Uzun süreden beri merakla beklenen Dayı filminin başrollerinde yer alan Gizem Karaca ve Ufuk Bayraktar Bi' Başka Youtube kanalında Melis Güvenç'in konuğu oldu. Hayatlarını son dönemde daha korunaklı yaşamaya başladıklarını anlatan iki oyuncu haksızlık ve adaletsizlik karşısında ise tavırlarının çok net olduğunu ve mutlaka haksızlığa müdahale ettiklerini anlattı. Karaca ve Bayraktar haksızlığa karşı tavırlarını, "Bir şey gördüğünüzde söyleyemezseniz yaşamanın bir anlamı kalmıyor. Çünkü gördüğümüz, duyduğumuz her şeyden kendimizi sorumlu hissediyoruz. Gördüğüm her şeyden sorumluyum deyip gidip bulaşmak zorunda değilsin ama eğer bir yerde biri bir köpeğe vuruyorsa, zorda kalmış birisine tekme atıyorsa veya haksız yere birini iki üç kişi eziyorsa buna dur demeyeceksen o zaman niye varsın ki?" sözleriyle açıkladı. Bu filmle beraber partnerlikleri Filiz Akın ve Yılmaz Güney'in başrolünü paylaştığı Umutsuzlar filmine benzetilen iki oyuncu bu yorumlar içinse, "Onlar bizim büyüklerimiz. Belki onların yerini dolduramayız ama çıraklığını yapabiliriz. Bilmiyorum bu film belki kalfalık belgemiz olur. Bu yolda gidiyor olmak bile bir şeref. Benzetenlere teşekkür ederiz" dedi.
Merakla beklenen filmlerden biriydi Dayı bugün vizyonda… Nasıl bir heyecan içindesiniz?
Ufuk Bayraktar: Filmi çekeli iki yıl oldu. Çekimlerimiz pandemi dönemine denk geldi. Ama oyuncu olarak çok inanarak elimizden geleni yaptık. Tabii kameranın arkasında abim Uğur Bayraktar ve Serkan Öztürk'ün pandemi dönemini de kendi lehlerine çevirdiler ve filmi çok ince işledirler. İnsanların izlediğinde daha tatmin olacağı ve seveceği bir hale ulaştığını düşünüyoruz. Ama beklemesi yorucu bir süreçti. Şu an yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik.
Gizem Karaca: Çok çok güzel bir dünya kuruldu. Kostümleriyle ve platolarıyla inanılmaz bir dünya kuruldu. Aslında tam bir Yeşilçam'ı yansıtan ama daha modernize edilmiş bir film. Bence çok tatlı bir iş oldu.
Peki biz şimdi neyi izleyeceğiz? Bir melodram mı, mafya filmi mi yoksa kabadayı filmi mi izleyeceğiz?
U.B: 60'lar, 70'ler, 80'lerde kabadayılık diye bir kavram vardı. Onlar adalet ve merhamet terazisiyle yaşayan insanlardı. Şimdi başka bir şeye dönüşmüş olabilir. Ama abim bu filmi yazarken babamızdan esinlendi. Bu hikayede adalet ve merhamet terazisiyle yetişmiş bir çocuğun, şehre geldiğindeki bir dostluk ve çok derinlerde yaşadığı bir aşkın içinde kendisini bulmasıyla yaşadıklarını anlatıyor. Tabii bunları anlatırken geldiği noktadaki olaylar onu bambaşka bir dünya götürüyor…
G.K: Bu sırada ben plak çıkarmaya çalışan, şirin şirin ortada dolaşan, abisinin kanatları altında olan, hayalleri peşinde koşan cıvıl cıvıl bir kızı canlandırıyorum. Kendim gibi enerjisi yüksek birini oynuyorum. Bu yüzden çok keyifliydi. Çok dallanabilecek ve çok rahat oynayabileceğim bir karakterdi. Hayalleri peşinden koşarken hiç beklemediği ve belki de hiç hayalinde olmadığı tarzda bir aşk yaşamaya başlıyor. Ve aslında hayallerini gerçekleştiren bir adam karşısına çıkmış oluyor.
Bu filmle böyle ikili olmanız bana Umutsuzlar filmini ve filmde başrolleri paylaşan Filiz Akın ve Yılmaz Güneyi hatırlattı. Ve siz bence yeni neslin Filiz Akın'ı ve Yılmaz Güneyi olabilirsiniz. Siz ne dersiniz bu konuda?
U.B: Yılmaz abi sinema dünyasına ve ülke tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Benzetiliyorsak ne mutlu bize. Şimdi sen böyle deyince Gizem'e dönüp dönüp bakasım geliyor. Hakikatten benziyor.
