Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının ortaya çıkardığı insani krizi ve 15 Kasım'da devlet ve hükümet başkan eşlerinin ve ülke temsilcilerinin katılımıyla düzenledikleri zirvenin ardından yapacakları çalışmaları ABD'de yayın yapan Newsweek dergisine değerlendirdi.
SORU: Özellikle kadınlar ve çocuklar üzerine çeşitli sosyal projelerde yer aldınız. Bu uzmanlığınızdan yola çıkarak, bu savaşın ortasında Gazze'deki mevcut durumu nasıl değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Emine Erdoğan: Son çeyrek asırda insanlık olarak ne yazık ki çok sayıda savaşa, çatışmaya ve yıkıma şahit olduk. Bu insani krizlerin önemli bir kısmı, bizzat kendi komşu bölgelerimizde; Bosna, Suriye, Ukrayna, Libya gibi yakın coğrafyamızda yaşandı. Bütün bu çatışmaların bize gösterdiği acı bir gerçek var ki o da yarattığı tüm olumsuzluklardan kadın ve çocuklar doğrudan ve orantısız bir biçimde etkileniyor.
Bugün işgal altındaki Filistin topraklarında, özellikle de Gazze'de 7 Ekim'den bu yana İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırılar ile savaşın kadın ve çocuklar üzerinde bırakabileceği en ağır sonuçları görmekteyiz. Yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şiddette, İsrail'in Filistin'deki siviller üzerine kurşun ve bombalar yağdırması karşısında hepimiz büyük bir dehşet ve endişe içindeyiz.
Bugüne kadar öldürülen yaklaşık 11 bin Filistinlinin yüzde 73'ü kadın ve çocuklardan oluşuyor. Hangi meşru sebep bir devlete, bir şehirde yerin üstünü yaşayan her canlı için bir cehenneme, yerin altını ise çocuk nekropolüne (toplu mezar) dönüştürme hakkını verebilir? Bu tanımlamayı ben değil; Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres ve BM Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) Sözcüsü James Elder yapıyor. Bugün Gazze'de saatte 5 çocuk öldürülürken, 7 bebek bombalar arasında dünyaya gözlerini açıyor. Şifa Hastanesinde çalışan bir doktorun, "en zor şeyin ölmüş küçük bir bebeğin vücuduna 'meçhul bebek x' yazmak" olduğunu söylemesi, Gazzeli çocukların içinde bulunduğu dehşeti özetliyor. Kimliği belirlenemeyen askerler için kullanılan "meçhul asker" tanımını, bir gün çocuklar için kullanacağımız kimin aklına gelirdi?
Bir yandan İsrail okulları, hastaneleri, ibadethaneleri, BM tesislerini, hatta insani koridorları dahi bombalayarak on binlerce ölü ve yaralının oluşmasına sebep olurken, diğer yandan, Gazze bölgesindeki 35 hastanenin 18'ini saldırıları ve kaynak kısıtlamalarıyla çalışamaz hale getiriyor. Hastanelerde yaşanan elektrik yetersizliği yüzünden makinelerin çalışmasının durmasıyla kaybettiğimiz prematüre bebeklerin acısını hala yüreğimizde taşırken, İsrail'in doğrudan yoğun bakım ünitelerini hedef aldığını öğreniyoruz. Türkiye olarak, Gazze'de inşa ettiğimiz Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesi de İsrail ordusu tarafından hedef alındı. Kanser hastalarını tedavi eden sağlık kuruluşları bile İsrail bombardımanlarının kurbanı oldu.
Canını kurtarmak için zorla yerinden edilen 1,5 milyon Gazzeli için bölgede güvenli bir yer de ne yazık ki yok. Bu insanlar arasında hamile kadınlar, bebekli anneler, özel gereksinimli çocuklar var. Normal insanlar için tehlikeli olan çatışma şartlarının onlar için ne denli zor olduğunu hayal edebiliyor musunuz?
