Yıl 1998. Yer İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu. O, binanın bir penceresinden "Başörtüsü Allah'ın emri" diyerek haykırdı. O esnada polisler sınıfa girip kollarından tutarak sürükleyerek okuduğu üniversitenin merdivenlerinden aşağı indirdi, bir terörist muamelesine maruz kalarak polis aracına kondu. İstikamet Vatan Caddesi'ndeki Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ydü (TEM). Buradaki çetin sorgudan sonra Laleli'de bir karakolda düzmece bir ifade oluşturularak taşkınlık yaptığı ve sınıf arkadaşlarının eğitime engel olduğuna dair bir metni imzalaması istendi. Buna karşın cevabı, "Bu ifadeler bana ait değil, ben böyle bir şey yapmadım ki, benim eğitim hakkım engellendi" oldu. Çok korkmuştu. Emniyet Müdürü'nün baskılarına ve tehditlerine daha fazla dayanamadı ve sırf serbest kalabilmek için hazırlanmış ifadeyi imzalamak zorunda kaldı. Hukuktan yoksun dava süreci de böylece başladı. Kim mi bu isim?
"SAVAŞ ALANI GİBİYDİ, COPLANDIM VE BEBEĞİMİ KAYBETTİM"
O, 28 Şubat postmodern darbesinin mağdurlarından, sırf başörtülü olduğu için coplanan, bebeğini bu nedenle kaybeden Nuray Canan Songür'den (45) başkası değil. 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları sonucu başörtüsü yasağının katı bir şekilde uygulandığı dönemin hem şahidi hem de başörtüsü yasağına direnen isimlerden. Biz de 28 Şubat'ın 25. yılında Önce İnsan Derneği Kurucusu Nuray Canan Songür ile bir araya geldik; 28 Şubat postmodern darbesini, CHP'nin rolünü ve sonrasını konuştuk.
- Türkiye sizi, 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde başörtülü olduğunuz için üniversite merdivenlerinden sürüklenerek çıkarılma görüntüleriyle tanıdı. Öncesinde ise pencereden haykırışınız ekranlara yansıdı. O günün arka planında neler yaşandı?
- 28 Şubat MGK kararları sonrasında başörtüsü yasağı bazı fakültelerde uygulanmaya başlandı. O zaman İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ikinci sınıf öğrencisiydim. Okulumu bitirmeme günler kalmıştı, yasak benim bölümde de katı bir şekilde uygulanmaya başlandı. Uyarılar başladı, "Ya başörtünüzü açacaksınız ya da okulunuzu bırakacaksınız yoksa sınavlarınız iptal edilecek" dediler. Bahsettiğiniz o görüntü final haftasındaki bir sınav anındandı. Sınıfta beş başörtülü öğrenci vardı. Okutman Çiğdem Yalvaç sınıfa girdi "Başörtülülerini açanlar açsınlar, açmayanlar çıksınlar" dedi. Arkadaşlarımızdan birkaçı çıktı, birkaçı başını açtı, bir ben başörtülü kaldım. Okutman sınav kâğıtlarını dağıtırken beni atladı. Ben ise "Bu okulun öğrencisiyim, bu ülkenin vatandaşıyım. Benim eğitim alma hakkım var. Bana da sınav kâğıdı vereceksiniz" dedim.
"OKUTMAN "YA SINIFTAN ÇIK YA DA İNSAN GİBİ GİYİN GEL" DEDİ"
- Ne oldu sonrasında?
- Okutman o esnada "Ya sınıftan çık ya da insan gibi giyin gel" dedi. Sonra dışarı çıktı. 10 dakika sonra 8-9 robocop polis sınıfa girdi. Öğretmen beni gösteriyordu: Suçlu kişi burada, başında başörtüsü var. Çok panik oldum, şoktaydım, korktum, ne yapacağımı bilemedim. Hemen pencereden dışarı haykırdım. O esnada Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne alınmayan başörtülü öğrencilerin oturma eylemi vardı. Polisler benim olduğum binanın etrafını sarmış ve içeriye de koşuyorlardı. Sanki bir savaş var gibiydi. Ruhen çok incinmiş olduğum bir an. Çok üzücü bir şey. Yüzde 99'un Müslüman olduğu söylenen bir ülkede bunu yaşadım. Sadece dininizi yaşadığınız için tecrit ediliyor, baskıya uğruyor ve ayrımcılığa maruz kalıyorsunuz. Ben o gün merdivenlerden sürüklenerek gözaltına alındım. TEM'den sonra götürüldüğüm Laleli'deki karakolda tehditler eşliğinde düzmece bir ifadeyi imzalamak zorunda kaldım ve dava sürecim başladı.
