Çanakkale Savaşları'nın en bilinen alaylarından biridir 57. Alay. Her yıl uğruna törenler yapılacak, yürüyüşler düzenlenecek kadar sahiplenilir. Çünkü tarihe şanlı alay olarak geçmiştir. Lakin buna rağmen bu alayın komutanı şehit Yarbay Hüseyin Avni Bey'in hikayesi pek bilinmez. Oysa çıkarmanın yapıldığı 25 Nisan'da Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle düşmanı ilk durduran iki alaydan birinin yiğit komutanıdır Hüseyin Avni Bey. Askerleriyle kahramanca direnir aylarca çıkarmaya.
Gözü pek bir komutan olduğu Atatürk tarafından hep anlatılır. Hatta ailesine Arıburun soyismi bizzat Atatürk tarafından verilir. Hüseyin Avni Bey savaş sırasında 13 Ağustos 1915'te Ramazan Bayramı'nın ikinci günü bir obüs saldırısı sonucu Çanakkale'de şehit düşer. Şehit düştüğü yere Fahrettin Altay'ın yönlendirmesiyle gömülür.
'Şanlı 57. Alay'ın Cesur Komutanı' olarak tarihe geçen Yarbay Hüseyin Avni Bey'in ve ailesinin hikayesini yıllar sonra, kendisiyle aynı ismi taşıyan torunu Hüseyin Avni Tanman, tarihçi Ahmet Yurttakal'la yazdığı bir kitapta anlattı. Kronik Kitap'tan çıkan Şehit Yarbay Hüseyin Avni Bey adlı kitapta pek çok bilinmeyen de gün yüzüne çıktı. Hüseyin Avni Bey'in nasıl şehit olduğu, yıllar sonra mezarının nasıl bulunduğu, ailesine gönderdiği mektuplar, babasının izinden gidip askerliği seçen sonra da Türk Ordusu'nun en önemli generallerinden olan Tekin Arıburun'un babasına gösterdiği vefasının hikayesi yıllar sonra ortaya çıkan gerçekler...
Çanakkale Savaşları'nın 107. yıldönümünde Çanakkale kahramanı Hüseyin Avni Bey'in yıllarca izini süren torunu Hüseyin Avni Tanman ile konuştuk. Bir kahramanın ve onun ailesinin hikayesini dinledik.
- Bu kitapla siz Hüseyin Avni Bey'in hikayesini daha bilinir hale getirdiniz. Gerçi aileniz size küçükken "Şehit Dede" imzalı hediyeler vererek ismini taşıdığınız Hüseyin Avni Bey'e karşı sevgi ve saygı aşılamış ama siz Hüseyin Avni Bey'i gerçek anlamda nasıl keşfettiniz?
- Geçmiş yıllara kadar 'Şehit Dede' hakkında bildiklerim, ailemin çocukluğumda anlattıkları ve herkesçe bilinen askeri künyesi ile sınırlıydı. Arıburnu-Çanakkale denince ilk akla gelenlerden, karargahına düşen bir obüs mermisi ile şehit olan, askeri-tarihi sembollerimizden birisiydi. Sekiz yıl kadar önce annemden devraldığım, dedem Tekin Arıburun'un evrak-ı metrukesi içinde bulduğum belgelerle, özellikle mektuplarla Hüseyin Avni Bey'i gerçek anlamda keşfettiğimi söyleyebilirim.
Hüseyin Avni Tanman
- Nasıl bir insan çıktı karşınıza?
- Okuduğumda gördüm ki, Hüseyin Avni Bey eşine ve çocuklarına çok düşkün, ilgili, duygu dolu bir baba. Ondan kalan mektuplar az sayıda olsa da, içeriklerinden neredeyse her hafta denebilecek sıklıkta yazıştıklarını ve bu yazışmaların savaş koşullarında bile devam ettiğini, hayal bile edemeyeceğimiz zorluklar altında kendi sıkıntılarını bir kenara bırakarak ailesinin dertleri ile ilgilendiğini anlıyoruz.
- Hüseyin Avni Bey ile oğlu Tekin Aruburun'un çok iyi iletişimleri vardı galiba?