Dünyanın neresinde doğduğu önemli değil her çocuğun güvenli ve sıcak bir yuvada yaşamaya, iyi bir eğitime ve sağlık hizmetlerine erişime hakkı vardır. Filistin'in çocukları ile Ukraynalı, Avrupalı, Amerikalı, Türk veya diğer ülkelerdeki çocuklar arasında haklar ve fırsatlara erişim noktasında hiçbir fark görmüyoruz, göremeyiz.
"BÜTÜN DÜNYANIN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDEN KRİZİN DERHAL DURDURULMASI İÇİN NEYİ BEKLİYORSUNUZ?"
SORU: Bu çatışma boyunca İslam dünyasındaki pek çok kişi Müslüman ülkeleri Gazze halkının insani ihtiyaçlarını karşılamak için yeterince çaba göstermemekle suçladı. Türkiye oradaki Filistinlilerin acılarını dindirmek için nasıl bir adım atıyor ve tam olarak ne sağlıyor?
Emine Erdoğan: Bugün Gazze'de yaşananı bir savaş olarak adlandırmak bile mümkün değil. Bu örgüt refleksleriyle hareket eden bir devletin, son model teknolojik silahları ile kadın-erkek, çocuk-yaşlı ayırt etmeksizin toplu bir cezalandırma yöntemini gütmesidir. Örgüt refleksi diyorum, zira medeni devletlerin çatışmalarda dahi gözettiği bir hukuk vardır. Ancak İsrail'in Filistin'de ayrım gözetmeme, orantılı cevap verme, kimyasal ve biyolojik silah kullanmama gibi en temel savaş hukuku ilkelerini dahi pervasızca ihlal ettiğini görüyoruz. Filistin'de bir devlet, açıkça küresel insani değerlere ve uluslararası hukuka karşı gelerek insanlığa karşı suça varan savaş suçları işliyor. Böylesi bir vahşeti sadece Filistin'i, sadece bölge ülkelerini ya da sadece Müslüman ülkeleri ilgilendiren bir sorun olarak göremeyiz. Bugün İsrail'in pervasızca yozlaştırdığı küresel ortak değerler ve uluslararası hukuk birikimi, kendisinin de bir zamanlar mağduru olduğu büyük savaşlar ve kayıplar neticesinde kazanıldı. Bir daha aynı acı ve kayıplar yaşanmasın, aynı felaketler tekrarlanmasın diye şiddet kullanımı yasaklanarak savaşta bile uyulması gereken kurallar kurumsallaştırıldı. İsrail, Gazze'de attığı her bomba ile bu ortak değer ve hukuk birikimini hedef alarak küresel vicdanda geri dönüşü olmayacak yaralar açıyor. Böylesi bir resimde, esas olarak; dünyanın barış, düzen ve güvenliğini korumakla mükellef BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) daimi 5 üyesine, BM yetkililerine ve küresel değerlerin savunucusu olma iddiasında olan Batı ülkelerine sormak lazım ateşkesin sağlanması, insani yardımın bölgeye acilen ulaştırılması, bütün dünyanın güvenliğini tehdit eden krizin derhal durdurulması için neyi bekliyorsunuz? Sivillerin açıkça ve kitlesel olarak hedef alındığı bir çatışmada, BM Genel Kurulunca kabul edilen ateşkes çağrısı kararına hayır diyen Güvenlik Konseyi daimî üyesi ülkeler oldu. Tarih, engel olunabilecekken, seyirci kalınan büyük kıyım ve savaşların ibretleriyle dolu iken, krizi durdurabilecek güçte olan bu ülkeler neden sorumluluğu üstlenmekten kaçıyor? Lafı eğip bükmeden söylemek istiyorum, hiçbir ideoloji, hiçbir siyasi menfaat, hiçbir ekonomik kazanç masum bir insanın canından daha değerli değildir.
