Türk edebiyatının usta kalemi Alev Alatlı, GÜNAYDIN'a konuştu. "Çok fazla pişmanlığın olmadığı bir hayat geçirdim, ciddi hatalarım olmadı" diyen Alatlı, inançlı bir insan olduğunu, Allah'ın kendisini hep koruyup kolladığını hissettiğini belirtti.
HADİSELERİN DAYATTIĞI SOLCULUK
■
Siz sola dair tespitler yapan birisiniz. Türkiye'de sol düşüncenin din ile arasında hep bir mesafesi varmış gibi toplumsal bir algı var... Ne düşünüyorsunuz?
Var tabii. Sovyetler Birliği'nde ateizmin
resmi devlet dini olduğunu
unutmayın. Yoksul halkların sorunlarını
çözmede muhafazakârlara kıyasla
çok daha iyi reçeteler önermişti. Velâkin
ünlü psikiyatrist Irvin Yalom'un
demesiyle, 'dinin büyüsü' diye bir kavram
vardır, militanlara "Dine gerekli
gereksiz bulaşmayın, haddiniz değildir"
mealinde nasihat eder. Kaldı ki,
solun önerdiği politikaları izlemek için
ateist olmaya gerek yoktu, hele de Türkiye'de.
Dini bütün insanlar, ateizm
hariç sosyalist politikaları kapitalist
politikalardan daha fazla yadırgayacak
değillerdi. Hristiyan kökenli militanların
Katolik Kilise'si ile sorunları vardı,
haklı olarak tavır almışlardı. Türk solu
onların koşullarını doğru çözümleyemedi.
Deyiş yerindeyse; giysiye bize
uyacak şekilde tadilât yapamadı, biz
de almadık. "Seni aramıza alırız ama
Müslüman kimliğini reddetmen lâzım"
gibisinden bir önkoşul nasıl olsun.
■
Sol sizce hâlâ aynı nokta mı, değişmedi mi? Mesela CHP...
CHP sol bir parti değil. Tespitleri
doğru yapmamız lazım. İlle de tanımlamam
gerekirse, elitist muhafazakar
partidir. CHP solculuğunun 'durum
politikası' olduğunu düşünürüm.
'Durum komedisi' gibi yani, hadiselerin
dayattığı solculuk.
ŞANSLIYIM, YOKSULLUĞU GÖRDÜM
■
16 Eylül doğum gününüz. Nasıl bir hayat geçirdiniz?
Çok fazla pişmanlığın olmadığı bir
hayat geçirdim. Ciddi hatalarım olmadı.
Elbette hatalar yaptım ama bunlardan
da çabuk dönmeyi bildim. İnançlı bir
insanım, Allah'ın beni hep koruduğunu
ve kolladığını hissettim hayatım boyunca.
Sağlıklı bir bedenim var. Sevmenin
ötesinde saydığım, beğendiğim bir kızım
var. Şanslıyım, büyük yoksulluğun ne
olduğunu gördüm. İyi ki yaşamışım.
TÜRKİYE'NİN KARNI DOYDU
Asker bir babanın kızıyım, İkinci Dünya Harbi'nin ortasında çadırda doğdum. Babamın birliği Ege'de olası bir Alman saldırısına karşı konuşlanmıştı. Annem bana hamile, İstanbul'dan toplanıp yanına geliyor. Çok çalışkan, güçlü bir annem vardı. Gündüz Merkez Bankası'nda çalışır, gece dışarıya dikiş dikerdi. Böyle bir rol modelim olduğu için şanslıyım. Çocukluğum 1950'lerde Doğu'da geçti. O zaman çok büyük yoksulluk vardı, kışın ortasında ödevlerini elektrik direğinin altında yapan arkadaşlarım vardı, evlerinde mum bile olmadığı için. O yoksul Türkiye'den bugünlere geldik, çok şükür. Hızlı bir ekonomik dönüşüm yaşadık. O kadar hızlı olması da beni korkutuyor. Talepler arttı, kıymet bilinmiyor. Zenginlik ve fakirlik hep vardı ama zenginle fakir arasındaki uçurum bu kadar derin değildi. Zenginler varlıklarını teşhir etmezlerdi. Örneğin, biz dışarıda ekmek bile yemezdik, insanların canı ister diye. Şimdi sergiliyorlar zenginliklerini. Bir de tabii koşullar da eskisi gibi değil. Türkiye'nin karnı doydu. Tokuz, çok şükür. Oysa ben eve çamaşıra gelen bir teyze hatırlarım; çocukları açlıktan ağladığında sussunlar diye dövdüğünü anlatırdı. Abartmış olduğunu düşünmek istiyorum ama gördüklerim doğruluyor. Çok şükür, bugün artık açlıktan ziyade açgözlülük var. Açlık görecelidir, mutlak açlık, alınması gereken günlük besinden mahrum olmaktır. Ben gerçek açlığın ne demek olduğunu bizzat yaşadım, gördüm. O yüzden, siyasi bir söylem olarak açlık Türkiye'nin bugünkü koşullarında inandırıcı gelmiyor. Bir de, bizler komşumuz açken tok uyuyamayan insanlarız. Bizde acından ölen kimse olmaz.
15 TEMMUZ'DA HALKIMIZA OLAN SEVGİM BİR KEZ DAHA YENİLENDİ
Son kitabınız 'Suç Ortağı Hollywood'dan bahseder misiniz?
Amerika'da bugün
Hollywood dördüncü kuvvet
konumundadır: Yasama, yürütme,
yargı, medya. Sinema
endüstrisi bugün Amerikan
Kongresi'nden daha güçlüdür.