- Baba-oğul olarak çok yakınlar birbirlerine, mektuplardan okuyoruz. Hüseyin Avni Bey'in şehadetiyle Fehmi'nin (Mehmet Tekin Arıburun) yaşadığı travmayı, ailenin tek erkek çocuğu olarak annesi ile kız kardeşinin sorumluluğunu üstlenmesinin o savaş ve yokluk yıllarında getirdiği yükü, günümüz dünyasında anlamamız bence çok zor. 1915 sonrası İstanbul'unu, yüzbinlerce muhaciri, meşhur yangınları, gıdasızlığı, salgın hastalıkları, sonrasında şehrin işgalini ve yaşanan bu sıkıntılar içerisinde okumaya çalışan Fehmi'nin azmini ve asker olma isteğini de belgelerden anlıyoruz.
- Hüseyin Avni Bey'in ailesinin oturduğu ev yanınca hatıraları da kaybolmuş.
- Evet, tüm bunlar yetmezmiş gibi, evlerinin yanmasıyla eşyaları, Hüseyin Avni Bey'in hatıraları da yok oluyor. Bence Tekin dedemin hatıralarının bir kısmını anlatmaması veya yazmamasının başlıca sebebi, yukarıda bahsettiğim arka arkaya yaşanan acı verici olaylardır. Bu nedenle eşyalarını kutularda sakladığını ve paylaşmadığını düşünüyorum. Tekin dedemin Hüseyin Avni Bey ile manevi bağı ve yakınlığı hayatının son anına kadar devam etti, hatta hep istediği gibi babasının şehit olduğu gün hayata gözlerini yumdu. Babasının hatırasına layık olmaya çalışan, hayatı boyunca onun kahramanlığını örnek alan, Harp Akademisi'ni birincilikle bitirip Cumhuriyetin ilk pilotlarından, NATO Savunma Koleji Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve iki dönem Senato Başkanlığı, kısa süre de Cumhurbaşkanı vekilliği ile birlikte askeri ve siyasi hayatında en üst kademelerde devlete hizmet eden bir evlat kendisi... Bizlere Hüseyin Avni Bey'i anlatan, çocukluğumuzda ona karşı sevgi ve saygı aşılayan Tekin dedemdir. Böylece, hatıraları saklandığı kutulardan çıkarıp belgeleri okutunca, Hüseyin Avni Bey'in ve ailesinin herkesçe daha etraflıca tanınması benim için bir görev haline geldi.
HÜSEYİN AVNİ BEY, GÖZÜ KARA VE KARARLI BİR ASKERDİ
- Hüseyin Avni Bey'in hikayesine tam vakıf olduğunuzda sizi etkileyen ne oldu?
- Ailemden kalan belge ve fotoğraflara ek olarak, harp cerideleri, Arıburnu'nda savaşmış askerlerin anıları gibi yararlandığımız kaynaklarda, özellikle ceridelerdeki günlük emirleri incelerken Hüseyin Avni Bey'in cesareti beni etkiledi diyebilirim. Araştırmamız derinleştikçe, 1915 yılı Temmuz-Ağustos aylarına ait hava fotoğraflarından karargahını ve gezindiği siperleri görebildiğim, günlük harp raporlarından yazdıklarını okurken karakterini ve davranışlarını yorumlayabildiğim, kısacası benim açımdan gözümde canlandırabildiğim birine dönüştü. Böylece, kısıtlı kaynaklara rağmen hayatının son dört ayını günü gününe yaşayarak onu tanıma fırsatı buldum.
- Atatürk, Enver Paşa da dahil pek çok komutanı ondan övgüyle bahsediyor. Sizin gözünüzde nasıl bir asker canlandı?
- Hüseyin Avni Bey asker olarak çok sert, gözü kara, kararlı. Hiç çekinmeden verdiği emirlerden, en önde kendisini feda etmesinden anlayabiliyoruz. Üstlerine de doğru bildiğini sözünü sakınmadan söylüyor, tartışmaktan çekinmiyor. Ancak bir o kadar da hassas ve duyarlı. Cerideleri okuduğumuzda bunları görebiliyoruz. Diğer yandan askerine örnek olmak için elinde kılıçla en ön saflarda çarpışacak kadar da cesur ve çok inançlı. İzzeddin Çalışlar'ın hatıralarında Hüseyin Avni Bey'in ne kadar inançlı olduğundan özellikle bahsedilmiştir.