Öte yandan, İsrail'in saldırılarının hedefi hiçbir zaman yalnızca Müslümanlar ve camiler de olmadı. Gazze'nin Hristiyan ve Yahudileri de ibadethaneleri ile bombaların kurbanı oluyor. Nitekim, bu apaçık haksızlıklar karşısında doğudan batıya vicdan sahibi herkes Filistin'in haklı davasının müdafisi haline geliyor. Birçok ülkede, hükümetlerinin farklı bir tasarrufu olsa dahi milyonlarca insan caddelerde, meydanlarda, üniversite kampüslerinde bir araya gelerek bu vahşete tepki gösteriyor. Çünkü Filistin'de hangi dinden olduğunu bilmediğimiz, bilmek de istemediğimiz binlerce insan katlediliyor. Mazlumu, masumu, mülteciyi, ihtiyaç sahibini din, dil, ırk temelli farklılıklar üzerinden okumadığımız, herkese eşit ve adil davrandığımız bir dünyanın hasretini çekiyor, hayalini kuruyoruz. Türkiye olarak, geçmişte olduğu gibi bugün de dünyanın neresinde bir zulüm ve mazlum varsa kalbimiz orada atıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleri başta olmak üzere, her kurum ve araç ile yaşanan katliamı dünyaya duyurmak ve saldırıları durdurmak için yoğun çaba sürdürüyoruz.
Bir lider eşi olarak ben de birçok bölge ve dünya ülkelerindeki lider eşi dostlarım ile telefon görüşmesi gerçekleştirerek, bilhassa insani yardımların bölgeye ulaştırılması noktasında neler yapabileceğimizi görüştüm. Lider eşleri olarak, ayrı ayrı güçlü, bir araya gelince ise çok daha güçlü bir sesimiz var. Seslerimiz Filistinlilerin ve insanlığın yardım çağrısının sesi olsun diyerek 15 Kasım'da İstanbul'da Filistin'de Barış İçin Tek Yürek Zirvesi'ni gerçekleştirdik. Zirve sonunda 19 lider eşi ve ülke temsilcisi olarak, dünya basınının karşısına geçerek, uluslararası topluma, derhal ateşkes ve insani yardımın eksiksiz bir şekilde bölgeye ulaştırılması için ortak bir çağrı yaptık.
Yine daha önce Ukrayna'daki çatışmadan etkilenen bir kısmı özel gereksinimli olmak üzere 1500'e yakın Ukraynalı çocuğu Türkiye'ye getirdik ve halen kurumlarımızca tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Benzer bir girişimi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'mız ile Gazze'de ailesini kaybetmiş çocukların Türkiye'ye getirilmesi için başlattık. Süreci bizzat ben yakından takip ediyorum.
Öte yandan, Türkiye, bugüne kadar 230 tonu aşan 10 uçak dolusu insani yardım malzemesini Mısır'ın desteğiyle El-Ariş Havalimanı'na sevk etmiş durumda. Bölgeye iki sivil insani yardım gemisi göndermek için de hazırlıklarımız devam ediyor. Daha önce Sahra hastaneleri, tıbbi malzemeler ve diğer yardım malzemeleriyle dolu 50 konteyner taşıyan büyük bir gemi Mısır'a ulaşmıştı. İzmir'den hareket eden gemi, Gazze'ye ulaştırılmak üzere yaklaşık 500 tonluk yardım malzemesini bölgeye taşıyor. Gemide ilaç, tıbbi cihazlar, 8 sahra hastanesi, 20 ambulans ve tıbbi malzeme gibi ekipmanlar bulunuyor.
Ülkemiz, insani yardım çalışmaları kapsamında Filistin halkına her türlü desteği eksiksiz sunmak için gayretlerini sürdürmeye devam edecek. Türkiye'nin bölgedeki krizlerin ve sorunların çözümünde kilit ülke olduğunu vurgulamam gerekiyor. Bu bağlamda tesis edilecek barışın korunması için garantörlük de dâhil olmak üzere gerekli çabayı göstermeye hazırız. Filistinlilerin kendi topraklarında özgür ve güvenli bir şekilde yaşamalarını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmaya kararlı olduğumuzu bilmenizi isterim. Yalnızca Müslüman değil, vicdan sahibi her ülkeden de aynı hassasiyet ve yaklaşımı bekliyoruz, beklemeliyiz.
