Türkiye'de yaşamanın bana en büyük kıyağı köşe yazarı olmam... İsveç'te yaşayıp da yazacak konu bulmak için kıvranmayı istemezdim! Hiçbir ülkenin gündemi bizim kadar yoğun değildir herhalde... Hep söylerim; politika yazarlarının işi çok kolay. Büyük yazar olmanız için senenin 365 günü hükümete çakmanız yeterli! Olmadı 80 yaşınıza kadar 'laik-anti laik' çatışmasından beslenebilirsiniz! Ya da muhafazakar takılır, ekrandaki en küçük sevişme sahnesine bile "Değerlerimiz erozyona uğruyor, gençlik elden gidiyor" der, yuvarlanıp gidersiniz. Yaratıcı olmak için kendinizi kasmanıza hiç gerek yok. Nasıl olsa ülke kutuplara ayrılmıştır ve her zaman sizi alkışlayacak bir kitle vardır! Ülkenin bir türlü çözülmesi istenmeyen(!) sorunları bir tarafa, bir de her hafta bir yolsuzluk ya da skandal patlak verir. Eğer ülkede bir hafta sessizlik olsun, mutlaka bir yerde bomba patlar, dinleme kasetleri ortaya çıkar, arada eksenimiz kayar falan...
KİM DÖVER?
Popüler kültür yazarlarının da işi kolay aslında. Sanatçılarımız mutlaka bir gaf yapar, birileri birilerine 'yavşak' der, dizilerden mutlaka eleştirilecek malzeme çıkar. İlginçtir, Türkiye'de köşe yazarı olmanın en büyük dezavantajı ise gündemin ışık hızıyla değişmesidir. Örneğin; yarın Tophane saldırısını yazacaklar geç kalmıştır... Tophane saldırısı çoktan espri konusu olmuştur. Atıyorum; entellerin, içki içmiyor diye muhafazakarlara saldırması eğlenceli bir yazı konusu olabilir! Düşünsenize, Nişantaşı, Cihangir ve Galata'da enteller, 10. Yıl Marşı eşliğinde, ellerinde şarap şişeleri toplu halde, Tophane'deki muhafazakarlara karşı taarruza geçiyor... Kim kimi döver diye de tahminde bulunmama gerek var mı?