Televizyonculuğun en büyük handikabı 'uçucu' olmasıdır. Aylarca uğraşır, didinir, şahane bir dizi ya da programın en can alıcı sahnesini hazırlarsınız. Tam ekrana geldiği anda evdeki adam, dışarıdan gelen gürültüyü merak edip bir dakikalığına balkona çıkar. Gitti sizin onca emeğiniz... Bu nedenle televizyonda 'kalıcı' olabilmek için mutlaka 'iz bırakmak' gerekir. Tıpkı Müge Anlı ve ekibinin yaptığı gibi... Haberi dün GÜNAYDIN'ın manşetinde okumuş olmalısınız. Programın aylardır özenle yürüttüğü Sevgi İzi adlı bir uygulama var. Özellikle bilinç ve hafıza kaybına uğrayıp kaybolan Alzheimer hastalarının bulunmasına yönelik bir program. İnsanların bileklerine kimlik bilgilerini içeren bir künye, dövme tekniğiyle işleniyor. Onu bulanlar da bu bilgilerden yola çıkarak program ekibine, polise ya da yakınlarına ulaşıyorlar. Bu yöntemle Temmuz ayının ilk üç haftasında tam dört kayıp kişi bulundu. Bunlardan sonuncusu da 86 yaşındaki Alzheimer hastası Mustafa Yılmaz'dı. Polis onu buldu ve kolundaki Sevgi İzi bilgileriyle Müge Anlı'nın ekibine ulaştı. Yılmaz, kaybolduktan sadece dört saat sonra ailesine teslim edildi. Müge Anlı, sadece kayıpları, cinayet faillerini bulmadı. Yardıma muhtaç okullara sevgi TIR'ları gönderdi, çocuklar için mahallelerde derslikler yaptırdı, okuma yazma seferberliğiyle cehalete savaş açtı. 'Televizyonda iz bırakmak' denilince aklıma ilk gelen ismin Müge Anlı olması işte bu yüzdendir. Zira Müge, televizyon ekranını antik tablete dönüştürmüş. Elinde çivi ve çekiçle hiyeroglif yazı yazıyor adeta...