"TÜRKİYE OLARAK, BU SÜREÇTE BİZ DE ÜSTÜMÜZE DÜŞEN HER TÜRLÜ VAZİFEYİ SIRTLANMAYA HAZIRIZ"
SORU: Sıklıkla duyduğumuz bir diğer eleştiri de bu tür yardımların Hamas'ı ve Gazze'deki diğer silahlı Filistinli grupları destekleme riski taşıdığıdır. Türkiye'nin bu yardımların sivillere ulaşmasını sağlamak için uyguladığı süreçler var mı? varsa nelerdir?
Emine Erdoğan: 2,5 milyon kişinin yaşadığı, yüzölçümü 365 kilometrekare olan ve dünyanın alan başına en yoğun nüfusun düştüğü şehri olan Gazze'ye, sadece 40 günde 25 bin tonu aşan bomba atıldı. Bu, iki atom bombasına denk güçte patlayıcının, Gazze gibi küçük ama alabildiğine insanla dolu alana bırakılması anlamına geliyor. Hastanelerin işlemediği, altyapı sistemlerinin çöktüğü, sığınacak bir yerin olmadığı böylesi bir bölgeye gönderilecek insani yardımın tartışılıyor olması, ciddi bir vicdani perspektif eksikliğini gösteriyor. Diğer bir deyişle, olaya mazlumun değil, zalimin (oppressor) açısından yaklaştığınızı gösteriyor. İsrail'in Hamas'a gitme gibi gerçeklikten uzak ve asılsız iddiasından dolayı karşı çıktığı insani yardım, hedef aldığı masum Filistinliler için bir tercih değil, ölüm-kalım meselesi. Şayet İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri zorla göçe tabi tutup ardından topraklarını gasbetme gibi bir planı yoksa ve BM kararları ile bugüne kadar imzalanan sözleşmelere uyumlu bir şekilde Filistinliler ile barış içinde yaşama arzusundaysa, Hamas'a olan nefretinden daha fazla Filistinlilerin hakkını korumaya bağlı kalması gerekirdi. Ama ne yazık ki en üst düzeyde yapılan açıklamalar, asılsız iddialarla gerçekleştirilen saldırılar, şimdiye dek işledikleri savaş suçları gösteriyor ki İsrail barıştan çok savaşın, çatışmanın ve onlara getireceğini düşündükleri siyasi ve askeri kazançların peşinde.
Filistinlileri topyekûn insanlıktan çıkaran, kendisinden olmayanı değersizleştiren ve yok etmek isteyen ayrımcı, kinci ve nefret dolu bir anlayış sergiliyorlar. Bu savaşı yürüten İsrailli Savunma Bakanı Filistinliler için "hayvan" benzetmesini yapabiliyor ve Batı medyasında, bu insanların apaçık bir şekilde işlediği suçlar, Filistin'e gönderilecek insani yardımların Hamas'a gitme ihtimali kadar tartışılmıyor.
Halbuki adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir barışın peşindeysek, Filistinli gençlere ölmek ya da öldürülmek dışında, insan onuruna yakışır gelecek ihtimali sunmak mecburiyetindeyiz. Evi füzelerle yıkılmış, sığındığı BM tesisi bombalanmış, ailesini saldırılarda kaybetmiş, gidecek güvenli bir yeri olmayan, yaralarını iyileştirecek bir hastane dahi bulamayan bir çocuğun nasıl bir gelecek hayali olabilir? veya yaşadığı bu korkunç zulme karşı nasıl bir reaksiyon vermesi beklenir? En temel insani haklardan mahrum bırakılmış; acı, kayıp ve ölüm etrafını çepeçevre kuşatmış bir Filistinli gencin cevaben şiddeti seçmemesi ne kadar mümkün? Bosna'da yaşanan mezalim için bilge lider Aliya İzzet Begovic'in "intikamın değil, adaletin peşinden gideceğiz" sözleri, kalıcı barışın sırrına işaret ediyor. Yaşadığı 1 kaybı en az 10 kişi daha katlederek tazmin eden karanlık zihniyete karşı durmak ve bölgedeki herkes için adil bir barışın tesisine çalışmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de çözüm açıktır: 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, toprak bütünlüğü haiz egemen bir Filistin Devleti kurulması şarttır.
