Daha önce de yazdım, Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin minik Osman'ı ile yaşıtız. Onu izlediğimde hep çocukluğuma dönüyorum. Onun sayesinde, solmaya yüz tutmuş anılarım canlanıyor.
Bu hafta minik Osman, sulu boya yardımıyla boyama kitabındaki önceden çizilmiş figürlerin içini boyuyordu. Ona hep, boyayı taşırmaması, çizgileri aşmaması öğütlenmişti. Ama bir gün Osman sıkıldı. Fırçasının ucundaki kırmızının peşine takılıp sınırları aştı. Sonra yeşili, maviyi, turuncuyu çaldı kağıdın üzerine... Artık özgürdü. İçinden taşan renklerle, sadece düş gücünün sınırladığı alanları boyuyordu.
Onun büyümüş dış sesi o günü şöyle anlattı: "Hayattaki en güzel şey, sınırları aşmak ve dünyayı kendi renklerimle boyamaktır. Bunu keşfettim..."
Yıllar önce ben de aynı duygu ile nefret etmiştim boyama kitaplarından... Sınırları ihlal etme, renkleri diğer alana taşırma kaygısının ellerime kelepçe olduğunu fark edip bembeyaz, boş sayfalara kendi renklerimi çaldığım gün, özgürlüğümü ilan ettiğim gündü. Ondan sonra yaptığım her resim, okulun panosuna asıldı.
Elbette çocuklara disiplin de verilmeli, kurallara uymanın faziletleri de öğretilmeli... Ama onları sınırlara, kalıplara, hücrelere mahkum etmeden, düşlerinin kanadını kırmadan...
Anneler, babalar, öğretmenler... Boş verin şu boyama kitaplarını... Çocukların önüne bembeyaz sayfalar açın... Açın ki, ileride içini dolduracak resim bulamadıklarında şaşırıp kalmasınlar.