Hollywood'u arkasına
almayan bir politikacı siyasette
başarılı olamaz. En
son örnek, Trump... ABD'nin
'halkla ilişkiler sorumlusu'dur
sinema endüstrisi.
Amerikan tarihini sinema
yazar. Dostunu düşmanını
sinema belirler. İç ve dış
politikasını yönlendirir. Siyasi
kurumlarını, toplumsal
örgütlerini, hatta dini inançlarını
şekillendirir. Meselâ
Hazreti İsa, esmer bir Filistinli
delikanlıyken, sarardıkça
sararmış, Hollywood
sayesinde sarışın mavi gözlü
bir jön olmuştur. Sağ yanağı
tokatlandığında sol yanağını
döndüren, fevkalede insancıl,
sakin bir adamdı ya;
Hazreti İsa'nın kişiliği bile
yeniden formlandı, vurdu mu
oturtan, güçlü kuvvetli 'fit' ve
ilâhi bir imaj yaratıldı. Uzayın
derinliklerinden nevhuzur
Superman'ler, Batman'ler,
Terminatörler, Robocoplar
vs...
HAYAL ALEMİNDELER
Amerikan sinemasının önceliği kendi kamuoyudur. Ülkede 16 milyon çocuğun açlık sınırı altında yaşadığını, evsizlerin sayılarının milyonlarla ifade edilebildiği, gelir dağılımı bozukluğunda ABD'nin dünya ikincisi olduğunu kendi kamuoyundan saklar, kendilerini ve dünya halklarını refah, demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi olmadık bir hayal aleminde yaşatırlar.
AŞAĞILIK BİR SÖYLEM
Eski başkan Theodore Roosevelt, sinemanın propaganda kapasitesini idrak eden adamdır. Küba'dan başlamak üzere, Amerikan kamuoyunu emperyalist savaşlara hazırlayan Roosevelt'dir. Hollywood'un işbirliği onun zamanında başlamıştır. O gün bugün, Amerikan askeri tarihi bile Hollywood filmlerinden sorulur. Öyle ki, mesela, halkın Vietnam savaşını Amerikalıların kazandığı sandıklarını gösteren araştırmalar vardır. Bütün bundan bizim etkilenmememiz mümkün değildir. Ancak, her şeye rağmen bizim gerçekçi yanımız ağır basar. İçimize sinmeyeni iteleyen, uzak duran bir halimiz vardır. Bu da bizi daha korunaklı hale getiriyor. Ben anomaliye şerbetli olduğumuzu düşünürüm. Sanki içimizden bir ses "O kadar da değil" der ve biz birbirimizle kavga etmeyi bırakır, dayanışmaya geçeriz. Milletçe saklı bir gücümüz var gibidir ki bunu 15 Temmuz'da gördük. Benim mahallemde sela, Cumhurbaşkanı televizyona çıkmadan asgari 1,5-2 saat önce başladı. Mahalleli sokağa çağırıldı, millet davete icabet etti. İtiraf etmeliyim, bu ülke halkına sevgimin, saygımın bir kere daha yenilendiği andı.
■
15 Temmuz'a tiyatro diyenler de oldu...
Yakışıksız bile değil, aşağılık bir söylemdi.
GUDUBET OTOMOBİL NE KADAR SATARSA, GUDUBET FİLM DE O KADAR İZLENİR!
"Sinema özde teknolojiyle paralel olarak ilerleyen bir endüstridir: 'Cinema Endustry.' Edison'un Kinetograf denilen sinema kamerasının patentini aldığı 1890'lardan itibaren sanatsal başarının teknolojiye tabi olduğu bir endüstri statüsündedir. Nihai ürünün sanat boyutu ikinci-üçüncü plandadır. Ya da şöyle söyleyeyim: Otomotiv endüstrisinin ürünlerinde 'sanat'tan ne kadar bahsedilebilirse, sinemada da 'sanat'tan o kadar bahsedilebilir. Estetik boyutu olmayan gudubet bir otomobil ne kadar satarsa, gudubet bir film de o kadar seyredilecektir."
KAPINIZA GELENİ ALMAMAZLIK YAPAMAZSINIZ
■
Mülteci konusu Afgan sığınmacılar sonrası tekrar gündeme geldi...
Komşunuz açken tok uyuyabilir
misiniz? Uyuyabiliyorsanız mesele
yok. Uyuyamıyorsanız, aç, hasta insanlar
kapınıza gelmişlerse, almamazlık
yapamazsınız. Bakmayın siz
ülkeye alındılar diye 'kızanlar' da iş
başa düştüğünde insanları ortada
bırakmazlar. Mesele muhalefet olsun.
Yalnız şunu söylemeliyim. Göç
hadisesini ağzımıza yüzümüze bulaştırmadan
çok dikkatli yönetmek
zorundayız. Meşhur sözdür, hayrı
uzatma şerre dönüşür. Şikayetler
artar, düşmanlıklar oluşur filan. İşin
başından misafirlik koşullarını, süreci,
aldı-verdiyi kağıda dökmek lazım
ki sonradan kimse küsmesin, mızıkçılık
da etmesin.
SANİYELER BİLE KIYMETLİ
■
Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi?
Çok dışarı çıkmadığım
için evde vakit
geçiriyorum. Pandemi
sürecinde de evdeydim.
Dolaşmayı seven biri değilim,
zaman ziyanı gibi
gelir. Zaman kavramı
benim için önemli. Bir
şeyi yaparken neyi kaçırıyorum
diye düşünerek
yaşadığım için vaktimi en
doğru şekilde kullanmaya
çalışıyorum. Saniyeler
bile kıymetli. Değerini
bilerek yaşamalıyız.