- Eee sen zaten kravat takan bir insansın?
- İşte ekip unutmuş takım elbiseyi bavula koymayı. Daha doğrusu "Anneniz hazırladı bavulu" dediler. Ben de hırkayla çıktım. Hırkanın sınıfı yoktur ya. Silikon Vadisi'ndeki milyarderler de giyer entelektüel de yoksul da. Biraz durumu oraya getirdik. Çalıştı bence. Neticede gurur duydum o salonda konuşmaktan. Ama şunu da söyleyeyim. O kadar çok zamandır çalışıyorum ki, bir başarı durumunda oley be duygusu olmuyor. Olsun istiyorum ama olamıyor.
- Madem bavulu annen hazırladı o neler hissetti?
- Anne mutluluğuydu onunkisi. Neticede ÖSS'de Oxford'u kazanmadım. Şöyle bir durum var. 2018'de babamı kaybettik, o yıllarda ablam da kanser atlattı. Bunun için muhafazakar olmasa da bizim ailede dünyevi başarıları aşırı bir şekilde coşkuyla karşılama durumu yok. Muhtemelen annem bir torun haberi alsaydı daha çok sevinirdi.
HAYATIN BENİM ETRAFIMDA DÖNMEDİĞİNİ BİLİYORUM
- Anladığım kadarıyla kendi başarına özel bir anlam yükleme derdin yok.
- Biricik bir insan değilim. Milyarlarca insan var. Kendi mesleğimde bile benden daha yetenekli arkadaşlar var. Martin Eden romanını bilirsin, 1900 yılında geçer, adeta bizim bu sektörde geçen olayları anlatır. Ahmet Uluçay var, sadece bir uzun metraj film çekebildi olanaksızlıklar ve piyasa haksızlıkları yüzünden. Oğuz Atay'a yıllarca hak ettiği değer verilmedi. Mesela sinemamızda bir Sadık Şendil gerçeği var. Kimse bu değerli insandan bahsetmiyor. Oysa 20 insan onunla ilgili bir rüzgar estirse. Sözleri tişörtlere basılır. Dolayısıyla hayatın bana yaşattıkları yüzünden öfke yerine şükran duygusuna daha yakınım. Babam başarılarımı göremedi diye üzülüyorum ama annem de göremeyebilirdi. Çünkü başarı, sadece yetenekle ilgili değil. Dönemle, nasıl bu yeteneği gösterdiğinle, insanların arayışıyla falan da ilgili... Hayatın benim etrafımda dönmediğini çok iyi bildiğim için başarılı olma haline özel bir anlam yüklemiyorum.
BU BAŞARININ ARKASINDA 15 YILIM VAR
- Senin yaptığın programa her kesimden insan geliyor. Ve ilginç bir şekilde bu insanlar seninle zaaflarını paylaşıyor. Bununla yüzleşiyorlar. Şimdi dışarıda onlardan birine zaafını söylesen kavga çıkar vallahi. Nedir senin mizahının sırrı?
- Beni seven ve izleyen insanların mizah anlayışının kaliteli olmasına bağlıyorum. Çoğu kendiyle barışık insanlar. Kendiyle barışık olan insan, kendisiyle dalga geçmeyi sever. Küçük kompleksleri yoktur. İddialı bir tarzımın olduğunun farkındayım ama bu iddianın altını doldurmak daha önemli. Ofansif şaka topuna giriyorsan karşındakini güldürmek zorundasın. Bunu başaramazsan aynı şekilde çuvallaman da iddialı olur.
- Peki insanlara travmalarını anlattırmayı ve onlara güldürmeyi nasıl beceriyorsun?