- Her şeye rağmen ailesiyle mektuplaşmayı da ihmal etmiyor.
- Bir baba olarak ise ince ruhlu, sevgi dolu, ailesinin maddi manevi her sorunu ile yakından ilgili, örnek alınacak bir kişilik olduğunu düşünüyorum. Cephede, çocuklarının okulundan akrabalarının işlerine kadar ailesini ilgilendiren her şeyi takip ettiğini mektuplarından anlıyoruz. O zamanlar haberleşmenin ne zor şartlar altında yapıldığı göz önünde tutulursa, savaş halinde sevdiklerinden haber almanın ne kadar önemli bir moral kaynağı da olduğu anlaşılabilir. Son anlarındaki üzüntüsünün sebebi çocuklarını bayramda göremeyişidir. Ailesine hasret son nefesini vermiştir.
MEZARIN KEŞFİ SANKİ İKİNCİ BİR TÖRENDİ
- Kitapta Hüseyin Avni Bey'in mezarının yıllar sonra bulunma hikayesini de öğreniyoruz. Çok çarpıcı geldi bana. Bir kahraman baba ve mezarını yıllarca arayan bir oğul. Siz mezarının bulunma hikayesini ilk öğrendiniz vakit neler hissetmiştiniz?
- Tekin dedem, babasının mezarını yıllarca aradığını, bulduğunda toprağın altından üzerine adının kazındığı bir teneke parçası çıktığını anlatır fakat başka detaya yer vermezdi. Kitap çalışması sırasında Merkez Tepe, Edirne Sırtı ve Çataldere'yi 1915'den 1955 yılına kadar yerli ve yabancı hava fotoğraflarından inceleyince karargahın yerini tespit edebildik. Böylece nerede şehit olduğunu bulma fırsatı doğdu. Elimizde GPS ile Edirne Sırtı'nda karargahın olduğu yerde durunca çocukluğumdan beri dinlediğim hikaye görsel olarak da bir anlam kazandı. Olaylar detaylarıyla gözümün önünde canlandı. Sevinç ve o hüzün bir aradaydı, o anki duygularımı tarif etmem zor.
- Mezarı nasıl bulunuyor?
- Daha genç bir subayken Tekin dedem mutlaka Fahrettin Altay'dan babasının nereye gömüldüğünü öğrenmiş olmalıdır. Nitekim Tekin dedem yıllarca, kendisine tarif edilen üç çam ağacını arıyor. O yıllarda sözel tariflerle, görevinden izin alabildiği kısıtlı zamanlarda, askeri bölge içinde izne tabi yüzey taramalarıyla mezar ancak bir tesadüf sonucu bulunabilirdi. Topoğrafyanın zamanla değişime uğradığını da göz önünde tutmak lazım. Şehadet sırasında yanında olan subaylardan birini Çataldere'ye götürüp, onun yer göstermesi ile mezarın bulunması mümkün olabilirdi.
Fırsat 1952 yılında düzenlenen Çanakkale gezisiyle doğuyor. Ben, bir yandan da, mezar iyi ki yıllarca bulunamamış diyorum. Çünkü 1952 yılında mezarın keşfi ikinci bir tören gibi olmuş. Son nefesini verirken adını andığı çocukları, subay arkadaşları, emrindeki askerlerden bazıları orada. Ve o kollarında şehit olduğu, onu defneden Fahrettin Altay'ın "Kabir burasıdır" diye yer göstermesi sayesinde mezarı bulunuyor. Orası kazılınca önce üzerinde adı yazılı teneke parçası ortaya çıkıyor. Müthiş bir olay. Sonra da kabir, yanında da şarapnel parçası. Çanakkale'ye düzenlenen 1952 tarihli gezinin fotoğrafları arşivlerde mevcut. Fakat maalesef Hüseyin Avni Bey'in mezarının bulunması sırasında çekilmiş olduğuna inandığım fotoğrafları hiçbir yerde bulamadım. 1953-54 yıllarında da mezar bugünkü yerine taşınıyor, hava fotoğraflarından anlıyoruz. O tarihlerde orası askeri bölge olduğundan gerekli izinlerin alınmış ve mutlaka kabir nakli sırasında bir törenin düzenlemiş olması gerektiğine inanıyorum. Ne yazık ki arşivlerde bununla ilgili fotoğraf veya belgelere ulaşmak da mümkün olmadı. Elimizde sadece Tekin dedemin yaptırdığı ilk kabrin fotoğrafı ve hava fotoğrafları mevcut.
