16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye gündeminden hiç düşmedi. Muhalefet son dönemde güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş sinyalleri verirken, iktidar kanadında yeni sistemden asla dönüş olmayacağına vurgu yapılıyor. Peki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ya da halk arasında kullanılan adıyla Başkanlık Sistemi Türkiye'ye ne kazandırdı? Yeni sistemin hayata geçirilmesi sürecinin her aşamasında yeralan Cumhurbaşkanlığı Hukuk Kurulu Başkanvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, sisteme yöneltilen eleştirilere tüm açıklığıyla cevap verdi.
HANTAL, DAĞINIK YAPIYI GERİDE BIRAKTIK
-16 Nisan referandumu ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ya da Başkanlık sistemi Türkiye'ye ne kazandırdı?
Çok ayrıntılı analiz etmek gerekiyor. 1. yıldönümünde yapılan değerlendirmede önemli sonuçlara ulaşıldı. Parlamenter sistemin en önemli sorunu olan dağınık, çok başlı, parçalı yönetim uygulamasının ortaya çıkardığı zafiyetleri ve sorunları artık geride bıraktık. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten hemen sonra örneğin Türk parasının korunması mevzuatında yabancılık unsuru olmayan ilişkilerde TL ile işlem yapma kararı çıktı. O dönemde yurtdışından çok tehlikeli döviz manipülasyonları yapılıyordu. Eğer böyle bir öngörüde bulunup o kararları almasaydık birçok mali ve ekonomik problem yaşayacaktık. Geçmişte böyle bir adım için Bakanlar Kurulu kararı gerekirdi ve karar alma süreci çok uzardı, uygulama çok sorunlu hale gelebilirdi. Birçok operasyona yakalanabilirdik.
-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi daha ön alıcı ve daha hızlı hareket ettiğini söyleyebilir miyiz?
Evet geçmişten farklı olarak bir sorun ortaya çıktığında reaksiyoner değil ön alıcı bir hükümet pratiği mümkün hale geldi. Örneğin pandemi süreci. Daha Covid19 konusu dünyanın gündeminde olmadığı bir dönemde, 2019'da Türkiye ulusal pandemi programını Cumhurbaşkanı kararıyla uygulamaya aldı. Yine bu sistemin diğer bir özelliği kolektif çalışmaya çok uygun olmasıdır. Parlamenter sistemde gerçek anlamda bir kolektif yönetim olmamıştır. Çok başlı yönetim vardır, çok fazla irade çarpışır ve ortaya en iyi çıkmaz. "Ehven'i Şer" dediğimiz kötünün iyisi çıkar. Oysa başkanlık sisteminde tüm süreçler kolektif yönetilir ve ihtiyaca uygun "en iyi karar" çıkar. İki buçuk yıllık uygulamada bunun kanıtı olan birçok örnek vardır.
ESKİ BAKANLAR KURULU ÇOK BAŞLIYDI
-"Bakanlar Kurulu etkisizleştirildi" eleştirilerine katılmıyor musunuz?
Katılmıyorum, çünkü bakanlar kurulu modelinden sorunları sebebiyle vazgeçildi, vazgeçilen bir modelin etkili olup olmadığını tartışmak anlamsızdır. Bakanlar Kurulu modeli, çok başlı yönetim esasına dayanır ve parçalı yönetim üzerinden birçok sorun üretir. Başkanlık Sistemi çok başlı ve parçalı yönetim özelliğini ortadan kaldırmıştır. Parlamenter Sistemde Bakanlar Kurulundaki her bakan eşit güce sahiptir. Bakanlar Kurulu kararları ancak oybirliği ile çıkar. Bir kişi muhalif kalsa oradan karar çıkmaz. Hele koalisyon hükümetleri döneminde Bakanlar Kurulundan bir karar çıkması çok zordur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi parçalı değil kolektif bir yönetim anlayışına sahiptir. Cumhurbaşkanı bir karar almadan önce kabinesi, ofisleri, başkanlıkları ve kurulları ile çalışır. Bu süreç sonunda ortaya bir karar çıkar. Parlamenter Sistem ise çatışmalar üzerine kuruludur. İstenilen kararı almak çok zordur. Yine parlamenter sistemde bakanlıklar arasında koordinasyon konusunda birçok uyuşmazlıklar çıkar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde ise bu sorun ortadan kalkmıştır. Örneğin sel felaketinde, yaşadığımız depremlerde aynı anda 4-5 bakan afet bölgesinde yüksek bir koordinasyon ve iş birliği içinde çalışma yaptı. Olağan yürütme süreçlerinde ise bakanlıklar arası yüksek seviyeli işbirlikleri görülmektedir.