- Birisi aldatıldığını anlatıyor. Malum, aldatılma bir travmadır. Bunu da dışarıda arkadaş olma ihtimali az olan bir insan grubunun içinde anlatıyor hem de. Ama buna hep beraber gülüyoruz. Naçizane bu travmayı tedavi ediyoruz gülerek. Biraz da galiba grup terapisi oluyor programlarım. Şimdi başörtülü, başörtüsüz, zengin fakir her kesimden insan var. Hatta bir programda Stanford Üniversitesi'nden bir arkadaş ile Kocaeli'den otostopla İstanbul'a gelmiş işsiz bir genç arkadaş yan yanaydı. Aynı şeye güldüler. Mizahın böyle birleştirici bir yanı var. Ve mizahın bu özelliğini ortaya koyan bir iş çok uzun süredir yapılmıyordu. Bana nasip oldu. Ama tabii bu işin arkasında 15 yıllık bir çaba var.
- 15 yılda çok mu gözlemledin insanları... Her kesimden insanla çok rahat diyalog kurabiliyorsun.
- Ya aslında ben biraz her kesimden gibiyim. Güngören'de büyüdüm. Lise çağlarında deli gibi kitap okumaya başladım. Ama kitap okurken kahveye de gidiyordum. Lise sonda sinema ve dizi sektörüne girdim. Entelektüel bir çevreydi. Lakin mahallede fırsat buldukça tribüne de takılıyordum. Sonra mahalleden koptum. Film sektörüne işçi olarak girdim önce set işçiliği daha sonra fikir işçiliği yani senaristlik yaptım uzun yıllar. Dolayısıyla 'muhabbet ilmini' her kesimden insanla mesai yaparak kendi kendime öğrendim.
- Mizah bir yetenek işi. Hayat seni, bu mizahı ortaya koymak için hazırlamış. Ama bir de sahne performansın var.
- Senaristlik yaparken eşzamanlı olarak Leman Kültür Merkezi'nde uzun süre ünsüz stand-up yaptım. Ünlü olana kadar belki yüzlerce kez sahneye çıktım. Daha sonra kulaktan kulağa kuyruk olmaya başladı oyunlara. Hatta haftada dört güne çıkardım gösterileri. Sıfırdan santim santim böyle bir etki yaratmak bende büyük bir özgüven yarattı. O yüzden şimdi memleketin en büyük ve en prestijli salonlarında nasıl bu kadar rahat olduğumu sorduklarında benim için tatil gibi olduğunu söylüyorum. Çünkü tabiri caizse bu işi çok zor koşullarda yapa yapa öğrendim.
- Doğaçlama ya da ofansif mizah yaparken neye dikkat etmek gerekir?
- Ben mizahı ofansif-defansif diye ayırmıyorum. Mizah temelde zaten çelişkiden beslenir. Ve bunun altını çizer. Yani dediğiniz anlamda ofansif bir şeydir. Benim için en önemli kriter yapılan şakanın muhatabını da güldürebilmesidir. Günümüzde de bizimle benzer mizah yapmaya çalışan ama yapamayan arkadaşların atladığı şey şu; iyi şaka karşındaki zekayı küçümseyerek yapılmaz. Tam tersi karşındakinin zekasına hak ettiği ilgiyi gösterirsen yapılabilir. Seyirciye şaka yapmak onları aşağılamak ya da yenmek değildir. Tam tersi onları kendi neşenize dahil etmektir.
- İnsanlar çok gergin bu memlekette. Ama senin programında öyle anlayışlılar ki... Sen bizi kendimizle ve birbirimizle barıştırmayı nasıl başarıyorsun?
- Hayatımda aldığım en güzel eleştiri. Teşekkür ederim. Toplumda insanların kendine ve birbirlerine karşı toleransının azaldığının ben de farkındayım. Bazen program başlarken birbirine kuşkuyla bakan bir grup yabancı, program bittiğinde lisenin arka sırasındaki dörtlü gibi oluyor. Omuz omuza gülme krizine giriyorlar. Bu mizahın birleştirici gücüyle ilgili. Bir komedi işi zaten bunu kitlesel anlamda başarıyorsa, orada kaliteli mizah vardır.