TEKİN DEDEM, SAKARYA SAVAŞI ÖNCESİNDE ÇANKAYA KÖŞKÜ'NE GİDİP SAVAŞMAK İSTEDİĞİNİ SÖYLEMİŞ
- Genelde biz kahramanların ailelerinin hikayesini bilmeyiz. Ama kitaptan öğreniyoruz ki Tekin Arıburun, Hüseyin Avni Bey'in oğluymuş. Hüseyin Avni Bey'in Çanakkale'de şehit olması sonrası aile çok zor günler yaşıyor. Tekin Bey çocuk yaşta babasız kalınca okuyup babası gibi asker olmak istiyor ve oluyor da. Sonra Türk ordusunun en önemli generallerinden biri oluyor. Bunların da bilinmesini istemişsiniz.
- Hüseyin Avni Bey'in şehadetinden sonra Mehmet Fehmi (Okul yıllarında Kültigin'den esinlenerek Tekin ismini almıştır) askeri okula gitmek istiyor. Bence bunun iki sebebi var. Birincisi askeri eğitimin iyi olup şehit çocuklarının askeri okullarda özel sınıflara alınması, ikincisi ise babası gibi asker olmak istemesi. Ancak bu isteği annesi Fatmatüzzehra Hanım tarafından kabul görmüyor. Yıllar süren zorunlu ayrılıklar ve savaşın getirdiği acılardan sonra annesi oğlunun asker olmasını istemiyor. Fakat zaman içinde direnci kırılıyor. Tekin de hep sınıf birincisi, başarılı bir öğrenci oluyor. Tekin dedemin ifadesiyle, ailesi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile yakın. Babasını, Atatürk'ün hem arkadaşı ve hayranı, ailesini de yakın çevresi olarak ifade ediyor ki ailenin soyadı olan Arıburun'u Atatürk veriyor. Atatürk, kız kardeşi Melek'i Muhafız Alayı Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe ile evlendiriyor, yakınından ayırmıyor. Şunu da eklemek gerekirse, Sakarya Savaşı'ndan önce askeri lisede öğrenci olan Tekin'in cepheye gitmek istediğini söylemek için Çankaya'ya kadar gitmesi bir anlamda ailece ne kadar yakın olduklarının da göstergesi. Köşkün kapısına kadar rahatlıkla gelmesi, kapıyı çalmasına izin verilmesi, açan Fikriye Hanım'ın "Fehmi sen nereden çıktın?" şeklindeki ifadesi, kendisinin daha önce de köşke gittiğinin göstergesi aynı zamanda. Ek olarak, genç bir askeri öğrencinin Çankaya'ya çıkmak için gösterdiği cesaret, Mustafa Kemal'in verdiği ders ve babacan tavrı da hayranlık uyandırıcı.
KAHRAMANLARIN AİLELERİNİN HAYATTA KALMA MÜCADELESİNİ ŞİMDİKİ KUŞAKLAR BİLMELİ
- Arıburun ailesinin Atatürk'e yakınlığı anladığım kadarıyla devam etmiş...
- Tekin Dedem gibi 1900'lerin başında Osmanlı vatandaşı olarak doğanlar, Cumhuriyet'in kuruluşunda yer alıp, yetişen bir nesil. Doğdukları topraklar kaybedilmiş, zorluklar ve yokluklar içerisinde yaşamışlar. Cumhuriyet'in kurulmasından sonra hızlı gelişme ve yükselen dinamizmin sebeplerinden biri de yaşanan bu yokluklar olmalıdır. İşte bu noktada ailelerin hayatta kalma mücadelelerinin şimdiki kuşaklar tarafından bilinmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü o kahramanların hayatı sadece bir madalya, fotoğraf değil, aynı zamanda tüm bu yaşanmışlıklardan oluşuyor. Tarihi değiştiremeyeceğimize göre, övünülecek bir tarafı olsun olmasın, okuyucuya olduğu gibi sunmak gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca yaşanmış her bir detayın başka araştırmacılar için de ilginç bir malzeme olabileceğini eklemem gerekir.