MUHALEFET ESKİ TÜRKİYE HAYALİ KURUYOR
-Peki bu kadar olumlu yansıması olmasına rağmen muhalefet neden sürekli güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vurgusu yapıyor?
Adına ne derseniz deyin. Parlamenter sistemle ilgili muhalefetin tüm beklentileri bir hayalden öteye gidemez. Bu gerçekçi ve dürüst bir siyaset değil. Niye böyle bir hayal kuruyorlar? Çünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi güçlü bir yürütme anlayışına dayandığı, halk karşıtı güç odaklarını ortadan kaldırdığı ve çoklu ve çok başlı yönetime son verdiği için muhalefet başkanlık sistemine karşı çıkıyor. Çoklu yani çok başlı yönetim hayalini siyaset diye pazarlıyorlar. Parlamenter Sisteme dönerek bakanlıkları paylaşmak ve kendilerine küçük çıkar grupları üzerinden yeni hakimiyet alanları oluşturmak istiyorlar. Yani milli egemenliği parçalamak istiyorlar. Bu bir hayaldir. Parlamenter sisteme geçiş geriye gidiş demektir. Nasıl ki Cumhuriyet'ten sonra öncesine dönüş, çok partili sisteme geçtikten sonra tek partili sisteme dönüş mümkün olmadıysa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden de Parlamenter sisteme geri dönüş asla mümkün olmayacaktır.
'GÜÇSÜZ OLSUN BENİM OLSUN' ALIŞKANLIĞI!
-"Geçmişte yüzde 35 ile iktidara geliyorken şimdi yüzde 50'yi yakalamamız gerekiyordu. Ne gerek vardı" gibi bir eleştiri var. Katılıyor musunuz bu eleştiriye?
Bu anlayış da çoklu ve çok başlı yönetim hayalinin bir yansımasıdır. Güçlü ve dinamik hükümet olmak yerine çok başlı yönetimden pay alalım anlayışıdır. Meseleye böyle bakanlar yönetim konusunu kendi dar siyasi ajandası üzerinden değerlendiriyor, halkın iradesine dayalı bir yönetimi benimsemiyor, parçalı yürütme üzerinden halk için değil kendi çıkarları üzerinden güç edinme peşine düşüyor. Oysa ülke için iyi yönetim anlayışı; çok başlı yönetime karşı güçlü yönetim, parçalı yönetime karşı kolektif yönetim, statik yönetime karşı dinamik yönetim, reaktif yönetime karşı proaktif yönetimdir. Güçlü, kolektif, dinamik ve önalıcı yönetimi hayata geçiren de yüzde elliden fazla oyla seçilen yürütmedir, yani başkanlık sistemidir onun adı da Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemidir.
-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilirken uyum yasaları da önemli bir süreç olarak karşımıza çıkmıştı. Uyum yasalarında hangi aşamadayız?
Uyum yasaları konusunda 2,5 yıl içerisinde önemli mesafe alındı. Ama bu süreç devam ediyor. 2023'e kadar sistemsel olarak adımlar atılmaya devam edilecek. Mevzuat açısından uyum süreci devam ediyor. Yapılabilecek çok iş var. 2023'ten sonra da devam edecek bir süreçten söz ediyoruz. Önümüzdeki döneminde ise 1982 darbe anayasasından kurtulmamızı sağlayacak, yeni ve hakikaten sivil bir anayasayı gerçekleştirecek adımlar da atılabilir. Elbette yeni anayasanın esasları devletin üniter yapısını korumak ve hükümet modeli olarak da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini güçlendirmek olacaktır.
