Pazar gününde sevimsiz bir yorumla karşınıza çıkıp canınızı sıkmak istemezdim ama gördüklerime daha fazla dayanamadım.
Perşembe akşamı ekranlara düşen haber, hepimizin yüreğini sızlattı. Pendik'te demir yüklü kamyon, damperini kaldırıp tonlarca ağırlıktaki yükünü yola boca ediyor. O sırada caddede yürüyen 7 yaşındaki Talha, demirlerin altında kalıp feci şekilde can veriyor. Kaza mı? Bence değil. İstanbul'un göbeğinde, tam da okul çıkış saatinde, herkesin gelip geçtiği bir caddeye 'gümmm' diye demir indirmek nasıl bir aymazlıktır! Tıpkı İzmir'de servisin içinde minicik Alperen'i unutmak, Denizli'de 5 yaşındaki Mert'i bekçisi olmayan oyun parkında bir başına bırakıp naylon parçasıyla boğulmasına sebep olmak gibi...
Merak edip internet arama motoruna sadece 'çocuk öldü' diye yazdım. Karşıma çıkan tablo yüzünden dünyam karardı. 9 Kasım'da Kayseri'de Mehmet (3), sekizinci kattan düşüp ölmüş. İki gün önce Şirvan'daki göçükte iki çocuğumuz melek olmuş. 29 Kasım'da Kastamonu'daki yangında bir çocuğumuzu yitirmişiz. 5 Kasım'da Şırnak'ta teröristlerin daha önce tuzakladığı patlayıcının infilak etmesi sonucu iki çocuğumuzu kaybetmişiz. 28 Kasım'da İzmir Konak'taki evlerinde yalnız bırakılan Irmak (6) ile kardeşi Yunus Emre (3) ölü bulunmuş. Zehirlendikleri sanılıyor... Bunlar sadece son bir ay içindeki çocuk ölümlerinin küçük bir bölümü...
Baba olunca daha iyi anladım; göğe uğurladığımız her melekle dünyamız biraz daha cehenneme dönüyor. Allah kimselere evlat acısı göstermesin. Koruyalım, gözetelim, önlem alalım ve ondan sonra Allah'a emanet edelim. Ama çokça da utanalım. Zira bu ülkede çocuk olmak, 'en büyük ceza' haline geldi...