Sinemamızın usta oyuncularından Lale Mansur, GÜNAYDIN'a konuştu. 'Atatürkçü'yüm' diyenlerin geçmişte dindar insanları aşağıladığına değinen ünlü oyuncu, "Haydi Kızlar Okula' kampanyası yapıp sonra kızlar üniversiteye gelince de başörtülüler otursun, diğerleri devam etsin dediler" diye konuştu...
Uzun yıllar bale yaptıktan sonra sinemaya geçiş yaptınız ve ilk filminiz 'Düş Gezginleri' ile Altın Portakal kazandınız. Sinemaya nasıl geçtiniz?
Sinemaya değil de, dansçılıktan oyunculuğa geçiş olarak düşündüm bu tercihimi. Baleyi bıraktıktan sonra bir süre psikoterapiye gittim. 'Hayattan ne istiyorum, ben kimim?' gibi soruların peşine düştüm. Bir süre farklı farklı meslekler düşündüm. Ama sonra oyunculuk yapmaya karar verdim. Oyunculuğa karar verdikten sonra eğitim aldım. Önce diksiyon, sonra da Eric Morris'ten oyunculuk eğitimi aldım. Ondan sonra da 'Düş Gezginleri'ni çektim. İlk filmimle de ilk ödülü aldım.
Sette yaşadığınız sizi gülümseten bir anınız var mı?
Evet. 'Amerikalı' filmini çekerken final sahnesinde silah kullanmam gerekiyordu. Şerif Gören'e "Ben silah tutmam" diye ısrar ettim. Canına okudum Şeref Gören'in, o da benim. "Ben prensip olarak silaha dokunmuyorum" dedim ama sonunda onun dediği oldu; silahı tutmak zorunda kaldım.
Eskisi kadar sizi neden sinemada göremiyoruz?
Bana gelen rolleri beğenmiyorum. Beğenmediğim, içime sinmeyen bir rolü oynamam. Şunu da belirtmeliyim ki; eskiye göre çok film çekiliyor artık. Sektör şu anda çok renkli. Birtakım gişe filmleri var, bunlar genelde felaket komediler de oluyor. Ama onun dışında çok başarılı bağımsız işler de var.
Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz gibi komedyenlerin filmlerini nasıl buluyorsunuz?
Cem'in espri anlayışını çok beğeniyorum. 'Recep İvedik' gibi filmlerden hoşlanmıyorum açıkçası. Böyle belden aşağıya basit esprileri görünce gülmek değil, ağlamak geliyor içimden.
Sanat yaşamınızdaki en büyük dönüm noktanız nedir?
Sinemada 'Düş Gezginleri' ve 'Amerikalı' benim dönüm noktalarım. Tiyatroda ise Edinburgh'de bir ay boyunca oynamak benim için önemli. 'Olağan Mucizeler' oyununu bir ay boyunca İngilizce sahneledik. Oyun beğenilince İngiltere'de de sahneledik. Hayal kuruyorum ve o hayalin peşinden gidiyorum. Hayatta her şeyin bir istisnası vardır. Ben oyunculuğa başlamaya karar verdiğimde bir arkadaşım bana "Sen genç değilsin, güzel değilsin. Neden oyunculuk yapacaksın ki?" demişti mesela. Ama hayal ettim oyunculuğu ve bunun peşinden gittim.
Şimdi de yeni bir oyunla seyirci karşısına çıkacaksınız...
Çok güzel bir oyun; bir anne ve kız var. Kızımı Gizem Aldemir canlandırıyor. Oyun, Pulitzer ödüllü. Yeşim Özsoy da ödüllü bir yönetmen. Ödüllü oyunumuzu, ödüllü bir yönetmen sahneye koyuyor. Oyunda yaşam, ölüm, iletişimsizlik dahil birçok konuyu ele alıyoruz. İlk olarak 9 Ekim'de İstanbul'da sahneleyeceğiz.
GÖZÜ KARA BİRİ OLARAK BÜYÜDÜM
Asker bir aileden geliyorsunuz. Böyle bir ortam size nasıl yansıdı?