G.K : Çok teşekkür ederim. Evet zaman zaman Filiz Akına benzetenler oluyor beni.
Ufuk sıklıkla sen yeni Yılmaz Güney olarak da gösterilen birisin. Bu yorumlara ne diyorsun?
U.B: Ne mutlu bana ama Yılmaz abi gönlümüzde. Ama hiç kimse giden birinin yerini dolduramaz. Onlar bizim büyüklerimiz. Belki onun yerini dolduramayız ama çıraklığını yapabiliriz. Bilmiyorum bu film belki kalfalık belgemiz olur. Bu yolda gidiyor olmak bile bir şeref. Benzetenlere teşekkür ederim.
"CEZA EVİ SÜRECİ BİR ÜNİVERSİTE GİBİYDİ"
Adli bir olayla beraber bir ceza evi süreci yaşadın. Bu süreç bu film için ne kadar besleyici oldu ya da oldu mu?
U.B: Hayatın her alanında bir şey gidiyorsa yerine başka bir şey katılıyordur. Hep aklımızda bu filmi yapmak vardı. Çünkü dışarıda gençlerin hep böyle taleplerini görüyorduk. Ceza evi süreci başladığında abimin içine de bir şevk düştü. Biraz da beni içeride motive tutmak için yazdılar. Bende çok yazdım, çizdim, okudum. Çıktıktan sonra çekmek için hemen ikna olmadım. Çünkü nasıl yaparız bu işi diye kaygı duymaya başladım. Ama o sürecin büyük bir etkisi var.
G.K: Aslında her şey bir deneyim ve onlardan da besleniyorsun… Her şerde bir hayır dedikleri bu oluyor sanırım…
U.B: Evet birkaç kez gördüm oraları. Her yere üniversite gibi bakarım. İki insanın tartışmasını izlerken bile oradan çıkartacağınız ders bir üniversite eğitimi gibidir. Ceza evi de bunun en üst noktasıydı.
Hak ve adalet konusunda çok hassas olduğunuzu biliyorum. Ama bir haksızlık karşısındaki tavrınız ne olur? Adaletsizliğe karşı tepkinizi nasıl verirsiniz?
U.B: Geçen gün bir kişiye çok sinirlendim. Sokaktaki köpeğe bir adam durduk yere sopa fırlattı. Çok kızdım ama kavda etmedim. "O sopayı alırsam senin kafanda kırarım" dedim.
G.K: Hayvanlara karşı benim de çok büyük bir zaafım vardır biliyorsun. Ben mesela o sopayı alıp ona fırlatırım.
U.B: Ama benim adım çıkmış o yüzden fırlatamadım. Ama mutlaka sözümü söylerim. Gizem'de de aynı şey var. Çünkü bir şey gördüğümde söyleyemezsem yaşamanın bir anlamı kalmıyor. Çünkü gördüğümüz, duyduğumuz her şeyden kendimi sorumlu hissediyorum. Gördüğüm her şeyden sorumluyum deyip gidip bulaşmak zorunda değilsin ama eğer bir yerde biri bir köpeğe vuruyorsa, zorda kalmış birisine tekme atıyorsa veya haksız yere birini iki üç kişi eziyorsa buna zor demeyeceksen o zaman niye varsın ki?
G.K: Savunabilecek bir durumun varsa mutlaka onu savunman lazım.
"ZAMAN İÇİNDE HAKSIZLIĞA UĞRAMAMAYI ÖĞRENİYORSUN"
Peki sizin uğradığınız en büyük haksızlık neydi?
U.B: Geçmişimde iyi şeyler de yaptım, kötü şeylere de sebep olmuş olabilirim ama pişman olmak için vakit yok. Yani hayat devam ediyor. Biz iyilerimizi çoğaltıp, eksik taraflarımızı törpüleyerek, olgunlaşarak yaş almaya devam ediyoruz.
G.K: Tabii ki herkes gibi haksızlığa uğramışlığım var. Hala da uğruyoruz. Fakat sonrasında bir daha, bir şekilde iyi tarafından bakarak o haksızlığa uğramamayı öğreniyorsun. Ders almaya çalışıyoruz.
Peki şu an olgunluğun hangi evresindesiniz? Eskiye göre şimdilerde neyi yapmıyorsunuz?
