Öyle özel zamanlarda çıkıyor ki aramızdan halk kahramanları...
Tam da ihtiyacımız varken... Tam da insanlıktan umudumuzu kesmişken...
Hatırlayın, bir ninemiz vardı hani...
Çanakkaleli...
Kendisine bağlanacak emekli maaşını geri çevirmişti;
"Ben devletime borçluyum aslında, ihtiyacım yok" diyerek.
Tek göz odada bir tas çorbaya kaşık sallayıp kıt kanaat geçinmeye çalışırken hem de... O sıralar gazeteler, 'Vergi yüzsüzleri açıklansın mı, açıklanmasın mı?' diye tartışıyordu. Zamanlamaya bakar mısınız!
301 maden işçimizin yüreklerimizi kömür karası bir kasvete buladığı günlerdi. Bir genç madenci çıktı. Ambulansa bindirilirken, sedyedeki beyaz çarşafı görüp "Çizmelerimi çıkarayım mı?" diye sordu.
Sahiplerinin, 300-500 bin liraya bir yaşam odasını bile esirgediği o cehennem madeninden çıkarken hem de...
Ve Şerife Nine... Terörün, şiddetin, vahşetin kol gezdiği haber bültenlerine nasıl da doğdu güneş gibi... Hastaydı, ayakta duracak hali yoktu ama geldiği hastanede çamurlu ayakkabılarını kapıda çıkarıp öyle girdi polikliniğe... Herkesin ayak izini, parmak izini bu dünyaya bırakmak için ölesiye yarıştığı, PKK'nın hastanelere roket atıp ambulansları kaçırdığı günlerde hem de...
Sağlık Bakanlığı harika bir jest yaptı. Şerife Cesur'un ismini Kırıkkale'nin Sulaklık ilçesindeki o devlet hastanesine verdi.
Koca koca işadamları, sanayiciler; yüzlerce milyon dolar bağışlayıp isimlerini ancak bir hastanenin küçük bir servisinin kapısındaki pirinç tabelada görebiliyorlar. Şerife Cesur'un ismi ise şimdilerde bir ilçe hastanesinin giriş kapısının üzerinde duruyor. Neden?
Çünkü hepimizin hastalanmaya yüz tutmuş ruhlarını, 'sadece ayakkabılarını çıkartarak' tedavi etti de ondan...
Ayaklarına sağlık ninem...
NOT: Belki geç oldu ama ambulanstaki o madenci gencin isminin, devlet tarafından işletilen bir maden tesisine verilmesini dört gözle bekliyorum.