"Keşke hep çocuk kalsaydım" deriz ya ara sıra kendimize; bence bu cümleyi ederken, artık iki kere düşünmemiz gerekir. Çünkü artık bu dünyada, çocuk olmanızdan çok, nerede çocuk olduğunuz önemli aslında. Pazar günü "Life As We Know It" filmini izledim. Yeni bebekleri olan bir çift, trafik kazasında hayatını kaybediyor. Kazadan sonra, başlarına kötü bir şey gelirse, çocuklarının bakımını kimlerin üstlenmesini istediklerini belirledikleri anlaşılıyor. Aslında hayattayken, ufak çöpçatanlıklarla bir araya getirmeye çalıştıkları iki arkadaşlarına emanet ediyorlar küçük bebeği. Çift, başta birbirleriyle anlaşamıyor ama bir şekilde çocuğun mutluluğu için, zorlukları aşmayı deniyor. Aile gibi yaşamak, aslında aşılmaz zannettikleri zorlukları bertaraf etmelerini sağlıyor. Böyle devam ediyor film; final sahnesinde de, artık iki yaşına basan bebeğin gözlerinin içini görüyoruz; gülen gözlerinin içini.
ACI VEREN ZAPPING
Bu sevimli hikaye içimi ısıtıyor. Yüzümde hafif bir tebessümle, kanallar arası 'zapping' yapmaya başlıyorum. Uluslarası haber kanallarından birinde, ağlayan bir çocuğun yüzü çarpıyor gözüme; irkiliyorum. Yanan bir arabanın yanında ağlıyor. Belki daha beş yaşında bile değil; ama insan vicdanının erişebileceği en kötü sınırı bizzat yaşayarak test ediyor. Haberin altındaki metne kayıyor gözüm. "Birleşmiş Milletler, Libya'ya müdahale etti" yazıyor. O çocuğun yanına oturup sormak istiyorum; Libya'dan, Muammer Kaddafi'den veya Birleşmiş Milletler'den haberi var mı acaba? Tek istediği şey, koşup oynayabileceği sokaklar değil mi? Dünyanın hangi noktasına giderseniz gidin, bu soruyu sorduğunuz her çocuk aynı tepkiyi verecektir; onların hayali, güvenli sokaklardır. Bir süredir, dünyanın bazı bölgelerinde çocuklar artık sokaklara çıkamıyor. Hani bilim adamları laboratuvarlara kapanıp, küresel ısınmadır, genetik bozulmadır; dünyanın sonunu getirecek senaryolar üzerinde çalışıyor ya... Bence dünyanın sonunu getirecek olan, kafalarında misket bombaları patlatılan çocuklardır. Çünkü sokakta oynayamayan çocuk; sevgiyi de, kardeşliği de, paylaşmayı da bilmeyecek. Ve ilk çocukluk anıları, patlayan bombalar olan çocuklar 30 sene sonra bu dünyanın başına, küresel ısınmadan daha fazla dert açacak. Irak'ı kaybettik zaten. Milyonlarca çocuk ailesiz kaldı; oyun oynamak nedir bilmeden büyüdü... Filistin'de çocuklar gülmeyi unuttu... Afrika'da bir bardak temiz su bulabilenler hayatta kalıyor.... Bosna'da, Avrupa'nın ortasında, ailesi gözleri önünde öldürülmüş binlerce çocuk, gençliğe adım atıyor şimdi... Ve tüm bunlara rağmen hâlâ birileri, demokrasiyi ve insan haklarını bombalarla sağlayabileceğini iddia ediyor. Tarihin en büyük katliamlarına göz yuman Avrupa, Libya'ya bir gecede müdahale edebiliyor. Vallahi bravo; ışık hızıyla demokrasi diye buna derim ben.
SAMİMİYET NEDİR
Akşam oluyor, bu sefer de Muammer Kaddafi çıkıyor ekrana, "Ateşkes ilan etmiş olmamıza rağmen vurdular. Bunlar şov yapıyor; ama ülkemizi onlara bırakmayacağız." diyor. Avrupa hemen şu cevapla gardını alıyor: "Biz onun ateşkesinin samimi olduğuna inanmıyoruz!" Peki biri bana söyler mi, dünya politikasında samimiyetin ölçüsü nedir? Avrupa'nın ortasında katliam yapılırken görmezden gelip Irak'da kabadayı olmak mıdır? Filistin'de çocuklar ilaca muhtaç yaşarken sesini çıkaramayıp İran'a gözdağı vermek midir? Bu mudur medeniyet dediğimiz Avrupa'nın samimiyet ölçüsü... Hani dedim ya, artık "Keşke hep çocuk kalsaydım" derken düşünmek gerekiyor. Medeniyet ihraç eden ABD'de çocuk olup ailesinin başına gelebilecek kötü bir olay sonrasında bile mutluluğu düşünülmüş çocuk olmak da var; Libya'da düşen bir bombanın alevinde ağlayan çocuk olmak da... Gözlerinin içi gülen çocuk olmak da var; kavruk yüzündeki çizgilerden keder akan çocuk da... Bence artık herkes, iki kere düşünerek konuşsun...