U.B: Her şey yaşla beraber etrafımızda dönüyor. Artık 40 yaşındayım ve doğru bir olgunluk yaşında olduğumu düşünüyorum. Deryanın içimde bu şekilde evrildiğini hissediyorum. Zaten insanın dönüşümü de hiçbir zaman bitmiyor. İçimizdeki hücreler bile her saniye yenileniyor. Yani değişim devam ediyor. Önemli olan bunu iyi tarafından olgunlaştırmak. O agresif tarafı daha törpülü tutmak. Çünkü adaletsizliğe müdahale etmek tamam ama Gizem'in de dediği gibi müdahale edebildiğin yerde yapman lazım. Yoksa şurada şimdi çıkayım dışarıda bin tane adaletsizlik görürsün. Yetebildiğimiz kadar, sözümüzü söyleyebildiğimiz kadar insan olmak sanatının herhalde en büyük özelliklerinden biri. İyi ve güzel olan şeyleri doğru bir lisanla karşı tarafa aktarabilme sanatıdır bence doğru insan olabilme sanatı. Biraz bunu yapmaya çalışıyorum.
Gizem, insan olma sanatını bu kadar şiirsel bir şekilde anlatan biriyle karşılıklı oynamak nasıldı?
G.K: Çok keyifliydi. İnişli ve çıkışlı ama çok güzeldi. Ortaya çok lezzetli bir iş çıktı.
O dönem seti içinden çıktıktan sonra bu döneme ait olmadığınızı düşündünüz mü?
G.K: Açıkçası ben çekerken şunu düşündüm, her şey ne kadar naif, ne kadar minimal, herkes daha kibar, o dönem hayaller bile daha toz pembe ve netmiş. İnsanlarda şimdiki gibi bir duygu karmaşası yokmuş. Böyle bir şeyin içinden çıkınca. Keşke biraz daha bunlar devam etse diyorsun. Çünkü o zamanlar saygı, aile, birlik, kardeşlik çok önemliymiş. Şimdi herkes birbirini satıyor. Kim arkadaşın, kim dostun bilmiyorsun. Herkes kendi çıkarları için yaşıyor. Ama o dönem enteresan tatlı bir naiflik varmış.
Son dönemde daha korunaklı yaşamaya başladığınızı görüyorum öyle mi?
G:K: Evet son 2-3 senedir daha at gözlüğü takmış şekilde bir hedefim var ve oraya koşturuyor modundayım. Bu yüzden çok karşılaşmıyoruz. Bir de İzmir'e taşındım ve orada domates ekip, salatalık biçiyorum.
"HİÇ SÖYLENDİĞİ GİBİ TOZ PEMBE BİR DÜNYADA YETİŞMEDİM"
Oyunculuğu hangi racona göre yapıyorsunuz?
U:B: Yazılan bir hikâye var. Orada zaten oluşturulmuş bir duygu durumu var. Karşılıklı o diyaloglar okunduğu zaman ortaya çıkıyor. Ama benim için Kabadayılık anlayışı bir terazidir. O terazi de bir adalet ve merhamet duygusunu katarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
G.K: Aslında bu film biraz Kabadayılık algısını da yıkıyor. Kabadayı denince herkes asan kesen birini hayal ediyor belki ama burada biraz daha duyguya önem verildi ve aslında bu bir duygu filmi.
Ufuk bu film babanın hikâyesinden esinlenerek ortaya çıktı ama bir kesimde bir kafa karışıklığı var sanırım. Baban kabadayı mı mafya mı tartışmaları yapılıyor. Buna ne diyorsun?
U.B: Şöyle söyleyeyim; biz babamın silahını 20 yaşımıza kadar görmedik. Üç kardeş biz özel okulda okurken kirada oturmaya devam ettik. Tüm kazandığı parayla çocuklarım okusun diye uğraştı. Ben böyle bir dünyadayım onlar bu dünyaya girmesin diye uğraştı. Hiçbir zaman biz buranın ağasıyız diye konuşmayan bir adamdı. Her zaman evde şarkılar söyleyen, kız kardeşimin tepesine çıkıp kelinde darbuka çaldığı bir adamdı. Ama dışarıda insanlar önünde ceketlerini ilikliyordu. Ben de babamdan neden çekindiklerini hep merak ederdim. Meğerse babam dışarıda adaletsiz bir şey gördüğünde gerektiğinde kafasını gözünü kırıyormuş. Ama bize karşı ödevlerimizi, derslerimizi takip eden, hediyeler alan bir adamı.
Gizem sen prensesler gibi büyütülmüş biri olarak bu dünyaya çok yabancısın. Peki bu dünyayı sadece filmlerden mi gördün yoksa çevrene böyle duyduğun ve karşılaştığın hikâyeler var mıydı?
G.K: Evet öyle yetiştirildim fakat iş hayatına atılınca belirli insanlar tanıyorsun ve belirli hikâyelere şahit oluyorsun. Aslında söylediğin gibi hiç te toz pembe bir hayatta yetişmedim.