Minika Go ve Minika Çocuk dergilerinin yayın danışmanlığını da yapan Erol Erdoğan'a göre, çocuğun istismarı, çocuğa yönelik şiddet, hayvanlara işkence, yaşlılara ve kadına şiddet, göçmen düşmanlığı gibi vakalar, ülkemizde, pek çok ülke ile kıyaslanmayacak kadar az olsa da, son aylarda vakalardaki görünürlük ve artış dikkat çekici.
TOPLUMDA OLUŞAN DUYARLILIĞI DOĞRU YÖNETMELİYİZ
"Leyla ve Eylül adlı çocuklarımızın başına gelen acı olaylar sonunda oluşan yüksek duyarlılığı toplumumuz için sağlıklı bir refleks olarak görüyorum. Çocuğun istismarı, çocuğa yönelik şiddet, hayvanlara işkence, yaşlılara ve kadına şiddet, göçmen düşmanlığı gibi vakalar, bizim ülkemizde, pek çok ülke ile kıyaslanmayacak kadar az. Buna rağmen, ortaya çıkan insani duyarlılık, toplumumuzun kendi değerlerine sahip çıkmasının ve çocuk sevgisindeki emsalsizliğin işaretidir. İnsanımız yüz kızartıcı bu olayları hiçbir şekilde kabullenmek istemiyor. Toplumda oluşan duyarlılığı doğru yönetmeliyiz. Böylece vakaları azaltabiliriz.
SUÇLUYA KIZIP ÇOCUĞUMUZU EKSİLTMEYELİM
Örneğin, çocuk sevgimizi değil suçlu cezalandırmalıyız. Oluşan duyarlılık bazen kendimize yöneliyor, suçlu yerine çocuğu ve çocuk sevgimizi cezalandırıyoruz, çocuğumuzda eksiklikler oluşturuyoruz. Çocuğun istismarı, çocuğa yönelik şiddet, hayvanlara işkence, gibi olayların toplumun akıl sağlığını bozmasına, bizi çaresiz, mecalsiz, çözümsüz bırakmasına fırsat vermeyecek şekilde süreçleri yönetmeliyiz. Bir an önce toparlanmalıyız. En önemlisi makul düşünmeyi terk etmemeliyiz.
Yine örneğin "İnsanlık bitti" gibi ifadeler, kendimizi cezalandırmaktır. Şiddet, taciz, istismar, cinayet sarmalı karşısında, toplumun çaresizliğe sürüklenmesine fırsat vermemeliyiz. Kamuoyunun tüm kurumları arasında (devlet, bakanlıklar, siyasi partiler, STK'lar, medya) sağlıklı bir iletişim politikasına ihtiyaç var.
ÇOCUKLAR SOKAKTA DAHA ÇOK OLMALI
Çocuğa yönelik suçları engellemenin yolu, çocuklarımızı sokaklardan çekmek, sokakları çocuksuzlaştırmak değil, aksine çocuklarımızı daha çok sokağa çıkarmaktır.
Her yer çocuk olmalı ki, sokaklar güvenli hale gelsin. Biz ve çocuklarımız, sokakta daha çok oldukça onlar azalacaktır. Sokaklarımız sakinleştikçe, şehirlerimiz güvensiz hale gelecektir. Sokaklarımızın çocuk sesleriyle dolması için, konut, park-bahçe, oyun politikalarımızı gözden geçirmeli; insan-mekân ilişkisindeki yabancılaşmanın önüne geçmeliyiz.
ÇOCUK ÇEVRESİZ BÜYÜYEMEZ
Çocuğa yönelen şiddet ve istismarın artışı, ailelerde, çocukları her şeyden korumaya ve herkesten uzaklaştırmaya itiyor. Çocuk, steril-korumacı bir ortamda büyürse, sağlıklı bir ruh haline sahip olamaz. Bazen aileler, çocuklarını akrabalardan, komşulardan, en yakınlarından, hatta amca ve dedelerinden bile korumaya başlıyorlar.
Bir çocuk çevresiz büyüyemez; dedesi, ninesi, teyzesi, dayısı-amcası, komşuları, arkadaşları ile büyür. Çocuğumuzu, her türlü olumsuz çevreden korumalıyız, bu konuda çocuğumuzu eğitmeliyiz ancak bu duyarlılığımız, çocuğumuzu çevresiz, akrabasız, sevgisiz, arkadaşsız bırakmamalı. Onda sevgi ve ilişkiye dair eksilttiğimiz her şey başka bir şekilde kendini gösterir. Makul olmalı, dengeli davranmalıyız.
SADECE CEZA SORUNU ÇÖZMEZ
Çocuğa yönelen şiddet ve istismarı, sadece hukuk bağlamında düşünerek çözemeyiz. Cezalarda eksikler varsa bunlar giderilmeli ancak, her şeyin toplumsal nedenleri var. Bireylerin yetişme koşulları, çocuklar arasında kız-erkek ayrımı ile çocuk ve kadın karşıtı dilin hâkimiyeti bu sorunların ortaya çıkmasında etkili oluyor. "Çoluk-çocuk" genellemesinden kurtulmalıyız, her birey, her insan özeldir, biriciktir. Bunun yanı sıra, kadını cinselliğe indirgeyen veya onu ikinci sınıf birey olarak göre gündelik dil de kadına şiddeti arttırıyor.
HÜKÜMETE ve TOPLUMA ÖNERİLER
Bu süreçte, medya kuruluşları bir araya gelerek, çocuğa yönelen istismar ve şiddet konusunda, tercih edilmesi gereken haber dili üzerinde mutabakat oluşturmalılar.
Adalet, İçişleri, Aile ve Sosyal Politikalar, Kültür, Gençlik, Milli Eğitim bakanlıkları sorunu çok yönlü tartışmalı. Çünkü çok boyutlu olaylar dizini ile karşı karşıyayız.
Sosyologlar, psikologlar, pedagoglar, sosyal hizmet uzmanları, ilahiyatçılar ve ilgili akademisyenler, toplumda oluşan duyarlılığın sonuçlarını tartışmalı, kurumlara ve topluma öneriler sunmalıdır.
Aile, çocuk, gençlik, eğitim, kültür alanlarında faaliyet gösteren dernek ve vakıflar ile üniversitelerin ilgili birimleri, uzun vadede sorunun çözümüne dair çalışma yapmalılar.