Survıvor'da Nihat Doğan'ı izlemeye devam ettikçe vatanperverliğimden şüphe duymaya başladım.
Memleket hasretiyle yanıp tutuşan Nihat, Dominik'teki adanın kuytularına kaçıp kaçıp vatan özlemiyle gözyaşı döküyormuş. Ben bir gün bile böyle bir icraatta bulunmadığım için kendimden utanıyorum. Allahım, acaba ben ülkemi sevmiyor muyum? Niye yurtdışına giderken, memleketimi birilerine emanet etme ihtiyacı hissetmiyorum ki yarabbim?
Andım olsun, bundan sonraki ilk yurtdışı seyahatimde ülkemi bir Yediemin'e emanet etmezsem ne olayım!
Yurtdışı seyahati dedim de; sağolsun Acun kardeşim beni Survivor adasına davet etti. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle çok istememe rağmen davetine icabet edemedim. Eğer gitseydim, sevgili Nihat'a memleketin 81 ilinden toplanmış toprak götürecektim. Eminim, bir buçuk porsiyon Adana kebaptan daha fazla makbule geçerdi...
Bu arada Taner diye bir yarışmacı kardeşim var.
Bildiğiniz deli... Korkum, kendine ya da bir yarışmacı arkadaşına zarar verecek olması. Hiperaktivitenin üst sınırlarının nerelere dayanabileceği konusunda bilimadamlarına çok önemli veriler sunuyor.
Taner ve Nihat konusundaki en özlü sözü ise adaya giderken uçakta Zeynep Tunuslu söylemiş:
"Bu yarışmanın üç etabı var: Birincisi, oyunları kazanmak. İkincisi Nihat'a, üçüncüsü Taner'e tahammül edebilmek..."
Diyeceğim o ki, ıssız bir adaya düşmeden önce yanınıza almayacağınız iki şey belli!