- Nasıl tehditlerdi bunlar, neler hissettiniz?
- Emniyet Müdürü bana "Bir daha okula gitmeyeceksin, okulun önünden dahi geçmeyeceksin, geçersen suçlu olursun. Benim de bacım başörtülü ama sizin bu yaptığınız devlete isyan, Anayasaya aykırı bir durumdasınız. Bu suçtan dolayı sizi burada tutabilirim. Allah'tan başka sizi buradan kimse kurtaramaz. İfadeyi imzala, imzalarsan seni serbest bırakacağız" dedi. Taşkınlık çıkarmadığım halde sınıfta taşkınlık çıkardığıma ve arkadaşlarımın sınavına engel olduğuma dair bir ifadeyi çok korktuğum ve başıma bir iş geleceğini düşündüğüm için imzalamak zorunda kaldım. Serbestte bırakmadılar, sonra savcılığa gönderdiler ve altı ay ile iki yıla kadar eğitimi ve öğretimi engellemek suçlamasından hakkımda yargılanma kararı verildi. Ertesi gün okula girebilmek için gittiğimde bu sefer okulun kapısından bile başörtülü öğrenciler alınmıyordu. Ancak o dönem susmadım, medyaya başörtüsü yasağını ve yaşadıklarımı anlattım. Yargılanırken ise medyaya konuştuğum için hedef tahtasına konuldum.
"SİZE BU ÜLKEDE NEFES ALMAK BİLE HARAM"
- Bebeğinizi nasıl kaybettiniz, gözaltında coplandığınız zaman mı?
- İlk gözaltımdan bir yıl sonra 17 Şubat 1999 yılında bir daha gözaltına alındım. Ancak o zaman evlenmiştim, hamileydim ve artık eylemlere gitmiyordum, bir işim vardı. O gün hamile olduğum için hastanede randevum vardı. Vezneciler durağında otobüs bekliyordum. Fakat her gün başörtüsü yasağı eylemleri sürüyordu. Durakta beklerken başörtüsü yasağını protesto gösterisi yapılıyordu. Birden arbede yaşandı ve polisler öğrencileri kovalıyordu. O esnada polisler beni de duraktan gözaltına alarak kollarımdan tuttu ve beni koşturmaya başladı. Ben hamile olduğumu, eylemle ilgim olmadığını, hastanede randevum olduğunu, kontrol edebileceklerini söyledim. Hamile olduğumu tekrar ettim ama dinlemediler, koşturarak polis aracına bindirdiler. Koşturdukları ve hamile olduğum için nefes alamadım araçta. Göğsüm sıkıştı. "Camı açar mısınız?" dedim. Kadın polisler dedi ki: "Size bu ülkede nefes almak bile haram!" Polis minibüsünde toplam kadın-erkek 17 kişiydik. Aksaray'daki karakola götürdüler ve bir odaya doldurdular. Daha sonra kadın polisler odaya daldı ve rasgele coplamaya başladı. Bildiğiniz savaş alanıydı.
- Daha sonra neler yaşadınız?
- Coplar sonrasında bayılmışım, gözümü açtığımda hastanede buldum kendimi. Haseki Hastanesi'ne götürmüşler beni. 4,5 aylık ikiz bebeklerime hamileydim. Doktor kontrol sonrası ikiz bebeklerden birinin kalp atışını alamadığını ve diğer bebeğinde kalp atışının çok zayıf olduğunu söyledi. Ben o an ağlamaya başladım. Doktor "Ağlama kızım diğer bebeğini de kaybedersin" dedi. Doktor ise polislere kızıyordu, "Hamile kadını niçin aldınız?" diye. Polisler "Aa! Hamile miymiş!" diyorlardı. Hâlbuki hamile olduğumu söylemiştim. Hastanede bana serum taktılar, buna rağmen hâkim karşısına çıkacakmışım, emir gelmiş "Serumları çıkarın" diye… Doktor ise hayatı tehlikesi var" dediği halde serumları söktürerek götürdüler.
"SEN ARTIK DİĞER ÇOCUĞUNU DA KAYBETMEK İSTİYORSUN"
- Bildiğim kadarıyla sonrasında yurt dışına çıktınız, buna nasıl karar verdiniz?
- Kayıt dışı göz altılara maruz kalıyordum. Bir gün polis çalıştığım kliniğe gelip karakola götürdü. Orada dediler ki, "Başörtüsü hakkında konuşmayacaksın, anlatmayacaksın, okumak istiyorsan başını aç ve okuluna git ya da sus ve evine dön, otur! 'Bize şunu yaptılar bize bunu yaptılar' demeyeceksin. Yoksa başına bir iş gelir."
