Yeni pil reklamı güzel düşünülmüş, zekice ekrana taşınmış.
Aile hep birlikte belgesel izliyor. O sırada anlatıcının sesini duyan babanın gözleri fal taşı gibi açılıyor: "Ve erkek fil, heyecanla dişi file yaklaşıyor..." Baba, yanında oturan çocuğu o 'kavuşma anını' görmesin diye hemen yakından kumanda aletine sarılıyor. Ama ne çare! Kumandanın pilleri bitmiş... Sonra dış sesi duyuyoruz: "En gerekli anda pilleriniz bitmesin, gelecek aşk mevsimine kadar dayansın diye falanca pili kullanın..."
Güzel anlatım, akılda kalıcı bir tema... Gelin görün ki ekranda gördüklerimiz arasında bana göre çocuklar adına en masum olanı vahşi fillerin aşk serüvenleri. Baba, doğanın bu çağrısını minik çocuğuna güzel güzel anlatabilirdi. Ama kumandanın pillerinin asıl dayanması gereken daha vahim sahneler var: Örneğin, bir gündüz kuşağındaki programda bebeğin annesi tarafından çöpe bırakılmasını nasıl izah edebilirsiniz küçücük bir çocuğa? Ya da çocuk kanalındaki şiddet dolu çizgi filmde ışın kılıcıyla ikiye biçilen adamı... 11 yaşındaki bir çocuğun neden önce tecavüz edilip, sonra 18 bıçak darbesiyle öldürülerek, elektrik direğinin dibine gömüldüğünü... Adamın neden tabancayla komşunun köpeğini öldürdüğünü... Bir yavru sokak kedisinin dört ayağının birden vahşice kesilmesini... Karısını çok sevdiğini söyleyen kocanın onu sokak ortasında, çocuklarının gözü önünde öldürmesini... Haydi gelin de anlatın bunları çocuğunuza...
Dayan be kumanda... Dayan... Zira benim dayanacak halim kalmadı...
Fincanın dolu tarafı
Bir girişimci çıkıp, aklını kullanarak İzmir depreminde umudun sembolü olan küçük Elif'in, itfaiyeci amcasının parmağına yapıştığı anı grafiğe dönüştürüp, kahve fincanlarının üzerine basarak satışa çıkarmış. Aman efendim ne linç, ne linç... Böylesine bir felaketten nasıl rant elde edilirmiş falan filan..
Öyle kötümser, öyle suçlayıcı, öyle zalim insanlar haline geldik ki, fincanın hep boş tarafını görüyoruz. O girişimci eğer yıkılan bir binayı ya da enkazdan çıkartılan bir cesedi fincana bassaydı, o eleştirilere tabii ki ben de katılırdım. Ama ne yapmış adam? Umudun, sevincin, hayata dört elle sarılma iradesinin, kurtarma ekiplerinin fedakarlığının ve kahramanlığının resmini basmış oraya. Her yudumda hatırlamamız, şükretmemiz, umut dolmamız, hayatın güçlüklerine direnmemiz için...
Oysa bizim asıl unutmamız gereken Elif'in parmağı değil. Sırf eleştirmek için eleştirmeyi, gömmek için klavye başına geçmeyi, topluma deri altından zehir enjekte etmeyi, morale en fazla ihtiyaç duyulan anda sevinçleri kursaklarda bırakmayı unutmamız lazım önce...
Bana kalırsa o şahane grafiği, fincanlarla birlikte umudun ve sabrın en çok gerektiği yerlere, cezaevlerinin duvarlarına, yoğun bakım servislerinin kapılarına asmalıyız. İnadına...
Adaletin boğazındaki tıpa
Adı Mert Yağcı Köksal'dı. 7 yaşındaydı ve hep öyle kalacaktı. Çünkü yaklaşık bir yıl önce Ankara Keçiören'de okul kantininden aldığı enjektör çikolatanın tıpası boğazına kaçtığı için boğularak ölmüştü.
Mert'in dava dosyasına Adli Tıp Kurumu'nun bir raporu iliştirildi. "Enjektörün tıpasını eliyle değil dişiyle açtığı için çocuğun asli kusurlu olduğunu" belirten, en az olayın kendisi kadar dehşet verici bir rapor. Ambalajın üzerinde hiçbir uyarıcı ibare yok, çocuk daha 7 yaşında, nasıl olur da 'asli kusurlu' olabilir ki?
Ben bu ülkenin vicdanlı hakimlerine inanıyor, güveniyorum. Adaletin boğazına kaçan o tıpayı mutlaka çıkartacaklardır...
Gaf kürsüsü
TRT Haber'den yeni bir alt yazı hatası: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Anıtkabir Özel Defteri'ni imzalarken yaptığı konuşma sırasında ekrana "Devletin zirvesi Atanıtkabir'deydi" diye yazıldı.
Zap'tiye
Acun Ilıcalı'nın satın aldığı Hollanda takımı Fortuna Sittard, 8 maçta galibiyet yüzü görmedi. Acun'a naçizane tavsiyem, kendisinin de yer aldığı Acunmedya halı saha takımını sahaya sürmesi.
Ne demiş?
"Aşk yuvamız son zamanlarda b.k yuvası oldu. 1 yaşındaki kızımız Leyla ne zaman kaka yapsa, 'Ay kaka yaptı, ne güzel kokuyor' diyoruz." (İbrahim Selim'e röportaj veren oyuncu Seda Bakan'ın sözleri)