Pazartesi akşamları atv ekranlarında yayınlanan 'Canevim'de 'Elvan' karakterini canlandıran Burcu Tuna ile diziyi, rolünü, oyunculuk kariyerini ve bilinmeyen yönlerini konuştuk...
Canevim, 'Aile yıldızlar gibidir, en çok karanlıkta parlar' mottosu ile yayın hayatına merhaba dedi. Sizce bu slogan neyi ifade ediyor?
Hayatta her şeyi paylaşabileceğiniz, sırtınızı yaslayabileceğiniz, birbirinizi olduğunuz gibi kabul edip sarıp sarmaladığınız, en çok da zor zamanlarda varlığına ihtiyaç duyduğunuz yerdir aile. 'Canevim'de de aslında tam olarak bu duygular var.
Siz ailenize bağlı mısınız?
Ben aileme fazlasıyla düşkün biriyim. Babamı çok erken yaşta kaybettikten sonra annem, ablam, abim ve ben daha da sıkı sarıldık birbirimize.
Birçoğumuz gibi biz de çok kolay hayatlar yaşamadığımız için birbirimizle olan bağımız bizi hep güçlü tuttu. Onları çok seviyorum.
DİZİDE HER AN HER ŞEY OLABİLİR
'Canevim'de, gönlü yaralı 'Elvan'ı canlandırıyorsunuz.
Dizi, uzun yıllar ailesinden uzakta yaşam mücadelesi vermiş genç kadının eve dramatik bir şekilde dönüşüyle başlıyor.
Evet, Elvan'ın hikayesi sizin de söylediğiniz gibi gerçekten çok dramatik. 10 yıl boyunca evinden, ailesinden ayrı kalmış, çok zor şartlarda tek başına ayaklarının üstünde durmak için çaba harcamış genç bir kadın. Savaşçı, inatçı, kimseye güvenmeyen, sevgiye inanmayan, dünyanın güzelliklerinden vazgeçmiş bir kadın. İçindeki yaşama isteği, sevme ve sevilme isteği, tüm inançları çoktan yıkılmış bir kadın.
'Elvan'ın yüzündeki hüzün ve öfke perdesi ne zaman aralanacak?
Elbette hikayesi açılacak 'Elvan'ın. Neden bu kadar öfkeli, hüzünlü, mutsuz, yaralı ve neden ailesine bu kadar uzak olduğunu öğreneceğiz.
Senaristlerimiz o kadar güzel yazıyorlar ki, bir oyuncu olarak gerçek hayattaki gibi bir akışla, zamanlamayla oynamama izin veriyor senaryo. Dizi de hayat gibi, her an her şey olabilir.
'Elvan'ı daha yakından tanıdıkça, acılarına ortak oldukça daha çok seveceğiz onu.
Role nasıl hazırlandınız?
Senaryoyu ilk okuduğum an kendimi sette gördüm zaten. Bazen oyuncular yaşar bunu.
Karakter o kadar yakındır ki, onu o kadar hissedersiniz ki içinizde, rol sizindir. Tabii sonraki süreçte kast direktörümüz Selim Bahar'la bir saati geçen, gözyaşlarıyla dolu bir görüşme yaptık. Daha sonra da yapımcımız Ata Türkoğlu ve genel koordinatörümüz Şebnem İlker, benimle daha yakından tanışmak istediler. 'Elvan'ın onlar için ne kadar kıymetli olduğunu anlattıklarında, alacağım sorumluluğun farkındaydım.
Role hazırlanırken elimde çok fazla bilgi vardı 'Elvan'a dair. Senaristlerimizle uzun uzun konuştuk. Ceplerimi iyi doldurduğum için geriye sadece onu anlamak kalıyordu.
KİTAPLARIM OLMAZSA OLMAZLARIM
'Elvan'la kendinizi karşılaştırdığınızda neler söylemek istersiniz?
'Elvan' öyle güzel, öyle yaşanılası bir karakter ki, ister istemez sizi bir yerinizden yakalıyor, içine alıyor. O kadar zorlu sahneler var ki onları teknikle oynayıp seyirciye geçirmeniz pek mümkün değil. Kalbinizi de koymanız gerekiyor. Bunu mutlaka becerebilen usta oyuncular vardır ama ben henüz o noktalara ulaşamadım. O yüzden 'Elvan'ın annesiyle, 'Ceylan'la ve 'Ayşe' ile olan çoğu dramatik sahnesinde duygular da, gözyaşları da gerçek oluyor.
Çocukları seven biri olarak en çok 'Elvan'- 'Ayşe' sahnelerinden etkileniyorum.
Bugüne kadar birçok dizide, filmde ve tiyatro oyununda rol aldınız. En çok etkilendiğiniz ve sizde iz bırakan rol hangisi?
Hepsinin yeri de, anısı da, bana kattıkları da çok kıymetli. İyi ki hepsini de deneyimleme şansı buldum. Fakat TV'de ilk profesyonel işim olan 'Muhteşem Yüzyıl'daki karakterim 'Gülnihal'e ayrı teşekkür ederim hep. İlk göz ağrısı gibi sanırım o. Bu sektörde kendimi gösterme fırsatı, kendimi tanıtma şansı yakaladım onunla. Şimdi 'Elvan' için de aynısını hissediyorum.
Yıllar geçse de hep özel kalacak yeni bir kızım daha oldu. İyi ki de oldu.
Set dışında neler yaparsınız?
Setten kalan zamanımı daha çok uyumaya, dinlenmeye, evimde vakit geçirmeye ayırıyorum.
Kitaplarım olmazsa olmazlarım.
KEŞKE MARİON COTİLLARD'LA ABLA-KARDEŞİ OYNASAK!
Oyunculukla ilgili yurt dışı planınız var mı?
Elbette çok çok isterim yurt dışında bir projede var olmayı. Mesela bir Avrupa, bir İran sineması çok güzel olur. Ama gerçekçi baktığımda biliyorum ki bunun olabilmesi için o ülkenin diline ana diliniz gibi hakim olmanız gerekir. Yoksa gerçekten iyi bir oyunculuk çıkarılabilir mi emin değilim. Marion Cotillard hayranıyım. Oyunculuğu ve duruşuyla benim için ilk akla gelen isimdir. Yönetmen olarak ise İranlı Asghar Farhadi'yi beğeniyorum. İkisi de muhteşem. Asghar film çekse, ben de Marion'la abla-kardeş oynasam keşke. Hayali bile yüzümde güller açtırıyor.
SOSYAL MEDYANIN SINIRI OLMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM
Sosyal medya ne ifade ediyor sizin için?
Sosyal medyanın seveni de var, sevmeyeni de. Bu mesleği yapan biri olarak kullanmak zorundayım, hem de aktif olarak. Bizi seven, merak eden, ekran dışında neler yaptığımızı öğrenmek isteyenler, bize sosyal medyadan ulaşıyor. Ama bunun bir sınırı olması gerektiğini düşünüyorum. Olması gerektiği kadarını paylaşıyorum o yüzden. Bir de insanlar, her paylaşımımızda, her videomuzda bizi pozitif görmek istiyorlar. Bu da zamanla insanları daha samimiyetsiz paylaşımlar yapmaya itiyor. Oysa ki hayat böyle değil. Ben olabildiğince gerçek olanı paylaşmaya çalışıyorum.