O dönem Washington Post ile 32. Güne konuşmuştum. Bir başka gün telefonla biri aranıp tehdit edildim. Küfürlü bir şekilde "Sen artık diğer çocuğunu da kaybetmek istiyorsun, anlaşıldı. Biz seni kaç defa uyardık" denildi. Çocuğumla tehdit edilince, hayatımdan endişe etmeye başladım ve 2000 yılında gurbete gittim. Kanada'ya ailemle birlikte yerleştim. Altı aylık hapis cezam ertelendi ama gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten yargılanmam sürdü, iki yılla yargılanıyordum. Hapis cezası çıktığı zaman direk hapse atılacaktım. Dava sürecim sürdüğü için uzun süre ülkeye dönemedim, 2007'de Türkiye'ye dönüş yaptım.
- Umudunuzu yitirdiğiniz oldu mu, bu süreçte sizi en çok üzen ne oldu?
- Umudumu yitirdiğim olmadı ama çok üzüldüğüm dönemler oldu. Yurt dışına gittiğim ilk bir yıl mesela. "Ben nasıl oldu da buraya geldim, ben niye ülkemde eğitimi tamamlamak varken buradayım" diye düşündüm. Düşünün! O olaydan dolayı bir çocuğumu kaybediyorum ve davadan da beraat ediyorum. Suçsuz olduğum anlaşılıyor. Ancak bunları yapanlara hiçbir şey olmuyor. Hiçbiri ceza almadı. Başörtüsü yasağını o dönemde savunan insanlar suç işledi. Örneğin Nur Serter, Kemal Alemdaroğlu ve beni sınıftan çıkartan okutman Çiğdem Yalvaç yargılanmadı. Ne oldu sizce ona? Okutman daha sonra öğretim görevlisi oldu, hayatında hiçbir şey değişmedi ve hâlâ İstanbul Üniversitesi kadrosunda çalışıyor. Onlar hiçbir bedel ödemediler. 28 Şubat'ın birçok ayağı var. Onların da yargılanması gerekiyor.
"BAŞÖRTÜSÜ MÜCADELESİ BAŞKAN ERDOĞAN SAYESİNDE ZAFERLE SONUÇLANDI"
- "Bin yıl kadar sürecek" denilen 28 Şubat postmodern darbesi sürecinden sonra Başkan Erdoğan'ın başörtüsü yasağını kaldırması ve serbest kalmasına ne dersiniz, gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- 28 Şubat'ta dört bir koldan saldırıyorlardı. Başörtüsü için 'siyasi simge, rejim sorunu, laiklik elden gidiyor' dediler. Başörtülü kadınlar çalışamıyor, eğitim alamıyor, hayatın tamamen dışına itiliyordu. Daha sonra ise CHP yasağın kalkmaması için çabaladı. Ancak başörtüsü yasağı bin yıl sürmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yasağı kaldırdı. Eskiden başörtülüler rejim düşmanı gibi lanse edilirken şu anda ülkesine her alanda hizmet eden insanlar haline geldi. Artık askerde başörtülü kadınlar komutanlarına selam veriyor. Bize bu özgürlüğü sağlayan, bunun mücadelesini veren Başkan Erdoğan'a şükranlarımı sunarım. Gerçekten mücadelenin en büyüğünü de Başkan Erdoğan verdi. Başkan Erdoğan ile hiç karşılaşmadım, ama karşılaşsaydım "Hayal olan bir şey sizinle gerçek oldu, Allah razı olsun!" derdim. Yıllarca verdiğimiz mücadele onun sayesinde zaferle sonuçlandı. Biz ne kadar mücadele verirsek verelim, yıllarca binlerce öğrenci bu mağduriyeti yaşadı ama sonuçta yasağın kalkmasının mimarı Cumhurbaşkanımız oldu. Asıl ona teşekkür etmemiz gerekiyor. 28 Şubat'ta o da mağdur oldu, sadece şiir okuduğu için hapse mahkûm oldu. Cumhurbaşkanı hapse girdiği dönem ben de mahkemelerde yargılanıyordum.
"28 ŞUBAT MÜSLÜMANLARIN SİNDİRİLME OPERASYONUYDU"
- 28 Şubat postmodern darbesini nasıl tanımlıyorsunuz peki?
- 28 Şubat Müslümanların sindirilme operasyonuydu. Bunun maşası da CHP'ydi. Başörtüsü yasağının yıllarca sürmesi gerektiğini savunan, başörtüsüne çaput diyen parti de CHP'ydi. 28 Şubat çok daha geniş kapsamlı bir darbeydi. Halkın iradesine saygıları olmadığı için halkın iradesine karşı, seçilmiş hükümete karşı bir operasyondu. Kendileri gibi olmayan insanlara yaşam hakkı tanımak istemediler hâlâ öyleler.
