Atv dizisi 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın 'Şahin Ağa'sı Turgay Tanülkü'nün hayatı, adeta bir roman gibi... Onlarca çocuğun ve binlerce mahkumun 'baba' olarak gördüğü bir isim o... Tanülkü; evlat edindiği 26 çocuğu, birçok cezaevinde oynadığı tiyatro oyunlarını ve sanatçı-toplum ilişkisini Lacivert dergisine anlattı...
Cezaevindeki çocuklarla ilgilenmeye nasıl başladınız?
Yedi yıl cezaevinde yattım. Orada anneleri, babaları ve onları ziyarete gelen çocukları gördüm. Beni en çok etkileyen olay ise şu oldu: Ulucanlar'da parmaklı camlar vardı, camın sağında solunda da kümes teli bulunuyordu. 6 yaşında bir çocuğun eli tele takıldı ve ağlamaya başladı. O çocuk elinin acısından değil ama babasından ayrı kaldığı için ağlıyordu. İşte o gün karar verdim ve bu çocuklara sahip çıkacağım dedim. Çok da mutluyum.
Cezaevine girme sebebiniz neydi?
Afiş yapıştırmak, mitinglerde konuşma yapmak gibi suçlar... Başka bir şey bulamadılar çünkü. O zaman megafon yoktu, mitinglerde millete bağırıyorduk 'Şuradan geçin, buradan gidin' diye. Şimdi solcuyum/ sağcıyım diyenler, maskelerle orayı burayı yakıyor, patlatıyor. Bizde öyle bir şey yoktu; kimse kimseye saldırmıyordu. Bizi yargılayan hakimin oğlu da bizimleydi. Başka bir şeydi bizim yaşadığımız.
ASIL OYUNCULUK TİYATRODA
Cezaevi süreci nasıl geçti?
18'imde girdim, 25'imde çıktım. İşkence de gördük bu dönemde tabii. Hatta bu işkencelerden ötürü çocuk sahibi olamadım ben. Çocuklarla bağım biraz da buradan geliyor.
Sanatçıların genel olarak toplumla irtibatları kopuk... Bunun örneğini 15 Temmuz'da da gördük...
Mesela Soma'da göçükler oldu, 301 insanımızı yitirdik. Benim yetiştirdiğim çocuklar bana, "Baba oraya gidelim, çocuklara yardım edelim, onlara sokak tiyatrosu yapalım" dediler. "Tamam" dedim ama tek şartım bunun gizli olmasıydı. O zaman sanatçı abilerimizin hepsi gitti Soma'ya. Koruma ordularıyla gülümseyerek poz verdiler. Bu doğru değil; bu, acıya saygısızlık. Orası jön jön poz kesme yeri veya dizi seti değil. Zaten dizide oynamak da oyunculuk değil bana göre. Asıl oyunculuk tiyatrodadır. Dizide herkes oynar. Bu kişiler toplumla beraber olmadıkları için, yaptıkları işler de değersizleşiyor. İstediğimiz kadar okuyalım, bir İsmail Dümbüllü olamayız hiçbirimiz.
Babalık yaptığınız çocukların hepsi sizinle mi yaşıyor?
Hayır... Altı ufaklık var, onlar köyde yaşıyor; Uşak-Eşme'deler. Köyde büyüyorlar, çıplak ayakla dolaşıyorlar. Anaokuluna da orada gidiyorlar. Köy hayatını bütünüyle yaşıyorlar ve biliyorlar, tabiatı tanıyorlar, aynı kaptan yemek yiyorlar. Karı-koca aynı davadan yattığımız dostlarım var, onlar ilgileniyor çocuklarla. Hem annelik, hem babalık yapıyorlar.
Diğer çocuklar nerede yaşıyor peki?
Kiraladığımız beş ev var. O evlerde lise ve üniversitede okuyanlar kalıyor. Sadece İstanbul, Ankara ve İzmir'de okumak zorundalar çünkü gücüm o kadar. Oradaki üniversiteleri kazanmak zorundalar. Kızlardan ikisi Eskişehir'i kazanınca oradan da ev tuttuk mecburen. Şimdi onlarla uğraşıyorum. Çocuklar büyüdükçe yoğunluğum da artıyor benim.
EŞİMLE KİRADA OTURUYORUZ
Çocukların arasında büyük sorun çıkaranlar oluyor mu?
Azat isimli çocuk var, "Okumayacağım" dedi. Çok kuvvetli bir çocuktu, ilkokulda hep kavga ediyordu. Ben de burnu sürtsün diye onu otoparkçının yanına verdim. "Buna ayrıcalık yapmayın, ezin" dedim ki okula geri dönsün. Adam o işi benimsedi. Şimdi 32 yaşında.
Çocukların aralarındaki kardeşlik ilişkisi nasıl?
Kardeşlik duygularını koparmamaya çalışıyorum. Birinin çamaşırını öbürü yıkayıp giyebilecek kadar kardeşler. Benim gücüm ortada; diziden aldığım parayla ayakta duruyorum. Onun dışında katımız, hanımız, hamamımız yok bizim. Eşimle burada oturduğumuz ev de kira... İlk önce kendi evlerinde bakıyorduk çocuklara. Baktık ki üstlerini, cep harçlıklarını aileler almaya başladı, en iyisi biz bunları alıp kendi evlerimizde bakalım dedik.
Bu çocukların geldikleri aile tipleri nasıl? Suça meyilli anne-babalar mı?
