Malum gündem nedeniyle her bültende, hemen her programda aşılama görüntüleri ekrana getiriliyor. Okurumuz Nevzat Basım ise bu görüntülerden rahatsız olanların da bulunabileceği gerçeğini dile getirmiş:
"Selamlar, televizyonların izleyici temsilcilerine de yazdım ama kimsenin ciddiye almadığını anlıyorum. Sorun şu: Tüm kanalların ana haber bültenlerinde aşılama haberleri sırasında bol bol aşı vurulma anının görüntüleri paylaşılıyor. Kocaman bir iğne, neredeyse 4 - 5 santimetresi bam diye kola batırılıyor. Tüm kanallarda tekrar, tekrar bu görüntüler var. Bilim Kurulu üyesi Profesör Dr. Ateş Kara bile bir hekim olarak aşı vurulmaktan korktuğunu; başkasına da vuramadığını, aşı vurması gerektiğinde hemşireden yardım istediğini bir TV yayınında itiraf etmişti.
Bu kadar çok 'vahşice batırılmış iğne sahnesi' görmek beni gerçekten ama gerçekten rahatsız ediyor. Eminim çok sayıda kişi görüntülerden rahatsız oluyor, bakamıyor ve giderek de bir aşı korkusu geliştiriyor. Aşı haberlerini verirken kola batırılan iğne görüntülerini azaltmak mümkün olabilir mi? Teşekkürler."
Böyle okura can kurban
Okurlarımın eleştirilerinden öyle güzel besleniyorum ki. Sadece olumlu olanlardan değil tabii. Sayelerinde yanlışlarımı fark edip, kendime çeki düzen verme şansını yakalıyorum.
Değerli okurum Cüneyt Aydın, geçen hafta Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun programından yola çıkarak yazdığım ve Peygamber Efendimiz'in (S.A.V.) yeme-içme alışkanlıkları ile bugünün uzman diyetisyenlerinin önerileri arasındaki benzerliğin altını çizdiğim yoruma son derece haklı bir eleştiri getirmiş:
"Sayın Yüksel Aytuğ, diyet yazınızı güzel güzel okudum. Efendimiz'i (S.A.V.) andık. Ama son cümleyi kabul edemedim. Sizin ekmeğini diyetisyenlikten kazanan yakınınız yok mu? Ya da biz 'Bilgiye her yerden ulaşıyoruz, ne gerek var gazeteci peşinde koşmaya, ne gerek magazinci aramaya?' diyor muyuz? Böyle yazacağınıza 'Efendimiz'in tavsiyelerini size uygulatmaya çalışan diyetisyenlerinizi dinleyiniz' diyebilir, herkesin gönlünü kazanır, yazının da bütünlüğünü sağlardınız. Saygılarımla."
Burası Vahşi Batı mı?
Vurdulu kırdılı dizilerde en çok eleştirilenlerden biri de polisin, mahkemenin hiç ortalıkta görünmemesi. Geçen hafta Çukur dizisinden yola çıkarak ben de benzer bir eleştiri kaleme almıştım. Okurumuz Arzu Aksoy ise Show TV'nin bir başka dizisi Arıza'yı bu yönüyle mercek altına almış: "Sayın Yüksel Aytuğ, Arıza dizisinde Türkiye'de polis ve mahkeme yok gibi gösteriliyor. Taksi durağı taranıyor, polis yok. Son bölümde yapılan katliamlarda cenazeler ve aileleri nerede? Ali Rıza keskin nişancıyı vuruyor, etraftan kimse duymuyor, görmüyor. Vurulanlardan kan akmıyor. Senaryo iyice saçmaladı. Daha fazla seyredeceğimi sanmıyorum. Teşekkürler..."
Sevindiren dilenci haberi
Değerli meslektaşım Zekeriya Cengiz Tağtekin, bültenlerde izlediği bir habere gazeteci hassasiyetiyle farklı bir perspektiften yaklaşmış:
"Sevgili Yüksel, ilk kez bir dilencinin yaptığı sahtekarlığı beğendim. Haber bülteninde izledim. Zabıta, dilenciyi yakalıyor. Kucağındaki bebek görüntüsü bezlerden yapılmış. Zabıta, bebek diye kumaş parçalarını ortaya çıkarıyor. İnan 'Oh' dedim. Bir bebek en azından soğuktan korunmuş. Kardeşim, yaşlandıkça bebeleri düşünüp 'Böyle dilenciliğe şükürler olsun' diyecek duygusallığa erişti kardeşin. Sevgilerimle..."
Gaf kürsüsü
Okurumuz Firdevs Özmen Coşar'ın tespiti: Menajerimi Ara dizisinde Kıraç (Barış Falay) herhalde tüm saatlerini yanında taşıyor. İlk sahnelerde sarı, sonrasında aynı kıyafetle siyah bir saat takıyordu. Bu devamlılık hataları çok göze batıyor.
Zap'tiye
Survivor'da bu haftanın büyük ödülü ikişer doz Covid-19 aşısı olabilir mi acaba?
Ne demiş?
Mersin'de kuyumcu kuryesini gasp etmek isterken polise yakalanan soyguncular, cezaevine giderken arsızlığın, yüzsüzlüğün kitabını yazdılar: "Büyük paraydı, olmadı işte. Olsaydı güzel olurdu."