İki yapım şirketi birleşip 'Türkiye'de öyle bir gündem yaratalım ki, dizilerimiz ilgi görsün' dese, ancak bu kadarı olurdu.
Ekranda pür dikkat izlediğim iki dizi var.
Biri Karadayı, diğeri Ben Onu Çok Sevdim... Adalet mekanizmasının, yargının, yürütmenin, inisiyatif sahibi üst kurulların yetkilerinin tartışmaya açıldığı, savcıların özel yaşamlarının didik didik edildiği bu 'çok özel' günlere Karadayı'daki 'Savcı Turgut'un denk gelmesi, kaderin nasıl bir oyunudur?
Askeri, sivil ya da dini; her türlü vesayetin gölgesinin, demokrasi üzerine düşmemesi için olağanüstü çaba sarf edilen şu olağanüstü ortamda, bundan yarım yüzyıl önce Yassıada'da bir cumhurbaşkanı ve başbakan ile onların kader arkadaşlarına reva görülen zulmü 'dizi dizi' görmek sadece 'tesadüf' ile izah edilebilir mi?
SAVCININ BÖYLESİ
Bir savcı düşünün ki, devletin tüm olanaklarını şahsi menfaatlerine tahvil etsin. İşlediği tüm suçları, günahsız insanların üzerine yıksın. Hem çetelere maşa olsun, hem kendi kurduğu çetenin başında icraat eylesin. Kendisini kurtarmak için en yakınındaki kadını bile feda etmekten geri durmasın.
Yıl 1975... Savcı Turgut'un sadece bir 'hayal ürünü' olduğunu söylemek kolay mı?
YASSIADA REZALETİ
Bir Başbakan düşünün ki, tek emeli milletinin refah düzeyini arttırmak, ülkeye demokrasi getirmek olsun. Yaşamları ABD'ye, İngiltere'ye göbek bağıyla bağlı, dikta heveslisi bir grup asker, türlü entrika ve iftira ile 'demokrasiyi asmak' için darağaçları kursun. Avukatları mahkemeden uzaklaştırsın, tanıkları 'Çocuklarını bir daha göremezsin' diye tehdit edip mahkemede yalan ifade vermeye zorlasın, tutuklu başbakanın iradesini kırmak için ona uyuşturucu iğneler vursun, yanına dost gibi görünüp ondan istihbarat sızdıran 'yaver subaylar' yerleştirip fiziki işkenceye psikolojik olanını da eklesin...
Yıl 1960... Adnan Menderes'in 'tarih' olduğunu söylemek kolay mı?
Tarih, sadece geçmişten ders almayalar için tekerrür eder. Ne olur artık etmesin...