"Hacer Arıkan gibi 'şanslı!' birkaçı hayatta kaldılar. Kalmak denirse. Bütün vücutları yanıklar içinde. Yıllardır süren tedavilere rağmen, onulmaz yaralar, geçmez izlerle.
Onlar 'devlete' emanettiler. Devlet yasalarla onlara ceza vermiş ve devletin hapishanelerine koymuştu hepsini. Cezaları boyunca devlete emanettiler.
Devlet ise onları öldürdü, yaktı, hayatlarını kararttı. 'F tipi cezaevlerine geçmiyorlar' bahanesiyle."
Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın dünkü yazısından bu satırlar... Altaylı, 'Kim bunun sorumlusu?' başlığını attığı yazısında, "Hakkında dava açılanlar sadece erler.
Operasyona katılan ve kendileri de ölüm tehlikesine atılan erler.
Siyasi sorumlular, bürokratik sorumlular hakkında tek bir ceza istemi, tek bir soruşturma yok. Tam 'Yuh'luk bir durum" diye devam ediyor..."
Asıl sana 'yuh' Altaylı!
Bakın aynı Altaylı, 'Hayata Dönüş' operasyonu devam ederken, yani 20 Aralık 2000 tarihinde ne yazmış: "Devlet belki de yıllar önce yapması gerekeni yaptı. Cezaevlerine girdi... Hangi sosyal gruba mensup olursa olsun, sokaktaki vatandaş devleti haklı buluyor. Türkiye'yi her konuda haksız bulan Avrupa, devleti haklı buluyor... Sıradan vatandaş F tipine de, cezaevine yapılan operasyona da destek veriyor.
Hatta devleti yeterince sert olmamakla suçluyor."
10 YIL ÖNCE HAKLI BULDU
Altaylı yine o gün, başka bir yazısında "Devlet eğer devletse, cezaevlerine nasıl gözünü kırpmadan, acımadan, akacak kana bakmadan girdiyse, ekonomik teröre de, hırsızlığa, soyguna, rüşvete de aynı sertlikle dalmalı..." diyor.
Durun bitmedi... 22 Aralık 2000'deki yazısında özetle, devletin eylemcilerle yaptığı pazarlıkta ''F tiplerine nakil yapmayacağız'' sözünü tutmamasını eleştirenlere de kızmış: "Kimileri bunu hükümeti suçlama vesilesi yapıyorlar... Eylem pazarlık sonucunda gönüllü olarak bitirilmediğine göre, ortada uyulması gereken bir anlaşma da yok demektir.
Ayrıca da böyle bir pazarlığın yapılması bile çok kabul edilebilir bir durum değildir."
Bunun gibi daha bir sürü yazı var.
Başkalarının da var ama bugünkü yazı konumuz Altaylı!
Altaylı, 10 yıl önce, özetle yapılan operasyonu haklı buluyor, devletin bu operasyonu geç yaptığına inanıyor.
Hatta güya halkın, bu operasyonda devleti yeterince sert olmadığı için suçladığını ilan ediyor.
Kendini tutamıyor, devletin aynı acımasızlığı yolsuzluklara karşı da devreye sokmasını istiyor.
O GÜNLERİ UNUTMADIK!
Yaz yaz bitmiyor... Altaylı o dönem öyle çıldırmış ki, insanların ölmemesi için yapılan pazarlığı bile kabul edilebilir bir durum olarak görmüyor! Şimdi biri, 10 yıl içinde bu kadar birbirine zıt fikirleri savunuyorsa, önce bir özür diler. "Bakın ben zamanında neler neler yazmışım, çok ayıp etmişim ama şimdi aynı fikirde değilim..." diye özeleştiride bulunur.
Altaylı ya hafızasını kaybetti ya da bizi salak sanıyor! Biz o günleri unutmadık Altaylı!
Gelelim en can alıcı soruya... Altaylı yine dünkü yazısında, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün aslında uzlaşmak istediğini ancak bir 'el'in medyaya sürekli olarak cezaevlerindeki durumun ne kadar vahim olduğunu anlatan bilgiler ve belgeler yolladığını yazmış.
O gizli 'el' Türk'ün operasyon yapmadığı için yüreksiz olduğunu gazetecilere, yazarlara anlatıyormuş.
Altaylı yazısının finalinde medyayı gaza getiren ve operasyonun yapılmasının gerekliğini savunan yazıların çıkmasına neden olan gizli 'el'in Sadettin Tantan olduğunu açıkladı.
Altaylı gerçekten de hafızasını kaybetmiş. Kendisine yıllar sonra "Sen de mi Tantan'ın gazına geldin?' diye soracaklarını akıl edememiş.