Prof. Dr. Uğur Üçüncü, 6-7 Eylül Olaylarının nasıl başladığı ve geliştiğine dair şu ifadeleri kullandı: "Olayların başlaması Kıbrıs Meselesinin uluslararası bir boyut kazandığı döneme denk geliyor. Bu konu tabi Türk toplumunda özellikle üniversite gençliğinde ve entelektüel çevrelerde derin bir etki yarattı. Kıbrıs'ın, Girit'in yaşamış olduğu akıbet gibi olmaması için Türk toplumunda oluşan hassasiyet bu olayların psikolojik zemininde önemli bir paya sahip. 1950'de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin başına Makarios'un gelmesiyle ivme kazanan "enosis" fikri ve bu istikamette adada yaşayan ve Kıbrıs'ın gerçek sahibi ve asli unsuru olan Türklere yönelik katliam yapılacağı haberleri önce İstanbul'da ardından İzmir ve kısmen de Ankara'da geniş kitleleri harekete geçirdi. Bu hareketlenmede Kıbrıs Türk'tür Cemiyeti'nin de etkisi olmuştur. Başlangıçta bir miting düzenlenerek uluslararası camiaya Türk milletinin Kıbrıs konusundaki hassasiyeti yansıtılmaya çalışılırken kontrol elden kaçmış ve geniş kitleler galeyana gelerek ya da getirtilerek Rum azınlığın meskenlerine doğru tahripkârlığa vardı."
VATAN İÇİN MÜCADELE ETTİKLERİNİ DÜŞÜNÜYORLARDI
"Kıbrıs Meselesinden doğan gerilim Atatürk'ün evine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Konsolosluk binası bahçesine bomba atılmasıyla sokak olaylarına dönüştü. Haber, Türk kamuoyuna taşınınca hadiseler eşzamanlı olarak İstanbul, İzmir ve Ankara'da başladı. Başlangıçta bomba hadisesine tepki olarak başlayan olaylar bilindiği üzere hızla gayrimüslim tebaaya saldırıya dönüştü. Hadiselerde göstericilerin eylemleri ve söylemleri olayların bir tertip olabileceği izlenimi uyandırıyor. Bazı kişilerin ellerindeki listelere göre göstericileri yönlendirdiği, araçlarla farklı semtlerden eylemciler taşındığı biliniyor. Keza olaylar sırasında kamyonlarla kazma ve kürek de getirilerek göstericilere dağıtıldığı da görülmüştür. Hadiselerde kutsallar da hedef alınmış kiliseler yakılmış, tahrip edilmiş, papazlar dövülmüş ve yaralanmıştı. Saldırıların ana hedefi Rumlar oldu. Bununla beraber Türkler, Yahudiler ve Ermeniler de sınırlı ölçüde saldırıya uğradı. Vatandaşlar Türk bayraklarıyla donatarak, Atatürk posterleri asarak ya da Kıbrıs Türk'tür Cemiyeti pankartları kullanarak ev ve iş yerlerini korumaya çalışmışlardı. Göstericilerin önemli bir kısmı, vatan için mücadele ettiklerini düşünmekteydiler. Bundan dolayı da yaptıklarıyla gururlanmışlardı. Olaylarda cana kastetmek ise amaçlanmamıştı. Kalabalıklar, gösterilerdeki tavır ve hareketleriyle Kıbrıs konusunda taviz vermeyeceklerini, Ada'daki ve Yunanistan sınırları içerisindeki Türklerin haklarını koruyacaklarını ispat etme görüntüsü vermeye çabalamışlardı."