- Dedeniz Tekin Arıburun'un yakın tarihimizle ilgili çoğu tanık olduğu ve bildikleriyle ilgili olarak pek bir şey anlatmadığından bahsediyorsunuz. Sizce bunun sebebi nedir?
- Tekin dedemin kayın pederi Korgeneral Naci Eldeniz, hem Atatürk'ün çok değer verdiği öğretmeni, hem de Sultan Vahdettin'in 1918-1920 yılları arasında baş yaveriydi. Dolayısıyla Mondros Ateşkesi'nden sonra gelişen siyasi olayların en yakın tanıklarından biriydi. (1921'de Anadolu'ya geçmiştir). Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe ile Hüseyin Avni Bey'in kızı Melek evlenince, Tekin ve Melek, Atatürk'ün sürekli yakınında bulunmuşlar ve vefatına kadar da birçok siyasi olaya şahit olmuşlar ya da birinci ağızdan duymuşlardır. Dolayısıyla Cumhuriyet'in ilk yıllarından başlayıp Yassıada'da son bulan askeri hayatında ve Adalet Partisi'ne katılıp Cumhurbaşkanı Vekilliği'ne kadar süren siyasi hayatında birçok önemli olaya tanık olmuş Tekin dedem, hiçbir zaman gizli olarak değerlendirdiği bilgilerini paylaşmadı. Evrak-ı metrukesinden de çıkmadı. Ben bu davranışı devlet adamlığına bağlıyorum.
Soldan sağa: Melek Hanım, Fatmatüzzehra Hanım, Tekin Arıburun
ARAŞTIRMA VE BELGE TOPLAMA SAFHASI İKİ YIL SÜRDÜ
- Aynı ismi taşıdığınız "Şehit Dede"nizin kitabını yazdınız. Bu çok nadir olacak bir şey. Bu ismi taşımanın sorumluluğu mu yoksa dedenizin babasına karşı bir vefa mı sizi kitap yazmaya iten?
- Tam olarak ikisi de değil. Tarihe mâl olmuş kişilerin soyları devam ediyor ve ailelerde mutlaka bazı belge ve fotoğraflar vardır. Bu belgeleri paylaşanlar sayesinde o kişileri daha etraflıca tanıma fırsatı buluyoruz. Bunun yanı sıra, elinde belge olup ne yapacağını bilemeyen veya ailesinde üst soyunu tanıtacak kimse kalmadığı için fotoğraflardaki akrabalarını ne yazık ki tanıyamayan torunlar da vardır. Belge ve fotoğrafları saklamamak, araştırmacılarla paylaşmak lazım. Bunlar araştırmacılar için çok önemli nitelikte olabilir. Ek olarak günümüzde arşivlerin açılıp dijitalleşmesi, yetkililerin gösterdiği ilgi ve alakayla araştırmalar kolaylaştı. Bu açıdan baktığım için, şehit dedemin ismini taşımasaydım bile, askeri ve toplumsal tarih araştırmacılarına faydası olacağını düşündüğümden ailemden kalan belgeleri paylaşırdım. Öte yandan, bu ismi taşımanın verdiği sorumlulukla kitabı çok dikkatle hazırlamaya gayret ettim, araştırma ve belge toplama safhası iki yıldan fazla sürdü. Hatta baskı öncesi son ana kadar belge taramaları devam etti. Değerli arkadaşım Ahmet Yurttakal ile birlikte Hüseyin Avni Bey'in ilk kapsamlı biyografisini meydana getirdik. Bu çok gurur verici. Meraklı araştırmacılara güzel bir kapı açtık diyebilirim. Kitapta, bugüne kadar hakkında araştırma yapılmamış Tekin dedeme de yer vermek istedim. Babasının şehadetinin 50. yılında yazdığı şiir ile kitabı bitirmeyi uygun gördüm. Hem onu anmak ve tanıtmak, hem de bundan sonra onun hakkında araştırma yapmak isteyen tarihçilere vesile olmak ümidiyle.