Pazar gecesi merhum Barış Akarsu kardeşimin annesi Hatice Hanım aradı. Hıçkırıklarla ağlıyordu. Amasra'daki müze evlerine hırsız girmiş. Barış'tan yadigar ne kadar kolye, ödül, yüzük ve özel eşyası varsa hepsini almış; tabii evdeki değerli diğer eşyalarla birlikte. Barış'ın çalınan özel eşyaları arasında hiçbir zaman yanından ayırmadığı Ayetel Kürsi ve bir zamanlar 'Barış yüzüğü' olarak moda olan özel tasarım yüzük de varmış. Hırsız, Hatice annenin gözü gibi koruduğu gitara ise dokunmamış.
Barış'ın trafik kazası geçirip hayatını kaybettiği o acılı günler dün gibi aklımda. Hastane koridorunda Hatice anneyi ilk gördüğümde içim cız etmişti. Elinde Barış'ın çorabı vardı. Adeta bir gül yaprağı gibi avucunda tutup kokluyordu.
Evladını genç yaşta toprağa vermiş bir anneye yapılacak en büyük kötülük, o annenin güzel anılarını çalmaktır. O hırsız belki de ne yaptığının farkında değil. Eğer bu yazıyı okuyacak ya da birilerinden duyacak olursa bilsin ki, Barış Akarsu'yu annesinin gözünde bir kez de kendisi öldürdü. İçinde bir gram insanlık ve vicdan barındırıyorsa; maddi değerleri, manevi değerlerinin yanında bir 'hiç' olan o eşyaları bir şekilde Barış'ın annesine ulaştırsın. Ben o hıçkırıklara dayanamam...