OLAYLARIN İÇİNDE MENDERES HÜKÜMETİN YER ALMASI MÜMKÜN DEĞİL
6-7 Eylül olaylarının arkasında Menderes hükümetinin olduğu iddiasına değinen Prof. Üçüncü, şöyle devam etti: "1950-1960 yılları arasında aralıksız Demokrat Parti iktidarı var biliyorsunuz. Menderes de bu dönemin başbakanı. 1954 seçimlerinde çok büyük bir başarı elde ederek iktidarını perçinledi. Bu yıllar dünyada "Soğuk Savaş" döneminin en gerilimli dönemine denk gelir. NATO, Varşova Paktı ve Bağlantısızlar Hareketi gibi küresel organizasyonların yanında Türkiye'nin içinde bulunduğu, hatta başat rol oynadığı Balkan ve Bağdat Paktı projeleri söz konusu. Böyle bir konjonktürde Türkiye'nin elini zayıflatacak ve liberal demokrasi kulvarının dışına düşürecek bir tasarrufa girmesi, akılla, reel politikle ve her şeyden önce Türk devlet felsefesiyle bağdaşmazdı. Dolayısıyla böylesi bir tablonun içinde Menderes Hükümeti'nin yer alması mümkün değildir kanaatindeyiz. Hükümetin hatası geniş kitleler üzerinde etkisi büyümekte olan Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin yöneticileri ile yakın görüntü vermesiydi. Bunu izahta hayli zorlandılar."
TOPLUMSAL BELLEKTE VAR OLAN HASSASİYETLERİ KULLANDILAR
"Selanik ile İstanbul arasında Roma/Bizans ve Osmanlı döneminden beri çok etkileyici bir ilişki var. Unutulmaması gereken husus Selanik'in İstanbul'un fethinden yaklaşık bir çeyrek asır önce Türk hâkimiyetine girmiş olmasıdır. Burasının 1912'de tek kurşun atılmadan kaybedilmesinin Türk toplumunda yaratmış olduğu travmatik etki, Millî Mücadele kadrolarının önemli bir bölümünün Balkan kökenli oluşu ve her şeyden önemlisi Millî Mücadele'nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun yani Büyük Atatürk'ün bura doğumlu olması önemli faktörlerdir. Atatürk'ün evine saldırı olduğu haberi bu sebepten ötürü geniş kitlelerin hareketlenmesinde belirleyici oldu. Bu olayların planlayıcılarının toplumsal bellekte var olan bu hassasiyetleri hesaba kattıkları anlaşılıyor."
BASIN İKİNCİ GÜNDEN SONRA TOPLUMU SAKİNLEŞTİRME YOLUNA GİTTİ
Prof. Üçüncü, olayların başlamasında basının rolünü ise şu sözlerle anlattı: "Selanik'teki Atatürk'ün doğduğu eve bomba atıldığı haberi ilk olarak Anadolu Ajansı tarafından geçildi. Ardından Ankara, İstanbul ve İzmir Radyolarında yayın yapıldı. Ancak kitlelerin harekete geçmesinde o gün yani 6 Eylül 1955'te iki baskı yapan ve elden ele dolaştırılan İstanbul Ekspres oldu. Eş zamanlı olarak İzmir'de yayın yapan Gece Postası konuyu okuyucularına aktardı. Daha sonra İstanbul, İzmir ve Ankara'da yayın yapan gazeteler de bu konuya yöneldiler. İlk gün sonrasında gerek hükümet çevrelerinden gelen telkinler gerekse alınan hukuki tedbirler basın üzerinde ciddi etki yaratmış ve basın ikinci günden itibaren toplumu sakinleştirmiştir."
O TELGRAFIN ASLI BULUNAMADI
"Elimizi güçlendirecek bir harekete ihtiyacımız var" içerikli bir telgrafın çekildiğine dair telgraf Yassı Ada mahkemelerinde tartışılmıştır. Zorlu, telgrafı kabul etmekle birlikte oradaki mananın yanlış aksettirildiğini belirtiyor. Telgraftaki maksadının kendisinin Londra'da İngiltere ve Amerika nezdindeki girişimlerini kuvvetlendirmek için Türkiye'deki İngiliz ve Amerika elçilikleri nezdinde girişimlerde bulunulmasını istemek olduğunu söyledi. Bununla beraber telgrafın aslı bulunamadı. Öte yandan Cumhuriyet döneminin önemli politikacılarından ve o dönem Londra büyükelçisi olan Suat Hayri Ürgüplü, hatıralarında 6-7 Eylül Olaylarının gerçekleştiği tarihte süren Londra Konferansı'nda hükûmete çekilen ve "elimizi güçlendirecek bir harekete ihtiyacımız var" mealinde bir telgrafın söz konusu olmadığını büyükelçilik arşivine dayanarak savunmaktadır.
