Evet, hem de nasıl isterdim... 7-8 yaşlarındayken tek hayalim Ömercik gibi çocuk yıldız olup Ayşecik ve Hulusi Kentmen ile beraber kamera karşısına geçmek, rol kesmekti. Bu nedenle Ömercik'in Marmara Adası'ndaki yazlık sinemaya gelen hiçbir filmini kaçırmazdım. Hatta bir ara ailemin işlettiği otele bir film yönetmeni gelmişti. Ben de yanına gidip sinema oyuncusu olmak istediğimi söylemiştim. Bana "Bakarız" demişti. O tek kelime benim umutlarımı, hayallerimi yüz kat artırmıştı. Artık her gece rüyamda Ömercik oluyordum. Ediz Hun artık benim saçlarımı okşuyordu... Sonra... Sonra yönetmenden haber çıkmadı. Her çocuk gibi ben de başka hayallerin peşine düştüm. Yeni hayalim, adanın iskelesine dizilen kum kosterlerinden birine kaptan olmaktı...
Ömercik'i canlandıran Ömer Dönmez'in vefat haberini duyunca gözümde çocukluk hayallerim ve hayal kırıklıklarım canlandı. Oysa gerçek Ömercik'in hayalleri benimkinden çok daha dramatik bir şekilde sonlanmıştı. Önce küçücük yaşta gelen inanılmaz şöhret travması. İsminin Ayhan Işık'larla, Ediz Hun'larla, Hülya Koçyiğit'lerle birlikte anılması... Sonra derin bir yalnızlık, katlanılmaz bir unutulmuşluk. Kimsenin üzerinde 'son kullanma tarihinin' yazdığı bir etiket yoktur, bu ülkenin çocuk yıldızlarından başka... Ve ardından gelen elim bir kaza, yitirilen göz... Taksicilik yılları... Amansız bir hastalık ve tek başına, mahzun bir ölüm...
Aslında sözü getirmek istediğim yer, çocukları film ve dizi oyuncusu olsun diye ajans kapılarında yatan anne- babalara... Cehennem gibi spot ışıklarının altında defalarca tekrarlanan sahneler yüzünden gece yarılarına sarkan çekimler, bozulan uyku ve beslenme düzeni, okuldan soğuma, gerçek arkadaşlarından soyutlanma, geçici şöhret sarmalının getireceği kaçınılmaz şımarıklık, ideallerden vazgeçip "Tamam, ben oldum" şekline bürünen acınası ruh hali... Peki ya sonra? O taptaze ruhta, aniden unutulmanın, tepe üstü boşluğa yuvarlanmanın çöküntüsü...
Ben Ömercik olamadım ama 'Ömercik dramını' yazan gazeteci oldum. Mesleğimi aşkla yapıyorum. Belki de kocaman bir düş kırıklığının, onarılamayacak bir travmanın eşiğinden döndüm. Diyeceğim o ki; zorlamayın bebeleri... Olacağı varsa olur zaten...
Ah İrfan ah!
İrfan kim mi? Star TV'nin Babil dizisinde üniversiteden atılıp çocuğunun hayatı için türlü dümen çevirmek zorunda kalan, Halit Ergenç'in canlandırdığı öğretim görevlisinin adı.
Geçen cumartesi bizim okurlar bu sütunlarda dizideki senaryo hatalarını birer birer gözler önüne sermişlerdi. Bir ekleme de ben yapayım:
İrfan, ölümcül bir hastalığa yakalanan oğlunun ameliyat parasını bulabilmek için tüm ilkelerini bir yana bırakıp türlü dolandırıcılığa kalkışıyor. Hayali bir maden şirketinden saadet zinciri oluşturup katılımcıları 'keklemeye' çalışıyor. Sadece bir tanıtım toplantısıyla onlarca kişinin parasını cebine indiriyor. Gelin görün ki, bir zamanlar sevgilisi olan kadın, yardım etmek için önüne bir çanta dolusu para koyduğunda nasıl oluyorsa 'gurur" yapıp "Metresliğini yaptığın adamın parasını alamam" diyerek reddediyor.
Hem günahsız insanların paralarını çarpacaksın, hem de bir anda namus, şeref bekçisi kesileceksin.
"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diyeceğim ama ortada perhiz filan da yok ki...
Gaf kürsüsü
Meslektaşım Tansu Sarı'dan bir sobe daha: BeIN Sports'ta Gaziantep- Sivasspor maçını anlatan Gökhan Telkenar; Gaziantepli Andre Souza'ya defalarca "De Souza" ve "Andre Santos" derken; Sivasspor kalecisi Samassa'nın kalesinden oldukça açıldığı sırada Diarra'nın attığı 4'üncü Gaziantep golünde de "Samassa kalesinde dikkatli" dedi.
Zap'tiye
Hayvanlara yaptığımız bunca eziyetten sonra tarlalara neden goril, kaplan, ejderha değil de 'insan' şeklinde korkuluk dikildiğini daha iyi anladım.
Ne demiş?
"Küfür etmekten kurtulmamı sağlayacak bir tedavi yöntemi varsa çok mutlu olurum." (Sahnede ağzını bozan İrem Derici'nin 2. Sayfa programındaki sözleri)