"KILIÇDAROĞLU'NUN 28 BAŞÖRTÜLÜYLE BİR ARAYA GELMESİ İMAJ ÇALIŞMASI"
- Kılıçdaroğlu 28 Şubat'ta 28 başörtülü kadınla görüşeceğini açıkladı. Samimi buluyor musunuz bunu?
- Geçmişteki yaptıkları hataların özrü mahiyetinde bir imaj çalışması olarak görüyorum ama samimi değiller. Neden samimi değiller? Yani yıllarca binlerce kadının eğitim ve çalışma hakkı bu parti yüzünden engellendi. Şimdi sen 28 değil 28 bin başörtülüyle bir araya gelsen, o insanların kaybettikleri yılları, umutları ve hayalleri geri veremeyeceksin. Kılıçdaroğlu bunu halktan oy alabilmek için yapıyor. Yoksa Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü yasağının mantıksızlığını anladığına inanmıyorum. Çünkü kendi söylemleri ortada.
"HAKKIMI HELAL ETMEM"
- Kılıçdaroğlu bir ara "Başörtüsü sorununu ben çözdüm" dedi. Ayrıca helalleşme söylemini ortaya attı, neler dersiniz?
- Oysaki başörtüsü sorunu çözülmesi için AK Parti hükümeti var gücüyle çabalarken önündeki tek engel CHP'ydi. Anayasa Mahkemesi'ne başörtüsü serbesiyetinin iptali için giden CHP değil miydi? Başörtüsü yasağını savunan Nur Serter'i vekil yapan CHP değil miydi? Bunlar 150-200 yıl önce olmadı, yakın tarihimizde oldu. CHP'nin eylemi ve söylemi de ortada. Hakkımı helal etmem. Gerçekten bu mağduriyeti yaşamış hiç kimsenin de hakkını helal edeceğini düşünmüyorum. Helalleşmek ne ki, yasakçıların önce yargılanıp cezasını alması gerektiğini düşünüyorum ben. Çünkü AK Parti iktidarı olmasaydı. Şu anda başörtüsü yasağı devam ediyor olacaktı. Oy kaygıları olmasaydı yine başörtüsü çaput olarak değerlendireceklerdi.
"CHP'Lİ BİR AİLEDEN GELİYORUM, HİÇ KİMSE ŞU AN Kİ SÖYLEMLERİNE KANMASIN!"
- Siz 17 yaşında örtünmüşsünüz. Aileniz de CHP'liymiş sanırım.
- Anne tarafım tamamen CHP'lidir. 17 yaşında örtündüğümde anne tarafımdaki akrabalarım bana uzaylı muamelesi yaptı. Psikolojimin bozulduğunu ve bu yüzden böyle bir şeye kalkıştığımı söylediler. Onlar gibi değilseniz dışlanıyorsunuz. Bu nedenle CHP'yi çok iyi biliyorum. Dindar insan profilini nasıl algıladıklarını iyi biliyorum. Onlar için normal bir vatandaşın sadece onların belirledikleri ilkeler çerçevesinde hayatlarını sürdürüyor olmaları gerekiyor. Onlar gibi düşünecek, yaşayacak ve onlar gibi olacaksınız. Siz pratikte İslam'ı yaşayan bir insansanız, size bir şekilde irticacı, mürteci, bağnaz, yobaz yaftasıyla yaklaşıyorlar. Bunu pratikte kendi akrabalarımdan biliyorum. Örneğin Demokrat Parti'ye 1960'da darbe yapıldığı zaman Demokrat Parti'den seçilmiş Babaeski Büyükmandırada Belediye Başkanı baştan indiriliyor ve annemin CHP'li dedesi başa getiriliyor. Benim dedem seçilmedi ki! CHP'li birisinin belediye başkanlığında iktidar olabilmesinin yolu seçim dışı yaptıklarıyla oluyor. Şimdi ise halkla bütünleşmeye çalışıyorlar. 28 başörtülü kadını toplamak ya da çarşaflı birisine rozet takmak seçim zamanı hatırladıkları şeyler. CHP'li bir aileden geldiğim için onların iktidar olduğunda neler yapabileceklerini biliyorum. Şu an ki söylemlerine de bu yüzden kanmıyorum. Hiç kimse de kanmasın, 28 Şubat'ın tekrarını yaşamak istemiyorlarsa…
FOTOĞRAFLAR: HATİCE ÇINAR