Ailenin en küçüğüyüm, üç erkekten sonra dünyaya geldim. Doğduğumda babam 56 yaşındaydı. O yüzden babamın çalıştığı dönemi çok hatırlamıyorum. Abimler disiplin içinde büyüdü ama bana çok sökmedi bu. Aklına eseni yapabilen, kendine güvenen ve gözü kara biri olarak büyüdüm.
Londra'da eviniz var. Sık sık gidiyorsunuz yurt dışına. Batı'da özellikle son yıllarda yükselen yabancı düşmanlığı için ne dersiniz?
Çok korkunç bir durum bu. Mülteciler zaten vatanlarından zorla koparılmış insanlar. Her yerde yabancı düşmanlığı yükselişte değil ama... Mesela Almanya, mültecilerin entegrasyonu ile ilgili ciddi çalışmalar yapıyor. Irkçılık yapılmasına hep karşı oldum. Kimseye dini, dili, ırkı yüzünden ayrımcılık yapılmamalı. Yerkürede yaşayan biri olarak, ben hayata sevgi ve vicdanla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Öldürmek değil, beslemek üzerine kurmalıyız hayatı.
DİZİ SEKTÖRÜ TAM BİR KÖLELİK
Dizilerde oynamayı tercih etmiyorsunuz...
Dizi sektörü tam bir kölelik. Dizilerde insanların tüm enerjisini sömürüyorlar. Bu ortamı düzeltmek ise oyuncusundan yapımcısına kadar hepimize düşüyor. Dizide oynuyorsan, tüm hayatını ona göre düzenlemek, sete göre kendini ayarlamak zorundasın. Ancak çok sevdiğim bir rol gelirse düşünebilirim.
ATATÜRKÇÜ'YÜM DİYENLER GEÇMİŞTE ÇOK HATA YAPTI
Dedeniz, Çanakkale'de Atatürk'ün silah arkadaşı Servet Paşa. Korgeneral olarak emekli olmuş babanız da kurtuluş mücadelesinin önemli isimlerinden Hüsrev Gerede'nin yeğeni. Ailenizde böyle Atatürk'ü yakından tanıyan kişiler olması sizin ona bakışınızı nasıl etkiledi?
Dünyada Atatürk kadar tarihi şahsiyet olarak bu kullanılan başka bir kişi var mı bilmiyorum. Bu ülke için çok önemli şeyler yaptı ama tapmak ayrı bir durum. Bugün kendini 'Atatürkçü'yüm' diye tanımlayan birçok kişi aslında son derece tutucu. 'Ben Atatürkçüyüm' diyenlerin geçmişte yaptığı birçok hata var aslında. Mesela 'Atatürkçü'yüm' diyenler geçmişte dindar insanları aşağıladılar, 'Başörtüsünden dolayı bunlar üniversiteye gidemez' dediler. 'Haydi Kızlar Okula' kampanyası yapıp sonra kızlar üniversiteye gelince de 'Başörtülüler otursun, diğerleri devam etsin' dediler. Çok tutarsız bir durum bu. Bugün yaşadıklarımızda geçmişte yapılan bu hataların çok büyük etkisi var. Bu yapılan hatalar bumerang gibi bize geri dönecekti ve döndü. Ve bunun Atatürk'le hiçbir alakası yok, bunu da belirtmek isterim.
HEP ÜÇ-BEŞ ÇOCUĞUM OLUR DİYE DÜŞÜNÜYORDUM
Anne olmayı neden tercih etmediniz?
Anne olmaya geç kaldım. Önce dansçılık kariyerimden dolayı erteledim, sonra da oyunculuğa başlayınca geciktirdim. Aslında ben hep üç-beş çocuğum olur diye düşünüyordum ama içimde ukde kalmadı. Şimdi bakıyorum da böyle bir dünyaya çocuk getirmek ne kadar doğru olurdu? Bu açıdan düşündüğümde pişmanlık yaşamıyorum.