BİR kez daha "Ne günlerdi?" diye iç çektim, Seksenler'i izlerken... Birol Güven bu kez de telefonun evlerimize girişini resmetmişti.
Kim derdi ki bir gün eve telefon bağlandı diye halay çeken insanlara güleceğimi...
Ben 60'lı yılların sonlarına doğru yandan kollu, manyetolu telefonlara yetiştim. Babam hakim olduğu için Marmara Adası'ndaki evimizde 'tercihli' bir telefonumuz vardı. Ahizeyi kaldırırdı babam, manyeto kolunu çevirir, karşısına çıkan santral memuresine "İstanbul görüşmesi yapacağım. Sultanahmet Adliyesi'ni bağlayın" derdi. Aradan iki saat mi, üç saat mi geçerdi bilmem; telefon çalar ve bağlantı kurulurdu. O zamanların en klişe telefon cümlesi "Çık aradan Ankara" idi.. Çünkü hatlar birbirine karışır, bir başka şehir dışı konuşması girerdi sohbetin içine...
70'li, 80'li yıllarda eve telefon bağlanması; Graham Bell'in eve misafirliğe gelmesi gibi bir şeydi bizim için...
Başvuru dilekçesi verdikten 15 yıl sonra evine telefon bağlanan komşularımız olmuştu. Hatta yeni doğan çocukların nüfus kağıtları çıkar çıkmaz, Telefon İdaresi'ne onların adına telefon başvuru dilekçeleri yazılırdı; evlendiğinde evinde telefonu olsun diye...
En büyük zorluk, evin kızının herkesin ortasında sevgilisiyle telefonda 'şifreli' konuşmasıydı. Bir de arayan delikanlı, karşısında babayı bulunca; ya sesini kıza benzetir ya da yanlış numarayı arıyormuş taklidi yapardı. Zaten bu haftaki Seksenler'in en komik bölümü de Ergun Plak ile Nazlı'nın sözde 'gizli' telefon konuşmalarıydı. Şimdilerde kızı, babasıyla aynı kanepede sevgilisiyle mesajlaşıyor da adamın ruhu duymuyor!
Benim gazeteciliğimin ilk yılları da telekomünikasyonun 'taş devrine' rastladı. 80'li yılların başında, şimdiki adı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi olan Spor Sergi Sarayı'ndan Türk Haberler Ajansı'na basketbol maçlarını telefonla yazdırıyordum.
Hangi telefonla mı? Kulübedeki umumi ankesörlü telefonla... Bir maç için en az beş jeton gidiyordu. Her seferinde kulübeden kıpkırmızı bir yüzle çıkıyordum. Arkamda kuyruk bekleyenlerin ettiği küfürler yüzünden... Bir seferinde cebimde 10 jeton bulundurduğum için ajansın haber müdürü sevgili Tanju Cılızoğlu beni herkesin içinde 10 dakika boyunca övüp durmuştu; "İşte muhabir dediğin böyle hazırlıklı olur" diye... İnsan her şeye nasıl da alışıyor. Özellikle de rahata... Ellerindeki cep telefonunun şirket hattı 12 saat kesildi diye isyan eden genç muhabirleri görüyorum da...