Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi kapsamında 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması, o tarihten bu yana dünya gündeminden hiç düşmedi. 2020 yılında tartışmalı bir şekilde Paris Anlaşması'ndan çekilen ABD, 2021 yılında yeniden katıldı.
Paris Anlaşması'nın imzalanmasının üzerinden tam 6 yıl geçti. Türkiye geçtiğimiz günlerde TBMM düzeyinde bu anlaşmayı onaylayarak bu konuda önemli bir adım attı.
Peki bu anlaşmanın amacı nedir? İklim değişikliği, emisyon hacmi, sıfır karbon gibi kavramlar neden bu kadar önemli?
Aslında bu sorulara 2019 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve Bakan yardımcısı Prof. Mehmet Emin Birpınar ile gittiğimiz Madrit'teki Dünya İklim Zirvesi'nde cevap bulmuştum. Dünyanın birçok ülkesi, kurmuş olduğu platformlarda elbirliği ile iklim değişikliği ile mücadelenin yöntemlerini arıyordu.
O zirvede, bu sorunun büyüyerek insanlığı tehdit edeceğini, olağanüstü iklim olaylarının ve kuraklığın küresel bir kıtlığa bile neden olabileceği söyleniyordu.
Korkulan da oldu. Pandeminin etkisi ile birleşince bu sorunun etkisini daha da hissettik.
Şimdi iklim değişikliğinin yarattığı sorunlar giderek büyüdü ve kapımıza kadar dayandı. Ve Türkiye, Paris Anlaşması'nı kabul ederek önemli bir adım attı. Peki bu adım ne anlama geliyor?
Merak edilen tüm soruları Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'a sorduk. İşte 10 maddede Türkiye'nin de altına imza attığı Paris Anlaşması…
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ DÜNYANIN YÜZDE 85'İNİ ETKİLEYECEK
-Paris anlaşması hangi ihtiyaçtan doğdu?
Dünyamız 1950 sonrası yeni bir döneme girdi. Bolluk ve refahın hakim sürdüğü bu dönemde ne yazık ki çevremize ve doğamıza aşırı baskılar yapılmış, sonuçta da tamiri son derece güç sorunlara kapı aralanmıştır. Bu sorunların başında da Nature'de yayınlanan yakın zamanlı bir çalışmaya göre dünya nüfusunun en az yüzde 85'ini etkileyen iklim değişikliği geliyor.
Ülkeler bu soruna çözüm için 1980'lerden beri bir araya geldi. Düzenlenen konferanslar, hazırlanan bilimsel raporlar ışığında iklim değişikliği ile mücadelenin yasal bir zemine kavuşturulması gerektiği, bu maksatla da çerçeve bir sözleşmenin hazırlanmasında mutabakata varıldı.
Bu itibarla, Aralık 1990'da alınan BM Genel Kurul Kararıyla Hükümetlerarası Müzakereler Komitesi (INC) kuruldu. Bir yılı aşan çalışmalar sonucunda İklim Değişikliğinin de Anayasası olarak tabir edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hazırlandı.
Ancak Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerin ne şekilde yerine getirileceğine dair detay hükümlere burada yer verilmedi. Bu konuların istişare edilmesi için de yıllık bazda sözleşmeye taraf ülkelerin bir araya gelmeleri istendi. Taraflar Konferansı olarak adlandırılan bu toplantılarda bir yandan güncel durum değerlendirmesi bir yandan da ileriye dair atılacak adımlar müzakere ediliyor.
Bu toplantıların yedincisinde Sözleşmenin uygulama araçlarından ilki olan Kyoto Protokolü kabul edildi. Ne var ki bu Protokol sadece gelişmiş ülkelere yönelik azaltım hedefleri belirledi. O yönüyle etkili olamadı. Sadece birkaç gelişmiş ülkenin üstlendiği sorumluluk ve önlemler iklim değişikliği sorununu çözmüyordu.
Bunun yerine tüm ülkeleri kapsayan bir sistem kurulmalıydı. Gelişmekte olan ülkelerin de sorumluluk alması gerekiyordu; sürdürülebilir kalkınmalarını devam ettirirken alınacak bazı önlemlerle emisyonlarını belirli bir düzeye indirmeleri giderek daha önemli hale geliyordu.
2009 yılında Kopenhag'da düzenlenen 15. Taraflar konferansında Kyoto yerine yeni bir uygulama aracı arayışı içerisine girildi, ancak ülkeler burada uzlaşmaya varamadı. Muhtemel anlaşma, Kopenhag'ın soğuğu altında dondu ve çözümsüz kaldı. Kopenhag'da öğrenilen ders çok büyüktü.
