir sigorta reklamı dönüp duruyor.
İlk filmde, adam park ettiği otomobilini hurdahaş halde buluyor. Yanındaki arkadaşı ise ondan daha fazla üzülüyor.
Sebebi, gözlüğünü arabanın içinde unutmuş olması. Arkadaşı, "Daha taksitlerini bile ödememiştim" diye dövünürken, diğeri hurda yığınının içinde sapasağlam bulduğu gözlüğüne sevinip "Sana geçmiş olsun. Cana geleceğine mala gelsin. Sen şey etme, ben taksiyle giderim" diyerek, olay yerini terk ediyor.
İkinci filmde ise iki genç eve geliyor.
Ortalık darmadağın.
"Aman" diyor biri, "Senin eve hırsız girmiş..." Arkadaşı şoka girmişken, diğeri koltuğun arasına sıkışmış elektronik cihazını bulunca mutluluktan havalara uçuyor: "Oh be, hırsız benim wi-fi hoparlörümü almamış..." Aslında bu reklam serisi, 'Nasıl bu hale geldik?' sorusuna önemli bir cevap oluşturuyor.
Çünkü reklam metin yazarları da hepimiz gibi bu toplumun içinde yaşıyor, bizimle aynı sancıları çekip aynı olaylara şahit oluyorlar.
Öncelikle söylemeliyim ki, başkası için üzülebilen canlıya 'insan' denir. Biz, bu erdemi kaybettiğimiz için yan yana yaşamak zorunda kalan 'sürülere' döndük. Peki nasıl oldu da bu kadar 'dünya yansa da bir tutam otu yanmayan' sorumsuz, duygusuz, vicdansız insanlar haline geldik? Psikologlar ve sosyologlar bunu 'cephe sendromu' ile açıklıyor.
Bir askerin, yanındaki silah arkadaşı vurulduğunda ilk hissettiği duygu meğer mutluluk olurmuş.
Neden?
Biyolojik kurgusunda yer alan 'bedenini koruma' refleksi harekete geçtiği için. İster istemez 'İyi ki ben değil de o vuruldu' dermiş içten içe. İşte hepimizi hayat savaşında egoist yapan da bu refleksimizmiş. Onun içindir ki, 'orman' olduğumuzu bilmeden 'ağaç' olarak yaşıyoruz.
Merkezkaç kuvvetini bilirsiniz. Biz dünyanın eksenini eğer 'kendimiz' yaparsak, hızla 'insanlığımızdan' uzağa savruluruz.
Aman diyeyim...