ATATÜRK, İNÖNÜ, BAYAR PARTİLİ CUMHURBAŞKANIYDI
-Partili Cumhurbaşkanlığı ve tarafsızlık meselesi de sık sık gündeme getiriliyor. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Bizim siyasal tarihimizde birçok gerçekler gözardı ediliyor. Parlamenter Hükümet dönemlerinde de partili Cumhurbaşkanları çok görüldü. Mesela Cumhuriyet'imizin kurucu lideri Atatürk, devamında İsmet İnönü, sonra Celal Bayar partili Cumhurbaşkanıydı. Parlamenter Sistemlerde bile partisiz cumhurbaşkanı olmaz diye bir kural yok.
DÜNYAYI PARTİLİ BAŞKANLAR YÖNETİYOR
-Dünyadaki Başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinde Başkanlar partili değil mi?
Başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinde zaten Başkan partili olmak zorundadır. Demokratik sistemin esasını siyasi partiler oluşturur. Siyasi partiler seçimlere hükümet olmak için girer. Başkanlık sisteminde hükümet Başkandır. Başkan partili olmadan veya parti mecralarıyla ilişkili olmadan nasıl hükümete aday olacak. Bu demokratik bir haktır. Herkese partili olma hakkını tanıyorsun ama Cumhurbaşkanına tanımıyorsun. Bu demokratik siyasi katılım hakkına kökten aykırıdır. Trump, Biden, Macron, Mitterrand partili değil miydi? Partili olmak başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinde demokratik işleyişin kaçınılmaz bir sonucudur. Ayrıca bizim sistemde cumhurbaşkanının partili olması zorunlu bir kural değil demokratik bir haktır, bir siyasal katılım imkanıdır. İsteyen cumhurbaşkanı partili olur hatta partisinde genel başkan olur, bunu tercih etmeyen cumhurbaşkanı ise sadece üye olur veya hiçbir partiyle ilişkili olmadan cumhurbaşkanlığını yürütür. Bunu belirleyecek olan toplumsal ve siyasal dinamiklerdir. Yani başkanlık sisteminde cumhurbaşkanının hukuken partili olmasını yasaklamak tamamen anti demokratik bir durumdur. Ayrıca hangi hükümet modelinde olursa olsun tamamen hakikate aykırı olan partisiz ve siyasi tercihten bağımsız cumhurbaşkanlığını savunanlara da demokrat demek mümkün değildir.
CUMHURBAŞKANI YÜRÜTME YETKİSİNİ KULLANIRKEN TARAFSIZDIR
-Yeni sistemde Cumhurbaşkanının tarafsız olması çok tartışılan konular arasında. Tarafsızlık kavramı konusunda bir kafa karışıklığı var mı sizce?
Tarafsızlık üstlenilen sorumluluk ve kullanılan yetki ile ilgilidir. Örneğin bir belediye başkanı da seçildikten sonra tarafsız olmak zorundadır. Ne demek bu? Herkese eşit hizmet götürmek demektir. Tarafsızlık meselesi seçilen konumla, üstlenilen görevle ilgilidir. Cumhurbaşkanı da yürütme görevini yerine getirirken ve yetkisini kullanırken tarafsız olmalıdır. Cumhurbaşkanı yeminine açın bakın. Siyaset yaparken, seçim yarışındayken tarafsız olması ile ilgili değildir. Cumhurbaşkanlığı görev ve sorumlulukları açısından olması gereken tarafsızlıkla ilgilidir bu yemin. Dolayısıyla tarafsızlık üstlenilen görevle ve hizmetlerle ilgilidir. Orda bile dikkat etmek gerekir. Bir insan hayatının her alanında tarafsız olabilir mi? Bu insan doğasına aykırıdır. Bu anlamda da Cumhurbaşkanı görevini yaparken ve yetkilerini yerine getirirken de milletin ve ülkesinin tarafıdır, öyle olmalıdır. Sonuç olarak demokratik siyaset yarışı içinde örneğin adaylıkta, örneğin siyasi katılım hakkını kullanırken cumhurbaşkanı da bir yurttaş olarak elbette siyasi taraf olmak hakkına sahiptir. Ancak cumhurbaşkanı olarak yürütme görevini yerine getirirken, yürütme yetkisini kullanırken tarafsız hizmet yapar, durum budur.