Böylece, gelişmiş ve varlıklı ülkeler bu kez daha temkinli davrandılar. Bu nedenle, tüm ülkelere uygulanabilir ve hepsini tatmin edecek bir anlaşmanın hazırlanması gerekiyordu.
2011 yılında Durban'daki 17. Taraflar konferansında ise ilk adımlar atıldı ve herkesi kapsayan bir anlaşma için hazırlıklara başlandı. 2013 yılında Varşova'da düzenlenen 19. Taraflar Konferansı'nda alınan karar ile de, aslında Paris Anlaşması'nın başarısının temelleri atılıyordu. Bu kararda Niyet edilen Ulusal Belirlenmiş Katkılar adı verilen bir kavram ortaya atıldı, geliştirildi ve nihayet Paris'te sonuç verdi.
2015 yılının Aralık ayı başında Paris'te düzenlenen 21. Taraflar Konferansı'nda zorlu müzakerelerin sonunda yepyeni bir anlaşmaya varıldı. Bu anlamda, İklim söz konusu olduğunda bizim kuşağımız hep "Kyoto"dan bahsediyordu ama gelecek kuşaklar iklimi düşündüklerinde "Paris" diyecekler.
2015 YILINDA BU ANLAŞMAYI İMZALAMIŞTIK
-Paris anlaşması nerede ve hangi ülkeler tarafından imzalandı?
2011 yılında başlayan ve yaklaşık 4 yıl süren meşakkatli bir dönem sonucunda Fransa'nın ev sahipliğinde Aralık ayı başında Paris'te düzenlenen düzenlenen 21. Taraflar Toplantısında Çerçeve Sözleşmeye taraf 195 ülkenin oy birliği ile yeni anlaşma olan Paris Anlaşması kabul edildi.
12 Aralık 2015'te kabul edilen Anlaşmanın imza seremonisi 22 Nisan 2016 tarihinde New York'ta gerçekleştirildi. Orada ülkemiz de dahil 195 ülke Anlaşmayı imzaladı. Daha sonra yıllar içerisinde ülkeler bu Anlaşmayı kendi anayasal sistemlerine göre uygun buldular ve Anlaşmanın tarafı oldular. Şu anda 192 ülke bu Anlaşmanın tarafı.
Paris Anlaşması, temel olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne dayanıyor ve Kyoto Protokolü'nün sona erme tarihi olan 2020 sonrası iklim değişikliği rejimini düzenleyen bir uygulama aracı. Bu Anlaşma pandemi olmasaydı 2020 yılı itibariyle tam anlamıyla uygulanıyor olacaktı. Ancak salgın nedeniyle süreçler bir yıl gecikmeli olarak işleyecek.
HERKES TAŞIN ALTINA ELİNİ KOYMALI
-Bu Anlaşma günlük hayatımızda ne değiştirecek?
Anlaşma bir önceki uygulama aracı olan Kyoto'dan herkesin gücü ve kabiliyetleri ölçüsünde elini taşın altına koymasını istemesi bakımından ayrılıyor. Bunun için de ülkelerin niyet edilen ulusal katkı beyanlarını sunmaları isteniyor. Anlaşmanın temel hedefi olan sıcaklık artışının sınırlandırılması için öncelikle karbon emisyonlarının azaltılması gerekiyor. Bu çerçevede emisyona yol açan ulaşım, enerji üretimi, sanayi üretimi, tarımsal faaliyetler, atık yönetimi gibi birçok alanda karbonsuzlaşmaya doğru geçmemiş gerekiyor. Elbette ki bunu hemen bir günde yapacak değiliz.
Bu noktada bireylerden iş dünyasına, toplumlardan hükümetlere kadar hemen hemen her kesime sorumluluklar düşüyor. Karbon ayak izinin azaltılması noktasında daha az enerji tüketen ürün, hizmet ve ulaşım araçlarının tercih edilmesi bunların başında geliyor. İhtiyaç dahilinde tüketim, oluşan atıkların kaynağında türlerine göre ayrıştırılarak değer zincirine tekrar katılmasının sağlanması, yalıtım gibi hususlara ehemmiyet verilmesi, kısa mesafelerde motorlu araçlardan ziyade bisikletli ulaşımın tercih edilmesi gibi basit uygulamalarla iklim ve diğer çevresel sorunların önlenmesine katkı sunacak ferdi uygulamalardır.
Biz de bireyler olarak tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek bu sürece destek ve uyum sağlayabiliriz. Bakanlığımızca günlük hayatta kolayca uygulanabilecek önlemleri anlatan bir çalışma gerçekleştirdik.
