Neler oldu, neler... Televizyon yazarlığı açısından bu kadar bereketli bir haftayı yazı yazmadan geçirmek işkence gibiydi vallahi... Kendimi hem diyet yapan, hem de kebapçıda çalışan garson gibi hissettim.
Olan biteni es geçecek de değilim hani.
İşte izindeyken aldığım notlar:
ERSOY VAKALARI
Bülent Ersoy'un şovu, mevlit akşamına denk gelince Diva hayli zorlandı. Hem gecenin kutsiyetine uygun davranmak, hem de ekran başındakilere hoşça vakit geçirtmek kolay değildi.
Ersoy'un haftalardır üstlendiği bir 'zorunluluğu' da vardı: Programdan söz ettirmek... Ve Ersoy bir kez daha bunu başardı. İlahi söylerken taktığı türban olay yarattı; üzerine uzun uzun yazılar döşenildi. Bu çağda, üstelik de etrafımızda bunca önemli olay yaşanırken; bizim hâlâ 'Kimler türban takabilir, kimler takamaz? Türbanın kenarına reyting oyası işlenir mi?' tarzında ahkam kesmemiz, durup durup klişeleri hortlatmamız ne acı...
Ersoy'un ikinci vukuatı ise stüdyo dışında yaşandı. Nişantaşı'nda otomobilinin içinde fotoğrafını çekmeye çalışan bir delikanlıyı darp ettiği iddia edildi.
Osman Ateş adlı genç, canlı yayınlara çıkıp nasıl dayak yediğini, küfür işittiğini filan anlattı. İlahi okurken başını kapatmayı akıl eden Diva, yolda giderken aracının camını kapatmayı nasıl düşünemedi, anlayamadım doğrusu! Bir de, elinde cep telefonu olan herkesin potansiyel paparazzi kesildiği günümüzde, 'hayran kovalamak' sadece kilo vermeye yarayabilir; benden söylemesi...
TAKMA KAFANA ESRA
Geride kalan haftanın en büyük tartışma konularından biri de Esra Erol'un ikinci bebeğini düşürmesiydi. Bazıları kadın doğum uzmanı kesilerek, düşük vakasına Esra'nın programındaki hareketliliğin ve yaşadığı stresin neden olduğunu belirtip 'tıbbi teşhis' konusunda çağ atladılar!
Bir de Esra'nın düşük olayından iki gün sonra programa çıkmasını şiddetle eleştirenler oldu. Eşi Ali Özbir, o sakin tabiatlı adam bile sabah programlarına telefonla bağlanıp "Yapmayın, etmeyin! Esra çok üzülüyor, onun ruh halini hiç mi düşünmüyorsunuz?" demek zorunda kaldı.
Karnında taşıdığı bir çocuğu kaybetmenin nasıl fiziksel ve ruhsal bir travma yarattığını ancak onu yaşayan kadınlar bilebilir. Hele onu ertesi gün işine devam ettiği için suçlamak, insafsızlığın en büyüğüdür. Herkesin 'rehabilitasyon' yöntemi farklı olabilir. Esra da işine dört elle sarıldıysa ve doktorları buna izin verdiyse, ahkam kesenlere en kibar tabirle 'ot yemek' düşer. Hele ki o programdan ekmek bekleyen 60 kişi, otellerde konuk edilen onlarca aday Esra'nın ağzına bakarken... Neyse ki Esra da, Ali de bütün bu olup bitenler karşısında kaya gibi dimdik durabilecek kadar güçlü karakterlere sahipler. Yine de içlerinde ne yaşadıklarını bir Allah, bir de onlar bilir...
'SÜT'ÜDYO GEYİKLERİ
Doktor Feridun Kunak, stüdyoya eşek sırtında gelir de, bizim Zahide Yetiş ondan geri kalır mı? Geçen hafta keçi sütünün faydalarının anlatıldığı program, 'uygulamalı' idi. Başına yemenisini geçiren Yetiş, stüdyoya getirilen keçiyi bir güzel sağdı.
İlk başlarda bir hayli bocalayan ama dakikalar ilerledikçe süt sağmanın tekniklerine vakıf olan Yetiş, yarım kova süt sağmayı becerince en muzaffer komutandan bile daha mutlu bir ifade takındı.
Bu sahneyi görünce, ismini hatırlayamadığım İnek Şaban filmlerinden birindeki bir sahne gözümde canlandı. Hani bizimkinin ahırda süt sağayım derken, inek sanıp her yerini mıncıkladığı öküz sahnesi...
Süt sağmayı bilmem de, ekrandan reyting sağmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyor...
İLAÇ GİBİ GELDİ
Lige verilen devre arasında futbola susamışlığımı ise ATV ve A Haber'den naklen yayınlanan Ziraat Türkiye Kupası maçları ile giderdim. Teknik, içerik, sunum, yorum ve haber olarak yayınlar tek kelime ile mükemmeldi. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor'un yokluğunda kupanın biraz gazı kaçmış gibi görünse de; hem ortaya konulan futbolun düzeyi ve maçların heyecanı, hem de yayın kalitesi; açık kanalda maç izleme keyfini hepimize fazlasıyla yaşattı. Emeği geçen herkese teşekkürler...