Türkiye olarak, bu süreçte biz de üstümüze düşen her türlü vazifeyi sırtlanmaya hazırız. Halihazırda, Filistin'deki insani krizi durdurmak amacıyla uluslararası toplum ile yapılan girişimlerde öncü rol üstlenme ve Mısır başta olmak üzere, bölge ülkeleri ile işbirliğimizi artırma gayretindeyiz. Bu kapsamda, uluslararası örgütler işbirliğinde, ateşkesin bir an önce sağlanması, ardından Gazze'nin kendi çocuklarına, insanlarına umut dolu bir gelecek vadedebilecek şekilde yıkıntılarından yeniden inşa edilmesi için sahip olduğumuz tüm imkanları seferber edeceğiz.
"ABD'NİN İSRAİL'E TEMİN ETMESİNDE YARDIM ETTİĞİ FÜZELERİN HEDEFİNDE HASTANELER, OKULLAR, CAMİLER, KİLİSELER VAR"
SORU: ABD de Gazze'ye insani yardımın artırılması çağrılarına öncülük etmiş ancak İsrail'e askeri yardımını da artırmıştır. Washington'ın bu ihtilaftaki rolünü daha çok yararlı mı yoksa zararlı olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Emine Erdoğan: Bugünkü gibi karanlık bir tabloda, sorumluluk sahibi bütün uluslararası aktörlerin yapması gereken şey, Gazze'de bir an önce kalıcı ateşkesi temin etmek ve Filistin halkına acil olarak insani yardımları ulaştırmak olmalı. Aklınıza gelebilecek bütün uluslararası yetkili kuruluşlar; Birleşmiş Milletler ofisleri, uluslararası insan hakları örgütleri, uluslararası sağlık kuruluşları Gazze'deki mevcut durumun vahametini haykırıyor. Bu vahşet, bu kıyım, görüntüler ve kanıtlar ile ortadayken, çocukları yakan çatışmanın ateşini harlamak; bölgeye daha fazla silah, daha fazla bomba, daha fazla savaş gemisi göndermek en basit ifadeyle, söz konusu katliama ortak olmaktır. ABD'nin İsrail'e temin etmesinde yardım ettiği füzelerin hedefinde hastaneler, yoğun bakımda küvezde yatan yeni doğan bebekler, okullar, cami ve kiliseler, hasta taşıyan ambulanslar, mülteci kampları var. Bu vahşete ortak olduktan sonra Washington'ın çatışmada yararlı herhangi bir rolü olduğunu kim iddia edebilir?
Öte yandan, yaşanan insanlık dramı canlı yayın halinde tüm dünya tarafından izlenirken, mevcut kanıtlar savaş suçuna varabilecek onlarca eylemin gerçekleştirildiğini apaçık gösterirken, başta ABD olmak üzere tüm Batı dünyasının koro halinde İsrail'i savunma çabalarından bizim ne anlam çıkarmamız gerekiyor? İnsan hakları beyannamesi ve uluslararası birçok sözleşmelerde, hakları koruma altına alınmış "insan" tanımı, sadece Batı'nın belirlediği sınırlar içindekileri mi kapsıyor? Bu uluslararası hukukun ve değerlerin yozlaştırılmasının yol açacağı tahribatı düşünmeyen ABD'nin ve Batı dünyasının, artık dünyaya samimice vadedebileceği bir ideal kaldı mı?
Ben eminim ki Türkiye, Gazze'ye bir yardım uçağı gönderirken, bazı Batı ülkelerinin bölgeye uçak gemileri gönderiyor olması küresel maşeri vicdan tarafından kayda geçmiştir. İsrail Gazze'ye ağır bir abluka uygularken ve bombardımanını yoğunlaştırırken, Batılı olmayan ülkelerden kınamalar gelirken, kendisini Batı'nın lideri olarak yansıtan bir ülkenin liderinin Tel Aviv'e verdiği tereddütsüz destek İsrail-Filistin ihtilafının derinleşmesine yol açmakta ve hatta küresel barış ve düzene bir tehdit oluşturmaktadır. Zira, ABD'nin bölgedeki askeri unsurları artırması; çatışmanın Lübnan, Suriye ve diğer komşu bölgelere yayılması riskini taşımasının yanında, İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği suçlarda daha cesur olmasına ve milyonlarca insanı zorla yerinden etme girişimlerini artırmasına teşvik etmektedir.