Ampullerin enerjiyi verimli kullanan tasarruflu ampullerle değiştirilmesi, elektrikli cihazların bekleme konumunda bırakılmaması, çamaşır ve bulaşık makinelerinin tam dolduğunda çalıştırılması bunlardan birkaçı.
Soğutma cihazlarının evin serin odalarında, ısıtma cihazlarından uzağa yerleştirilmesi de önem arz ediyor. Bu sayede elektrik tasarrufu sağlanırken karbondioksit miktarı da azaltılmış oluyor.
Klimaların bakımlı ve filtresinin temiz olmasına dikkat edilmelidir. Klimanın soğukluk ayarı iki derece daha yüksek ayarlanmalıdır. Güneş başta olmak üzere yerel yenilenebilir enerji türleri kullanılmalıdır.
Evlerdeki atıklar geri dönüştürülmeli veya yeniden kullanılmalıdır.
Alışveriş yaparken büyük ambalajlar tercih edilmelidir. Küçük ambalaj gerektiren ürünlerde sıvı sabun, kolonya ve benzeri yeniden doldurulabilir olanlar tercih edilmelidir.
Uzun süreli kullanabilecek bir alışveriş çantası tercih edilmelidir.
Donmuş değil, taze gıda tüketilmeli ve mümkün olduğunca yerel pazarlar/kooperatifler tercih edilmelidir.
PARİS ANLAŞMASI'NIN YARGISAL VE CEZALANDIRICI BİR YAPTIRIMI YOK
-Paris Anlaşması ülkelere dayatma yapıyor mu?
Paris Anlaşması'nın yargısal veya cezalandırıcı işleve sahip herhangi bir mekanizması yok. Dolayısı ile bir dayatmadan söz edilemez. Ancak geldiğimiz noktada dünyada yaşanan dönüşüm ve gelişim süreci, çevre ve iklimi merkeze alan yeni büyüme stratejileri, çok uluslu şirketler başta olmak üzere ülkelerarası ticari ilişkiler bağlamında birbirine bağımlı hale gelen ülkelerin rekabette çevresel faktörleri esas almaları artık bir tercihten ziyade zorunluluk olarak karşımıza çıkabiliyor. Yakın zamanda dünya gündemine yerleşen Avrupa Yeşil Mutabakatı, Amerika Yeni yeşil Düzeni benzeri bölgesel uygulamalar bu minvaldeki tetikleyici güçler olarak karşımıza çıkıyor.
Evet, Paris Anlaşmasında ceza öngören bir mekanizma bulunmuyor. Bunun yerine uzman nitelikli ve kolaylaştırıcı görevi haiz bir komite eli ile Taraf ülkelerin Anlaşmayı uygulayabilmesini sağlayacak bir sistem üzerinde mutabık kalındı.
Bu bağlamda, Komite'nin tarafların Anlaşma hükümlerine uymadığını tespit etmesi durumunda uygunluğa zorlayıcı bir yetkisi bulunmamaktadır. Komite işleyiş usul ve esas kuralları Komite'nin uygulamaya zorlayıcı ya da uyuşmazlık çözümü mekanizması gibi çalışamayacağını; ceza ve yaptırımlar uygulayamayacağını açıkça ifade etmekte.
ANLAŞMAYI TÜRKİYE'NİN YARARLARINI GÖZETEREK İMZALADIK
-Türkiye bu anlaşmayı imzalarken bir taahhütte bulundu mu?
Ülkemiz, 2016'da Anlaşmayı imzalarken dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Sarı, bu Anlaşmayı gelişmekte olan ülke olarak imzaladığımıza dair bir beyanda bulunmuştu. Şimdi de aynı yolu izledik.
Meclisimiz Anlaşmayı uygun bulurken de aynı şekilde Anlaşmanın uygulamasının ekonomik ve sosyal kalkınmamızı etkilemeyecek şekilde olacağını ve Anlaşmayı gelişmekte olan ülke olarak uygulayacağımızı ifade eden bir beyanı kabul etti. Yani kalkınmamıza halel getirmeyecek bir beyan ile kabul ettik. Dolayısıyla biz Anlaşmayı ülkemizin yararını gözeterek kabul ettik.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki Ülkemizin artık 2053 karbon nötr hedefi var. Bu hedefe varmak üzere de Sayın Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği yeşil kalkınma devrimi var. Bu noktada çevre ile, iklim ile dost, düşük karbonlu bir büyüme stratejisi zaten uygulayacağız. Evet gelişeceğiz ancak gelişirken bir zamanlar batılıların yaptığı gibi toprağı, havayı suyu kirletmeyecek, bilakis onları koruyarak sağlıklı bir kalkınma yolu izleyeceğiz.