Suç işlemiş aileler zaten... Bir de sokaktan aldıklarım var. Dördü tiner çekiyordu ilk gördüğümüzde, şimdi iyi bir yerdeler. Medyaya düşmemeleri için çalışıyorum. Bir tek Sultan'dan dolayı medyaya düştük çünkü savcı olunca dikkat çekti. Bakanlık için de, çocuklar için de örnek oldu aslında. Şimdi Ağrı'da, "Çok rahatım baba" diyor.
Cezaevlerinde bulunan kadınların durumu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Kadınların cezaevindeki durumları çok zor. Hele ki bebeği olanların... Mesela 20 kişilik koğuşta iki tanesinin bebeği oluyor. Bebekler gece ağlıyor ve bazı mahkumlar bundan rahatsız oluyor. O anne de doktora gidip 'Başım çok ağrıyor, gece uykusuz kalıyorum' diyerek uyku ilacı alıyor. Halbuki o hapı küçücük bebeğe veriyor, uyusun diye. Altı yıl boyunca o ilaçlarla büyüyen çocuk hapishaneden çıktığında anne ile uyuşturucuya alıştırılmış oluyor. Cezaevindeki anneler arasında eğitim düzeyi de çok düşük. Bu ortamlardan doğan çocuk 6 yaşında yetiştirme yurduna gidiyor. İşte benim derdim de o çocuklar.
OYUNDA SİMİT DAĞITIYORUM
Ne zamandan beri cezaevlerinde tiyatro gösterileri yapıyorsunuz?
1981 yılından beri yapıyorum bu işi. Hem mahkumlara yakın olmak, hem onların sıkıntılarını öğrenebilmek, hem de tiyatroyla onları biraz rahatlatmak istiyorum. Gala yapıyorum onlara; aileleri, çoluğu çocuğu da geliyor, canlı canlı seyrediyor babasını, abisini veya oğlunu.
Hangi oyunları oynayacağınıza siz mi karar veriyorsunuz? Tiyatro, mahkumlar üzerinde nasıl bir etki bırakıyor?
Şu anda Sait Faik'in 'Son Kuşlar' öyküsünü oynuyoruz. Sait Faik'in sevgi ve barış yanlısı birisi olduğunu biliyoruz. Cezaevini pek bilmiyor, görmemiş ama sevgiyi biliyor. Bu nedenle 'Son Kuşlar' öyküsünü seçtim. Bir de bizim kendi yaşadıklarımız var cezaevinde. Oyunun büyük bölümünde kendimi, hücredeki halimi oynuyorum. Sevdayı, sevgiyi, anne özlemini... Şu anda oynadığım oyunu izlemeye Türkiye'de isim yapmış birçok kabadayı geliyor. Oyunu izlerken küçülmeye başlıyorlar, finalde gözyaşlarını tutamıyorlar. Çünkü herkeste bir özlem var. Simit dağıtıyorum oyunda; adam 20 yıl simidi görmemiş, kokusunu unutmuş. Ona simit veriyorum ki gençliğini hatırlasın.
Toplamda cezaevlerinde kaç oyun oynadınız?
Toplamda 443 oyun oynandı. Bu oyunları 51 bin 600 mahkum ve 30 bine yakın gardiyan seyretti.
Gardiyanlar üzerinde bir etkisi oluyor mu peki oyunların?
Olmaz olur mu, çok etkileniyor hepsi. Başka bir şey, başka bir dünya açıyorum onlara. Onlar da mahkumlara karşı zaten görevleri icabı iyi olmak zorunda. Simidin fazlasını veriyorum onlara, koğuşa götürsünler diye. Çiçekleri de veriyorum. Aslında yasaktır taşımak. 'Tamam' deyip götürüyorlar. Bazen plastik çiçeği bile alıp koğuşa götürüyorlar yani.
Mahkum ailelerinden size ulaşan oluyor mu, çocuklarını size vermek isteyen?
Çok oluyor hem de... Elimden geldiğince yardım etmeye, yetişmeye çalışıyorum. 'Son Kuşlar'da da dediğim gibi; "Ben kağıttan bir uçurtmayım, ipimin ucunu bir çocuk tutsa yeter" yani.
'MERHABA', 'HAYIRLI İŞLER' DEMEYİ UNUTTUK
Cezaevlerindeki mahkumlar için yaptığınız şeyler çok kıymetli...
Benim işim para değil, duruş. Tanımadığımız insanlara 'Merhaba', 'Hayırlı işler' demeyi unuttuk. Bizim köyde bakkala 'Hayırlı işler' demezsen, 'Ne oldu?' derdi. Burada çöpçüye "Kolay gelsin" diyorum, "Beni nereden tanıyorsun?" diyor. Seni tanımam gerekiyor mu? Toplum giderek yozlaştı. Burada sanatçı ne yapacak? Bütünleştirecek. Sanatçı, topluma lider olmak zorunda. Bunu yapabilmesi için kültürel, duygusal ve inanç açısından çok sağlıklı olması gerekir. Toplumun nelerden hoşlandığını bileceksin. Bunu bilmek için istasyonu, otogarı, pazar yerini dolaşman lazım. Ancak bu şekilde halkın isteklerini karşılayabiliriz. Pazarda göreceğin halk, senin halkın. Sabah erken kalkacaksın çünkü insanların profilini sabahları görebilirsin. Makyajını yapmış mı, üstüne ne giymiş; sabah işe gidenlere bakacaksın.
Röportaj: H. Sena KARTAL