Yapımcılığını Mustafa Uslu'nun yaptığı 'Türk İşi Dondurma' filminde rol alan Şebnem Bozoklu, GÜNAYDIN'a konuştu. Bugün gösterime giren filmde 'Gülsüm' adında yeni doğum yapmış bir anneyi oynayan Bozoklu'yla bir araya geldik.
'Türk İşi Dondurma' serüveni zor başladı değil mi?
Evet. Babamı kaybeder kaybetmez bu filmin setine girdim.
Flu bir dönemdi benim için aslında. Dört ay çalıştık bu film için ama gerçekten ilk iki ayını biraz bulanık hatırlıyorum. Aynı anda sekiz işi bir arada yapabilen Şebnem, bir anda sadece tek bir işe odaklanmak durumunda kaldı. Duygusal olarak zor bir dönemimde bu filmin setinde bulundum.
BABAM OYNAMAMI İSTEDİ
Bu filmde rol almanızın babanızın vasiyeti olduğunuzu söylemiştiniz...
Evet, bu filmin hikayesi bana ilk geldiğinde babama bahsetmiştim.
"Yavrum oyna bu filmde" demişti. Ben hep bahsederdim bana gelen senaryolardan, işlerden. O yüzden onun vasiyeti gibi oldu.
'Türk İşi Dondurma', 1. Dünya Savaşı sırasında Avustralya'da yaşayan iki Türk'ün hayatından esinlenerek çekildi.
Konuyla ilgili bilginiz var mıydı?
Evet, biraz biliyordum. Zaten birebir değil, esinlenerek anlattık.
Biri deveci, biri dondurmacı iki arkadaşın, Çanakkale'deki Anzak askerlerine yardım etmek için Avustralya'dan yola çıkmaya hazırlanan bir grup askeri oyalama hikayesi aslında. Savaşın, ne olursa olsun kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalıştık.
Filmde canlandırdığınız 'Gülsüm' karakterininin hikayesini okuyunca üzüldünüz mü?
Evet, üzüldüm. Filmde yeni doğan bir bebeği olan anneyi canlandırıyorum. 'Gülsüm', Erkan Kolçak Köstendil'in oynadığı devecinin karısı. Savaşın etkisini bu anne ve çocuğu üzerinde görüyoruz film boyunca.
Çok tanıdık bir karakter. Dünyanın neresinde çekilmiş bir savaş filmi izlersen 'Gülsüm' gibi bebekli bir kadın görürsün.
Gurbetteki Türkler birbiriyle hemen kaynaşır.
Filmde de iki yakın arkadaşın kardeş gibi olduklarını görüyoruz.
Bu konuda gözlemleriniz var mı?
Evet, kaynaşırlar.
Benim çocukluğuma denk gelen yıllarda Almanya'ya giden genç jenerasyon aileler hakkında çok şey okuduk, izledik. Kendi adıma başka yerde yaşamakla ilgili bir planım, hayalim yok. Ülkemde kalmak, burada yaşamaya devam etmek istiyorum. Türkiye'yi, İstanbul'u çok seviyorum.
VAPURA BİNİYORUM
Gelenekçi bir yapınız olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aile birlikteliğine çok inanan biriyim. Ailemle burada çok güzel zamanlar geçirdim. Kadıköylüyüm ama birçok farklı semtte oturdum. İstanbul; bildiğim, sevdiğim bir şehir. Burayla kurduğum bir bağ var aramda.
Ben yurt dışına çıktığımda arkadaşlarıma "Asya kıtasındaki evimde uyanıyorum, Avrupa'ya işime gidiyorum" diyorum.
Hepsi çok şaşırıyor, "Kaç saat sürüyor?" diye soruyorlar.
"Vapura binip 10 dakikada geçiyorum" diyorum. "Çok pahalı mı?" diyorlar, inanamıyorlar. Biz içinde yaşadığımız için alışıyoruz ama bunlar fantastik geliyor onlara.
Sizi toplu taşıma aracında görenler nasıl tepki veriyor?
Vapuru çok kullanıyorum.
Martılara simit atarım; en sevdiğim şey. Mutlaka çayımı içerim, kışsa salep alırım. O tanınıp tanınmama meselesi kişinin kendisiyle alakalı. Fark edilmek istersen herkes seni fark ediyor, bu enerjiyle ilgili. Tanıyıp yanıma gelen fotoğraf çektirmek isteyenler de oluyor, kimseyi kırmıyorum.
Kimseden kaçmıyorum.
Sevgiden zarar gelmez. Ben kendimi şanslı hissediyorum.
NE KARANLIKLAR LORDU NE BEYAZLAR İÇİNDE MELAİKEYİM
Kariyerinizde komediden drama evrilen bir süreç var. Bu istediğiniz bir şey miydi? İyi komedi işlerinde oynadım,
dramatik güzel işlerin
içinde oldum. Hayatta da,
kurduğum ilişkilerde de hep
derinliğin peşindeyim, tek
boyutlu olsun istemiyorum.
Siyahlar içinde bir karanlıklar
lordu olmadığımız gibi beyazlar
içinde melaike de değiliz
hiç birimiz. İyi bir insan olmaya
çalışıyorum. Bunun gibi de iyi
iş seçmeye çalışıyorum
ANNE OLMAK HER KADININ AKLINDAN GEÇER
Üst üste anne rolleri geldi size. Anneliğe nasıl bakıyorsunuz?
Her zaman şahane bir şey olduğunu düşünüyorum. Bence bir gün anne olmak bütün kadınların aklından geçiyordur. Benim de hiç karşı olduğum bir şey değil. Annelik doğal sürecin bir parçası.