MUHALEFET KIBRIS MESELESİNDE HÜKÜMETE AÇIK ÇEK VERMİŞTİ
Prof. Üçüncü, olaylar sırasında ve sonrasında muhalefette bulunan CHP ve özellikle İsmet İnönü'nün tavrı koşununda şöyle konuştu: "Aslında olaylardan çok önce muhalefet Menderes Hükümetini Kıbrıs meselesine sahip çıkmamakla suçlamıştı. Menderes, Liman Lokantasında Kıbrıs Meselesine sahip çıkan meşhur konuşmasını yaptıktan sonra muhalefet tarafından desteklenmiştir. Özellikle Londra Konferansı sürecinde başta Ana Muhalefet Partisi CHP ve Genel Başkanı İsmet İnönü olmak üzere Türkiye'deki tüm partiler Kıbrıs Meselesini milli çıkar olarak telakki etmişler ve Menderes Hükümetine adeta açık çek vermişlerdir. Fakat 6-7 Eylül olaylarının çıkması ve sonrasındaki süreçte özellikle CHP ve Genel Başkanı İsmet İnönü, olayların Menderes Hükümetinin bir tertibi olabileceği ve en azından hadiselerin çıkması ve gelişmesinde büyük ihmal gösterdiği şeklinde hükümeti sert bir dille eleştirdi."
YUNANİSTAN TÜRKLERİN HAKLARINI GASP EDEREK BU HADİSELERİ SICAK TUTUYOR
Türkiye açısından 6-7 Eylül olaylarının sis perdesi büyük oranda aralandı. Fakat Yunanistan açısından bunu söylemek zor. Zira Yunanistan'ın siyasi saiklerle halen hadiseleri uluslararası alanda kendi çıkarına kullanmak amacıyla bomba hadisesini Türkiye'ye yıkma gayreti sis perdesinin tam anlamıyla kalkmamasına yol açmakta. Türkiye mağdur vatandaşlarından özür dilemiş, kendi vatandaşı olan Rum azınlığın zararını karşılamak için dönemin en etkili simalarının da içinde bulunduğu bir komisyon oluşturarak yardım kampanyası da başlatmıştır. Ancak Yunanistan günümüze değin devam etmekte olan Batı Trakya Türk Azınlığının haklarını gasp etme stratejisini hâlâ bu hadiseleri sıcak tutarak perdelemeye çalışıyor. Duygusallıktan uzak, bilimsel metodolojiyle ele almış olduğumuz bu çalışma bugüne kadar oluşan literatürün yanında hiç kullanılmayan arşiv malzemelerini ve yerel basını da değerlendirerek yakın dönem Türkiye tarihinin bu hassas konusuna bir katkı yapmak amacındadır."
6-7 EYLÜL'DE NE OLDU?
Açıklanan resmi rakamlara göre; 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar ve benzeri yerlerin bulunduğu 5.317 tesis saldırıya uğradı. Amerikan Milli Arşivi'ndeki belgelere göre de tahrip edilen işyerlerinin % 59'u Rumlara, % 17'si Ermenilere, % 12'si Musevilere ve % 10'u da Müslümanlara aitti.
MAĞDURLARA ZARARLARI KARŞILIĞINDA ÖDEME YAPILDI
10 Eylül 1955 günü Cumhurbaşkanı Celal Bayar başkanlığında kurulan komite ile 6-7 Eylül olaylarının mağdurlarına yardım eli uzattı. Bu kapsamda 1957 yılının sonuna kadar 3 bin 247 kişi ve kuruluşa toplam 6,5 milyon TL ödendi. Daha sonra, 1956 yılında Menderes Hükümeti tarafından çıkarılan bir yasa ile 6-7 Eylül Olaylarının mağdurlarına ödenmek üzere 60 milyon TL'lik tazminat fonu ayrıldı. Bu fon bilirkişilere başvurup yıkılan ev ve işyerinde hasar tespit çalışmalarını yaptırmış olan mağdurlara dağıtıldı.