Şentop, Sigfusson'a gönderdiği mektubunda, asılsız iddialar üzerine inşa edilen ve 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımayı hedefleyen bir karar tasarısının, İzlanda Parlamentosuna sunulduğunu anımsattı.
İKİ ÜLKE ARASINDAKİ İYİ İLİŞKİLERİ GÖLGELEMEKTEN BAŞKA NETİCE DOĞURMAZ
Bazı çevrelerin kışkırtmasıyla ortaya çıktığı bilinen bu tür mesnetsiz girişimlerin, iki ülke arasında mevcut iyi ilişkileri gölgelemekten başka bir netice doğurmayacağını belirten Şentop, iki ülke parlamentolarının ikili ilişkileri geliştirmek ve daha ileriye taşıma noktasında üstlendikleri önemli rolden hareketle, bahse konu karar tasarısı ele alınırken akılda tutulması gerektiğini düşündüğü bazı tarihi ve hukuki vakıaları paylaşmak istediğini ifade etti. Şentop, şunları kaydetti:
"KATLİAMLARA KARŞI ALINMIŞ MEŞRU TEDBİRDEN İBARETTİR"
"Meselenin anlaşılabilmesi için 1915 olaylarının meydana geldiği 1. Dünya Savaşı'nın Osmanlı coğrafyasında yarattığı şartların tam anlamıyla bilinmesi gerekmektedir. Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'na girmesi, bağımsızlık hayali kuran radikal Ermeni gruplar tarafından bir fırsat olarak görülmüştür. Düşman orduları tarafından silahlandırılan ayrılıkçı Ermeni çeteleri, Osmanlı ordusuna ve Müslüman sivillere saldırılar başlatmış, Osmanlı Hükümetine karşı isyan etmiştir. Osmanlı Hükümeti ise ortaya çıkan meşakkatli şartların kaçınılmaz bir neticesi olarak, 27 Mayıs 1915 tarihinde Sevk ve İskan Kanunu'nu çıkartmış, askeri bakımdan stratejik yerlerde yaşayan Ermeniler, ülkenin savaş bölgesinden uzakta kalan güney bölgelerine sevk edilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide veya tehlikeye değil, bilfiil devam eden bir isyana ve artarak süren katliamlara karşı alınmış meşru ve makul bir tedbirden ibarettir.
"İDDİALARIN AKIL VE MANTIK DIŞI OLDUĞU KOLAYCA ANLAŞILACAKTIR"
Sevk ve İskan Kanunu, ırk ayrımına dayalı bir uygulama olmadığı için Ermenilerin önemli bir kısmı mezkur kanun kapsamına alınmamış, 300 bin Ermeni, çoğu İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak üzere savaş döneminde mevcut yerlerinde yaşamaya devam etmiştir. Sürecin hassasiyetle yürütülmesi sayesinde yüz binlerce Ermeni sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaşmış, savaş sonrasında da asıl ikamet yerlerine dönebilmiş, geri dönenlerle birlikte Ermeni nüfus 650 bine yaklaşmıştır. Savaş esnasında sadece Rusya ve İran'a 500 bin civarında Ermeni'nin göç ettiği de tarihi belgelerde kayıt altına alınmıştır. Savaş başladığında Ermeni nüfusun en fazla 1,3 milyon olduğu gerçeği dikkate alındığında, 1,5 milyon Ermeni'nin katledildiği yönündeki iddiaların akıl ve mantık dışı olduğu kolayca anlaşılacaktır."
ŞENTOP HER TÜRLÜ TEDBİRİN ALDIĞINI VURGULADI
TBMM Başkanı Şentop, mektupta ayrıca, bu süreçte, Osmanlı idaresi tarafından sevk edilen Ermenilerin güvenliğinin sağlanmasına yönelik her türlü tedbirin alındığına dikkati çekti.
Hükümetin talimatlarına uymayan ve Ermeni kafilelerine karşı suç işleyen resmi görevliler ve sivillerin, 1916 yılında kurulan Askeri Mahkemelerde yargılandığını, yargılama sonucunda 1763 kişinin tutuklanmasına ve 67 kişinin idam edilmesine hükmedildiğini anımsatan Şentop, "Sadece bu durum dahi, soykırım suçunun ayırt edici özelliği olan özel kasıt unsurunun tespit edilemeyeceğini, dolayısıyla soykırımdan bahsetmenin mümkün olmadığını ispata kafidir." ifadesini kullandı.
Tarihini iyi bilen ve bu hususta herhangi bir tereddüt yaşamayan Türkiye'nin arşivlerini bütün dünyaya açarak gerçeklerin bağımsız ve tarafsız bir şekilde araştırılması için samimi ve şeffaf bir yaklaşım benimsediğini vurgulayan Şentop, "Tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkarmak gibi bir derdi olmayan Ermeniler ise belgeler üzerinden bir inceleme yapılmasına yanaşmamış; Türkiye'nin bu yapıcı ve hakkaniyetli tavrı maalesef makes bulmamıştır." değerlendirmesini yaptı.
"HİÇBİR MAHKEME KARARI YOK"
Hukuki bir terim olan soykırımın, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nde ve daha sonra birçok resmi belgede açık ve net bir şekilde tanımlandığını anımsatan Şentop, bahse konu sözleşmeye göre, bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için bu suçun yetkili bir mahkeme tarafından hüküm altına alınması gerektiğini belirtti.
1915 olaylarına ilişkin hiçbir mahkeme kararının bulunmadığı ortadayken, yaşananları "soykırım" olarak adlandırmanın hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı olduğunu ifade eden Şentop, "Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Perinçek-İsviçre ve Mercan-İsviçre davalarına ilişkin; 1915 olaylarının niteliği hakkında akademik dünyada genel bir görüş birliği bulunmadığını, tarihi araştırmaların doğası gereği tartışma ve anlaşmazlıklara açık olduğunu, bu nedenle de kesin sonuçlara veya nesnel ve mutlak gerçeklik iddialarına dayanak teşkil edemeyeceğini karara bağlamıştır." ifadesini kullandı.
Hem tarihi gerçekler hem de hukuki normlar açısından bakıldığında herhangi bir soykırımdan bahsetmenin mümkün olmayacağını belirten Mustafa Şentop, "Tarih ve hukuk perspektifinden tezlerini somut olgularla destekleyemeyen Ermeni lobilerinin meseleyi siyasi propaganda aracına dönüştürerek parlamentoların kapılarını çalma sebebi bu bağlamda daha kolay anlaşılacaktır." değerlendirmesini yaptı.
Şentop, mektubunu, "Parlamentoların yetkisinde olmayan bu tartışmalı tarihi meselenin, olumlu gündem çerçevesinde geliştirmeyi arzuladığımız ikili ilişkilerimizi ve iş birliğimizi etkilemesine müsaade etmememiz gerektiği kanaatindeyim. Söz konusu girişime destek vermeyeceğinize inanıyor, uygun bir zamanda bir araya gelerek ülkelerimizin müşterek faydasını ilgilendiren konularda fikir teatisinde bulunmayı temenni ediyorum." ifadeleriyle tamamladı.