Bu itibarla da Anlaşmanın tarafı olan her ülkenin sunmak zorunda olduğu ve orta vadeli iklim hedefini gösteren Ulusal Katkı Beyanımızı mümkün olan en kısa sürede 2053 vizyonumuza ve yeşil kalkınma hedefimize uygun şekilde güncelleyerek sunacağız.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDA BUGÜNE KADAR YAPILMIŞ EN BAŞARILI SÖZLEŞME
-Bu anlaşma sizce dünyanın iklim değişikliği sorununu çözebilir mi?
Tüm tarafları sorumluluk almaya çağırması yönüyle bu anlaşmanın, şimdiye kadar hazırlanmış en başarılı anlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Dünyamızda oluşan hassasiyet de bunun bir göstergesi. Özellikle genç kuşakta baş gösteren ve karar vericileri karar almaya davet eden çağrılar bu noktada büyük bir bilincin oluştuğunu gösteriyor bizlere. Anlaşmada temel manada bir hedef var. O da uzun dönem bir hedef ve yüzyılın sonuna kadar küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +2C, mümkünse de bunu +1,5C derece ile sınırlandırmak. Elbette ki hedefe ulaşmak için sıcaklık artışına yol açan etmenlerin elemine edilmesi gerekiyor. Seragazı salımlarının azaltılmasının yanında halihazırda atmosferde biriken ve yaşadığımız pandemi sürecinde dahi artış gösteren karbondioksit yoğunluğunun azaltılmasını temin edecek eylemlerin de hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu kapsamda mevcut karbon yutak alanlarının korunmasına ilave olarak bu alanların artırılması, karbon yakalama benzeri teknolojilerin yaygınlaşması gibi eylemlerin yaygınlaşması gerekiyor.
Paris Anlaşması, ülkelerin mutabık kaldıkları bir uluslararası hukuk belgesi. Ancak bunun bir anlam ifade edebilmesi için başta gelişmiş ülkelerin emisyon azaltımını yapması ve gelişmekte olan ülkelerin finans ve teknolojik dönüşüm ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor. Bunu biz değil, Anlaşmanın kendisi söylüyor. İklim rejiminde tüm dünyanın kabul ettiği bir ilke var: ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreli kabiliyetler. Bunun anlamı, iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olan gelişmiş ülkeler başta olmak üzere emisyonları en fazla olan ülkeler bunu azaltacak ve gelişmekte olan ülkelerin iklim eylemlerinde hem azaltım hem de uyuma eşit derecede olmak üzere destek olacaklar.
Gelişmekte olan ülkeler de kendi kabiliyetleri çerçevesinde iklim değişikliği ile mücadele edecekler. Gelişmiş ülkeler finans, teknoloji ve kapasite desteği sağlayacaklar. Özellikle en az gelişmiş ülkeler ve küçük ada devletleri için bunların hayati bir önemi var. Ayrıca ülkemiz gibi emisyon azaltımı potansiyeli olan gelişmekte olan ülkeler de ne kadar desteklenirse iklim değişikliği ile mücadelesi o kadar etkili olur.
YAKINDA ÜLKEMİZ İÇİN OLUMLU ETKİLERİNİ GÖRECEĞİZ
-Sosyal medyada bu anlaşma ile ilgili itirazlar var. Bu itirazlar hakkında ne söylemek istersiniz?
Biz Paris Anlaşmasının ne olduğunu, ülkemiz için neler getireceğini yıllardır tüm kurumlarımızla etraflıca tartışıyoruz. Bu konularda yürüyen onlarca projemiz var, her Kurumumuzun iklim değişikliği konusunda uzmanlaşmış ve kurumsal hafızası olan personeli var. Ayrıca akademi, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve sektör ile devamlı temas halindeyiz. Bu Anlaşmayı her yönüyle altı yıldır inceledik ve ülkemiz için en uygun zamanda Meclisimiz uygun buldu. Paris Anlaşması ile ilgili hem yerli ve yabancı pek çok güvenilir kaynak var. Bunların takibi çok önemli.
Bakanlık olarak yıllardır iklim değişikliğini yerelde, eğitim kurumlarında anlatıyor, öğretiyoruz. Türkiye halen Çerçeve Sözleşme altında adil bir konumda olmadığını düşünüyor ve bunu ilgili platformlarda dile getiriyor. Ancak kesinlikle kaçırmamamız gereken bir yeşil dönüşüm çağının eşiğindeyiz. Paris Anlaşması ise bu dönüşümün mihenk taşlarından biri. Anlaşmanın kabulü ile ülkemizin politik, ekonomik ve sosyal kazanımları olacak. Ticaret hacminden, kapasite artırımına, bölgesel liderlikten aşırı hava olayları ile etkin mücadeleye kadar ülkemiz için pek çok olumlu etkisini göreceğiz.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN YIKICI ETKİSİNİ BÜTÜN DÜNYA HİSSETİYOR VE HİSSEDECEK
-Dünyada olağanüstü iklim olayları ve kuraklık yaşanıyor. Bunların iklim değişikliği ile bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz?
