Naim Süleymanoğlu, sadece başarılı bir sporcu değil, Türkiye'nin makus talihinin kırılma noktalarından biriydi. Çünkü onun kazandırdığı madalyalarla moral bulduk, gücümüze yeniden inandık. Ardından futbolda dünya üçüncülüğümüz geldi. Sertab ile Eurovision'u kazandık. Edebiyatçılarımız, bilimadamlarımız Nobel kazandı. Basketbolda, voleybolda kulüpler düzeyinde zirveyi gördük. İlk kez 100 metrede bir dünya şampiyonu çıkardık. Bütün bu ateşin fitilini Naim tutuşturdu. Peki sonra ne yaptık? Cep Herkülü Naim'i iç ceplerimizden birinde unuttuk.
Naim'e başarılarıyla koşut bir görev veremedik. Adeta öteledik, işsiz güçsüz bıraktık. Hasta olana kadar halini, hatrını sormadık. Öyle ki, kendini hatırlatmak için televizyon reklamlarında oynamak zorunda bile kaldı. En acı olanı ise tarihimizdeki en büyük sporcumuzun isminin tek bir spor tesisinde bile yer almamasıydı.
Zirveden aşağı yuvarlanmak zordu. Hem fiziksel, hem ruhsal sağlığı bozuldu Naim'in. Omuzlar üzerinde taşınırken, neredeyse yolda omuz atılan biri haline geldi. Naim'in hayatta kaldıramayacağı tek bir 'ağırlık' vardı: Vefasızlık... Kaldıramadı da zaten.
Naim'in vefatı, ana haber bültenlerinin pek çoğunda dördüncü, beşinci haberdi ne yazık ki... Bir tek atv, saat 18.40'da 'ilk haber' olarak verdi. Bir de FOX Ana Haber 19.00'da ilk haber olarak duyurdu. Kanal D vefat haberini bültenin başında verdi ama ayrıntıları daha sonraya bıraktı. Star ve Show TV, vefat haberi için bülten akışında dördüncü sırayı ona layık bulmuştu. Sonra anlı şanlı spor kanallarına bir göz attım. Benim izlediklerim arasında özel yayın yapan, spor yazarlarını bir masanın etrafında toplayıp 'Naim efsanesini' konuşan bir tekine rastlayamadım. Sadece, pazar sabahı TRT Spor'da daha önce çekilmiş 'Bir Ömür Spor' belgeselindeki Naim Süleymanoğlu bölümünün tekrarını gördüm. O gece en çok Galatasaray'ın Başakşehir'den beş yemesi konuşuldu. Oysa en farklı mağlubiyeti 'vefa' almıştı da, kimsenin haberi yoktu...