Bunun oyuncuya sağladığı büyük bir avantaj da var; hangi sahnede neyi neden oynadığımızı, nasıl oynayacağımızı bize hatırlatan bir uyaran, bir amaç söz konusu. Bize düşen de o amaç doğrultusunda kendi yorumumuzu seyre sunmak.
Sosyal medyada işin bu yanını eleştirenler oldu...
Evet, işin bu yanını, gerçeği ıskalayan bazı eleştiriler oluyor. Oyuncuların başarılı performanslarına aldanıp zorbalığı övdüğümüzü iddia ediyorlar, 'Bunları göstermeyin' diyorlar. Onlara şunu sormak gerek: Göstermediğimiz bir zorbalığa karşı durmayı nasıl göstereceğiz?
EKREM ZAMANLA ANLAŞILACAK
Karakter özelinde size cazip gelen şey neydi?
Senaristlerimiz Filiz Alpgezmen ve Murat Can Tura'nın uzun zamandır üzerinde çalıştıkları bir hikâye anlatıldı bana. O hikâyede benim üstleneceğim rol detaylarıyla tarif edildi, kâğıt üzerinde gösterildi. Ben de farklı bir deneyim yaşayacağıma çarçabuk ikna oldum. Belki ilk bölümlerdeki seyrine bakıp Ekrem Baykara'yı küçümseyenler olacaktır. Fakat vakti gelince, şimdiden biriktirip ince ince işlediğimiz Ekrem Baykara'yla karşılaştıklarında, senaryo görüşmelerinde bana ne anlatıldığını, benim neye ikna olduğumu göreceklerinden eminim. Daha önce hiç Ekrem Baykara gibi birini oynamadım.
Ekrem'in kardeşi Emir ile arasındaki rekabeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce kime hak vermek gerek?
Emir de Ekrem de kendi bakış açılarına göre haklı. Zaten onları karşı karşıya getiren de bu. Fakat seyircinin kimi haklı bulacağını soruyorsanız, buna onlar karar verecek. Ve bakarsınız her sürpriz gelişmeyle verdikleri kararı tekrar sorgulayabilirler.
ROLÜMÜN CAZİBESİ FARKLİLİĞİ
Sizce bu husumet biter mi?
Husumetin biteceği noktada birçok başka husumet doğar. Bunu göze alabilirler mi, göreceğiz.
Kötü adamı oynamak nasıl bir his? Kötüyü canlandırmak tercih ettiğiniz bir şey mi?
Açıkçası Ekrem Baykara'nın kötü olduğundan emin değilim. Kötülüğü olduğu muhakkak. Kendi bildiği ve inandığı kadarıyla çabalıyor, hatta bazen çırpınıyor. Başvurduğu her yol doğru değil tabii ki. Zararının dokunduğu çok insan var. Fakat başkalarının kötülüğüne de maruz kalıyor. Onu hikâye içinde, hikâyenin anlatılması için tuttuğu yeri gözden kaçırmadan, fakat başka yanlarıyla da görmeye çalışıyorum. Rolümün cazibesi bu farklılığı zaten. Kötü olan değil, kötülüğü olan bir adamın o kötülüğe neden ihtiyaç duyduğunu ve ona kötü diyen iyi insanların buna ne kadar sebep olduklarını da kanlı canlı gösterebilirsem ne mutlu bana.
BABAMİN YEŞİLÇAM'DA YEDİĞİ DAYAKLARI İZLEDİM
Babanız Yeşilçam'da figüranlık yapmış. 'Büyük oyunculardan büyük dayaklar yiyordu' diye bir açıklamanız var. Bu konudan biraz bahseder misiniz?
Babamın ben doğmadan, hayat gailesi onu esir almadan önce yaşadığı bir dönemdi. Hep keyifle hatırlardı. Ben yediği dayakları veya aynı filmde üç kere öldürüldüğünü ancak filmlerde gördüm.
Babanızın Yeşilçam geçmişi kariyerinizde etkili oldu mu?
Mutlaka etkisi vardır. Hatta benim bu istekle doğmuş olmamın sebebi de olabilir. Belki Yeşilçam'da bir geçmişi olduğunu söyleyebileceğimiz kadar uzun süren bir macera değildir bu fakat benim perdede ve ekranda gördüğüm yerden geçmiş olmasıyla üzerimde etki bıraktığı muhakkak.
Babanızın Yeşlçam'da size anlattığı ilginç olaylardan birini bizimle paylaşabilir misiniz?
Tarihi temalı, at üstünde geçen filmlerden birinde, kahramanın bütün düşmanı doğradığı sahnelerden biri çekiliyormuş. Babam da kahramana düşman atlılarından biri olarak saldıracakmış. Bakmış kahraman bıçkın, kendini epey kaptırmış, babamın da gözü korkmuş. Bu bende kulak burun bırakmayacak deyip, kesilmeyi beklemeden atın üstünden yere atmış kendini. Yönetmen çekim bitince babama adını sormuş ve aferin demiş. Babam bunu anlatırken 'Can havli nelere kadir' demişti.
BİRKAÇ USTA DIŞINDA KENDİNİ FİLME ADAYAN YOK
Bugünle kıyaslayacak olursak o dönemde oyunculuk yapmak ister miydiniz? İsterdim tabii. Seyretmeye doyamadığım bütün o ustaların kenarında durmak ne güzel olurdu.
O filmlerin hâlâ sevilerek izleniyor olmasını neye bağlıyorsunuz? Önce samimiyete bağlıyorum. Samimiyetten kastım, o dönem oyuncularının büyük çoğunluğunun kendilerini işlerine adamış olmaları. Filmlere adanmış, bu uğurda yaşanmış hayatlardan söz ediyorum. Şimdilerde birkaç usta dışında öylesini bulmak zor.
SAHNEDE ALKIŞ DA YUH DA BENİMDİR!
Tarla Kuşuydu Juliet adlı oyunda seyirciler tiyatro sahnesinde bambaşka bir Fatih Al görüyor. Tiyatro daha özgür olduğunuz, şımarabildiğiniz bir alan diyebilir miyiz?
Şımarmak değil de eğlenmek diyelim. Yoksa şımarmak tiyatro oyununda kabul gören bir davranış biçimi değil. Elbette bunu içeren ve onaylayan gösteri türleri var. Fakat ben oynadığım oyunlarda eğlenmekle yetiniyorum ve zaten bu bir gereklilik. Eğlenmediğim sahnede neden durayım? Diğer yandan sözünü ettiğiniz özgürlüğü sağlayan şey seyirci ile aracısız kurulan iletişimdir. Tiyatro oyununda üzerime ışık düşmesi kafidir. Alkış da benimdir, yuh da. İşte bu imkanların varlığıdır oradaki özgürlük.