İklim değişikliğin baş döndürücü etkilerine hep birlikte tüm dünya maruz kalıyor. Buzullar eriyor. Üstelik sadece erimekle de kalmıyor. Erime hızı da artıyor.
Bu sorunun cevabını bilim zaten veriyor. Bilim insanlarına göre jeolojik olarak Holosen'den sonra yeni bir çağa girmiş bulunuyoruz. Yaklaşık 300 yıl önce başlayan ve Antroposen olarak anılan çağa "İnsan Çağı" adı veriliyor. Önceki dönemlerde doğanın insan ile dengeli bir durumu söz konusu iken Antroposen ile başlayan dönemde insanın doğa üzerinde bir hakimiyeti oluşmuş ve günümüzde de etkilerini gördüğümüz "geri döndürülemez" zararlara yol açtı.
Artık su ve gıda krizleri derinleşecek, buzullar geri dönülemez şekilde eriyecek, türler bin kat daha hızlı yok olacak, aşırı sıcaklar ve yağışlar hayatımızın bir parçası haline gelecek.
Sıcaklık artışının hedeflenen +2 santigrat dereceden fazla artması halinde ise Afrika gibi kimi bölgelerde yıllık bazda ilave on milyarlarca dolar uyum bedeli oluşacak. Bu gelişmeler aynı zamanda bölgeler ve kıtalararası göçleri de artıracak.
- İklim değişikliği kontrol altına alınabilir mi?
Görüldüğü üzere iklim değişikliği salt bir çevre sorunu değildir. COVID-19 salgını gibi bir hadise. Nasıl ki salgın sanayi üretimini, ekonomiyi, ulaşımı, turizmi, eğitimi de olumsuz etkiliyorsa aynı şekilde iklim değişikliği de çok yönlü etki oluşturan güvenlik ve kalkınma meselesi. İklim değişikliğini ne yazık ki geri döndüremeyiz ama onunla etkin şekilde mücadele edebilir, kontrol altına alabiliriz.
BAKANLIĞIMIZIN ADINA "İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ" DE EKLENİYOR
-Paris anlaşmasının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın da adı değişiyor. Biraz bu yeni yapılanmadan bahseder misiniz?
İklim ve çevre konuları artık dünyanın gündeminde yer alıyor. Büyümelerin, kalkınmaların odağında çevre ve iklim var. Bunun için de güçlü teşkilatlara ihtiyaç var. Bugün dünyanın önce gelen büyük ekonomilerinden bir çoğunda bu yapılanma var. Ülkemizde de Sayın Cumhurbaşkanımızın 2053 yılı olarak duyurdukları Net sıfır hedefine ulaşmak için güçlü bir teşkilat yapısına ihtiyacımız var.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 11 Ekim'de gerçekleşen Kabine toplantısı sonrasında, iklim değişikliği konusunda hayata geçirmesi kararlaştırılan yeni yapısal düzenlemelerin ilki olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının isminin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirileceğini ve Bakanlığımıza bağlı olarak İklim Değişikliği Başkanlığının kurulacağını açıkladı.
Bu değişiklikle esas verilmek istenen mesaj iklim değişikliği konusunun en üst düzeyde sahiplenilmiş olduğudur.
Bu itibarla iklim değişikliği ve uyum konularında faaliyet göstermek üzere müstakil bir Başkanlık, TOKİ ve AFAD gibi, kuruluyor. Ayrıca, Tarım ve orman Bakanlığı bünyesinde hizmet veren ancak iklim değişikliği ile mücadeleye hem sahada hem ileriye yönelik projeksiyonların oluşumunda destek sunabilecek Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü de yine Bakanlığımıza bağlanıyor.
Bununla birlikte, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmış olan 2053 karbon nötr olma hedefinin gerçekleştirilebilmesi tüm sektörlerde kapsamlı bir değişiklik yapılmasını ve güçlü bir koordinasyon mekanizmasını gerektirmektedir. Kurulacak olan İklim Değişikliği Uyum ve Koordinasyon Kurulu bu koordinasyonu sağlayarak politika belirleyici ve karar verici bir makam olacaktır.