Bütün bunlara rağmen küresel düzeyde umudu diri tutmak için sebeplerimiz var. Bugün Batı kamuoyu İsrail'in doğrudan ve dolaylı bütün propaganda girişimlerine rağmen İsrail'in sürdürdüğü vahşete karşı bir politik bilinç geliştiriyor, Batı başkentlerinde İsrail aleyhine büyük gösteriler yapılıyor. Bu gösteriler küresel vicdanın sesidir. Bu ses susturulamaz. Bölgede ve dünyada adil ve kalıcı bir barış isteyen her ülkeden beklentimiz, halklardan barış adına yükselen bu sesi susturmak yerine, kulak vermeleridir. Ellerindeki tüm imkân ve araçları, çatışmaların durması ve tüm tarafların uluslararası hukuka uygun bir şekilde hareket etmesi için seferber etmeleridir.
"İSRAİL SALDIRILARININ 4 SAATLİĞİNE DURDURULMASI KARARI GERÇEKTEN GÜLÜNÇ VE ZALİMCEDİR"
SORU: Son haftalarda Türkiye ile İsrail arasında gerilimin arttığını ve her iki ülkenin de büyükelçilerini geri çektiğini gördük. Bu gelişmelerin Türkiye'nin Gazze'ye insani yardım sağlayabilmesi üzerinde bir etkisi oldu mu ve İsrail'in 2010'daki filo (Mavi Marmara) olayında olduğu gibi bu tür çabaları kısıtlamaya çalışabileceğinden endişe ediyor musunuz?
Emine Erdoğan: Türkiye'nin insani meselelerdeki tavrı reaksiyoner değil, ilkesel olmuştur. Sütten kesilmemiş bebekleri, çocuklu anneleri, sivil insanları hedef alan sistemli bir katliamı tereddüt etmeksizin gerçekleştiren ve bu vaziyeti hiçbir utanç emaresi göstermeksizin ilan edebilen bir devlet ile diplomatik ilişkilerin bu noktaya gelmesi, vicdanlı her ülke için beklenen bir gelişme olmalıdır.
Bununla birlikte Türkiye olarak, ateşkesin sağlanması ve insani yardımların kesintisiz olarak ulaştırılmasını en önemli öncelik addediyoruz. Acil olan birkaç saatlik bir ara değil, kalıcı bir ateşkestir. Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese'in ifadeleriyle, haftalarca şahitlik ettiğimiz vahşetten sonra İsrail saldırılarının 4 saatliğine durdurulması kararı gerçekten "gülünç ve zalimcedir."
Ben insani yardım kuruluşlarının Gazze'ye engelsiz erişimini temin etmek için çalışmayı insanlık ödevinin bir gereği olarak görüyorum. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi Sözcüsü, yardım kamyonlarının ulaştırılamadığı Gazze'nin kuzeyini cehenneme benzetirken, bölgeye ulaştırılamayan her yardım girişimi, yalnızca yardımı yapan ülkenin değil, insanlığın derdi olmalı. Nitekim, İsrail'in bölge için hazırlanan yardımları engelleme zorbalığı birçok ülke ve kuruluşu hedef alıyor. Halihazırda tarumar edilmiş Gazze'nin, oradaki masum sivil halkın bir kat daha cezalandırılmasını kabul etmiyoruz. Biz uluslararası toplumun bir üyesi olarak, Gazze'deki sivil halkın refahına öncelik verilmesini ve insani yardımların ihtiyaç sahiplerine engelsiz bir şekilde ulaşmasını talep ediyoruz. Bunun için İsrail'e baskı yapılması gerektiğine inanıyoruz. Ülkemiz, her ne olursa olsun ilkesel tavrını sürdürecek ve her koşulda Gazze'ye insani yardım göndermek için çalışacaktır ve inanıyorum ki sonunda da insanlık galip gelecektir.
