Dizinin jenerik müziğini duyar duymaz, ekrana kilitlenirdik. Aşk Gemisi başlıyor olurdu. Dünya tarihinde Titanic'ten sonra en ünlü yolcu gemisiydi. Asıl adı Pasifik Prensesi'ydi, dizinin ardından Love Boat olarak değiştirilmek zorunda kalınmıştı.
Dünya üzerinde cruise turizmi eğer bu kadar gelişmişse; bunu biraz da Aşk Gemisi dizisine borçlu olduklarını düşünüyorum.
Binbir lüksün yolcuların emrine verildiği bu şahane gemi, ekran başındaki herkese düş kurdurmaya yetiyordu.
Kaptan ve mürettebatı her bölümde bir ya da birkaç aşk öyküsünü tatlı sona bağlıyor, adeta Esra Erol'un izdivaç programının ilk tohumlarını atıyorlardı.
Ve sonunda gemi, ekonomik ömrünü tamamladı. Bir Türk firması, gemiyi söküp jilet yapmaya talip oldu. Bizim Aşk Gemisi; 'kalp yorgunu' olsa gerek, Aliağa'daki tersaneye çekilirken, su alıp yan yattı. (Yoksa ömrünün son anlarında 'Her aşk bir gün su alabilir; bakım ve tamir yapmayı unutmayın' mesajı mı vermek istemişti?) Ekipler anında müdahale etti. Su boşaltma çalışmaları başladı. Gelin görün ki; dışarıya su boşaltan pompa, mazotla çalışıyordu ve makine dairesinin havasız ortamında tabii ki egzozundan zehirli gaz salacaktı.
Bu kadar basit bir olayı bile öngöremeyenler yüzünden o sırada makine dairesinde bulunan 12 kişi, egzoz gazından zehirlendi. İkisi maalesef kurtarılamadı. Daha vahimi ise, ölenlerden birinin ailesinin iddiası: Meğer zehirlenme vakasının aynısı bir gün önce yaşanmış. Zehirlenen işçilere yoğurt yedirip evlerine göndermişler. Ertesi gün... Yoğurt bile yedirememişler...
Yani bir türlü aklım almıyor; nasıl bu kadar 'felaket mıknatısı' bir ülke olabildik? Yıllarca tüm dünyaya aşk gülücükleri dağıtan gemi, Türk karasularına girdiği anda 'ölüm meleğine' dönüşüyor.
Kim bilir belki de ölen işçi kardeşlerimiz, bir dönem Aşk Gemisi'ni izlerken herkes gibi iç çekip "Ah o gemide ben de olsaydım" demişti. Gemiye, 'son yolculuk' için bineceklerini nereden bilebilirlerdi ki?
Dünyanın en eğlenceli, en pembe, en güler yüzlü dizisini, en dram yüklü prodüksiyona çevirdik ya; helal olsun bize!