Bir taciz davası var ya da çalıştığımız bir yerde, arkadaş çevremizde bir kadının tacize/şiddete uğradığını duyuyoruz. Haberi alınca gözlerimizi deviriyoruz, tacizciye bileniyoruz, bildiklerimizi aramızda konuşuyoruz ve kadına hak veriyoruz.
Peki, sonra ne yapıyoruz? Hiçbir şey! Yalnızca konuşuyoruz...
Başımıza gelmeden hiçbir şeye bulaşmak istemiyoruz. Hele ki söz konusu bir kadının tacize uğramasıysa...
KAFE KAHRAMANLARI!
Mesela oyuncuların, sinemacıların, yönetmenlerin sık sık gittiği Bodrum Gümüşlük'te bulunduğum için, bir dizide oynayan tacizci bir oyuncu hakkında duymadığım şey kalmadı. Birinci ağızdan, şahit şahit, anlatan anlatana...
'Aaa bilmeyen mi var canım!'
'Benim kardeşime de asılmıştı.'
'Bilmem kime neler neler yaptı!'
'Biz onunla asla çalışmayız.'
Ama bu kadar işte; yalnızca anlatıyorlar. Madem başlarına geldi, madem biliyorlar, madem arkadaşları tacize uğradı; hani neredeler? Niçin susuyorlar?
Oturdukları yerden çenelerini yormaları bir işe yarıyor mu? Yarayacak mı?
Yarın bir gün onların başına gelse ve iş arkadaşları, dostları, güvendiği kişiler susup otursa, kendilerini nasıl hissedecekler?
Korkuyoruz işte... 'Aman biz bulaşmayalım', 'Aman başıma iş gelmesin', 'Aman adım karışmasın', 'Şimdi beni de mimlerler' diyerek susuyoruz işte.
Çünkü hâlâ kadını suçlu görüyoruz temelde. Hâlâ kadın kendi başının çaresine bakarsa ne ala. Hâlâ erkek egemenliğinin karşısında kolu kanadı kırık kadınların...
En modern, en entelektüel, en okumuş kişilerin dünyalarında bile bu böyle.
Diyeceğim şu ki; rakı masasında, kahvede, barda konuşacağınıza ayağa kalkıp sesinizi çıkartmadığınız için siz de suçlusunuz!
Siz de kötünün tarafındasınız, siz de kadınlara sahip çıkıp sistemin oyununu bozmak için kılınızı kıpırdatmadınız; haberiniz olsun.
Kafe-bar kahramanlarına ihtiyacımız yok bizim.