"YORULMAYACAĞIZ, DURMAYACAĞIZ. ÇÜNKÜ, BİZİM BİR FİLİSTİN HAYALİMİZ VAR"
SORU: Filistin'deki ölü sayısı artmaya devam ederken, çatışmanın tırmanmaya devam etmesi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun belirttiği gibi İsrail'in Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesi durumunda insani yardımların dahi Filistinlilere bir yararı olmayacağına dair korkular var. İsrail'in eylemleri ve Gazze'deki durum açısından sizin ya da Cumhurbaşkanı'nın bir kırmızı çizgisi var mı ve Türkiye Gazze'de yaşayanların durumunu desteklemek için başka ne gibi araçlar kullanabilir?
Emine Erdoğan: Vicdanlı her insan için kırmızı çizgi işlemediği bir suçtan dolayı alınmış masum bir insanın canı, bir bebeğin bir damla gözyaşı, bir çocuğun "yaşamak istiyorum" haykırışı olmalıydı. Uluslararası toplum için çocuklar üzerine kimyasal silahlar atıldığında, BM tesisleri dahil sivil yerleşimler hedef alındığında, korumakla mükellef olduğumuz insani yardım çalışanları mektup ile yardım çığlığı attığında hepimizce kırmızı çizgi geçilmiş olmalıydı. Bizim inancımıza göre masum bir insanın ölümü "insanlığın ölümü" ile denktir. İnsanlığımızı bir bir öldürülen Filistinli kardeşimizle birlikte gömerken, hangi kırmızı çizgiden bahsedebiliriz ki? Burada uluslararası topluma sormak gerek: insanlığın kırmızı çizgisi nerededir? Bu vahşeti durdurmak için hangi kritik ölüm eşiği bekleniyor? Haftalardır devam eden saldırılar karşısında uluslararası toplumda vicdanları sağır eden bir sessizlik ile karşı karşıyayız. Bu 40 günlük sessizliğin bedelini, belki nesiller boyu süren tamir ve yeniden güven inşası ile ödemek zorunda kalacağımızın ne kadar farkındayız? Bir anne, bir kadın, bir insan olarak, çocuklarımıza ve torunlarımıza bu korkunç mirası bırakmayı reddediyorum. Türkiye olarak dili, dini, ırkı ne olursa olsun insanı merhametle kucaklayan, özü itibarıyla değerli gören bir küresel anlayışı savunacağız. Bölgede ve dünyada güvenin, istikrarın, barışın tesisi için her türlü adımı atacağız.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki 15 Kasım'da İstanbul'da, devlet ve hükümet başkan eşlerinin ve ülke temsilcilerinin katılımıyla, ateşkesin sağlanması ve insani yardımın eksiksiz bölgeye ulaştırılması için uluslararası kamuoyunu harekete geçmeye çağırmak amacıyla düzenlediğimiz zirveyi, sözden eyleme taşımak niyetindeyiz. Önce ateşkesin sağlanması, ardından Filistinlilerin yıkılan şehirlerini yeniden inşa etmek için somut girişimler üretilmesi amacıyla bir inisiyatif haline getirmek için girişimlerimiz sürüyor.
Yorulmayacağız, durmayacağız. Çünkü, bizim bir Filistin hayalimiz var. Gazze sahillerinde dini, etnik kökeni fark etmeksizin Filistinli çocukların el ele kardeşçe koşturduğu bir hayal. Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze'nin çocuklarının aynı sofrayı huzur ve barış içinde paylaşabildiği bir hayal. Barış içinde yaşayan İsrail ve Filistin, hepimizin bugün vereceği sözlerde, yapacağı eylemlerde gizli. Bu yüzden buradan bir kez daha 15 Kasım'da First Lady'ler ile yaptığımız ateşkes ve insani yardım çağrısını yineliyorum. Herkesi Filistin'de insanlık için adeta nöbette olan basın mensupları, sağlık personeli, insani yardım çalışanları ve tüm Filistinliler için bulunduğumuz her yerde, onların sesi olarak biz de nöbet tutalım. Filistin İçin Tek Yürek Zirvesi'nde tüm dünyaya haykırdığımız şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım: savaşın bir kazananı olmaz, adil bir barışın ise kaybedeni olmaz.