"ATANMIŞ BAKAN" ELEŞTİRİSİ DEMAGOJİ!
-Yeni dönemde rastladığımız bir diğer husus da Bakanların ve bürokratların "atanmışlar" şeklinde aşağılanması ve itibarsızlaştırılmaya çalışılması. Atanmış olmak kötü bir şey midir?
Anlamadıkları nokta şu. Parlamenter sistemde bakanlar atanmıyor mu? Bakanın milletvekilleri arasından atanması, o bakanın seçilmiş olduğunu göstermez. Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı ve Başbakan bakanları atar. Ayrıca Parlamenter sistemde istenirse dışardan da bakan atanır. Bunun birçok örneği geçmiş dönemde var. Demagoji yapılıyor. Kötü bir siyaset yürütülüyor. Yeni sistemde bakanları, başkanları Cumhurbaşkanı doğrudan atıyor. Cumhurbaşkanı halkın yüzde 50'den fazla oyu ile seçiliyor. Anayasa gereği yürütme görevini ve yetkisini üstleniyor. Cumhurbaşkanı'nın atadığı bakanları, başkanları ve üst kademe yöneticilerini "atanmış" diyerek aşağılamaya çalışmak bir yerde halkın iradesine de karşı çıkmak ve saygı duymamaktır. Atanmışlar üzerinden söz söyleyenler aslında seçilmiş iradenin sınırlandırılmasını istiyorlar. Atanmışların demokratik iradeye değil kendi ajandalarına göre hareket etmesini, milli egemenliğin sınırlanmasını yani bürokratik egemenliğin geri gelmesini istiyorlar. Bürokrasinin idari değil siyasi bürokrasi olması hasretindeler. Bunun için de atanmışlar üzerinden Cumhurbaşkanı'nın alanının daraltılmasını arzuluyorlar. Bu bir vesayet özlemidir.
AİHM VE AYM KARARLARI YÖNLENDİRİCİDİR
-Son dönemde AİHM ve AYM'nin kararlarını tartışmaya başladık. Bu mahkemelerin kararları bağlayıcı mıdır?
Mahkeme kararları üzerinde iki türlü denetim vardır. Hiyerarşik denetim ve yönlendirici denetim. Hiyerarşik denetim dikey bir ilişki içerisinde temyiz mercilerine aittir. Bunlar da Yargıtay ve Danıştay'dır. AİHM ve AYM'nin kararları hiyerarşik değil yönlendirici denetimdir. AİHM ve AYM'nin kararları dosyaların yeniden ele alınması konusunda bağlayıcıdır. Mahkemeler yeniden bakmak zorundadır. Yeniden baktığında yeni hüküm kurabilir ya da kurmayabilir. Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Kanunlarına baksınlar. Orada açıkça şu söylenir: "AİHM kararı ile bir ihlal tespit edilirse ve talep olursa mahkemeler yargılamayı yeniden yapar. Ya önceki kararını onaylar ya da kısmen veya tamamen yeni bir hüküm verir. AİHM kararlarının esastan bağlayıcı olmadığı bu kadar açık iken ve yetki bağımsız mahkemelere aitken bağlayıcı olduğunu nasıl ileri sürüyorlar. Bu eleştiriyi yapanlar demek ki yürürlükteki hukukumuzu, CMK ve HMK hükümlerini tanımıyor. Yürürlükteki hukuku tanımayanların görüşlerine hukuki bir değer atfetmek mümkün değil. Bu durumda demek ki siyasi bir yaklaşım var ve siyasi yaklaşımları da hukuk alanında görmek ciddi hata olur.
YENİ SİSTEMDE ERKEN SEÇİM BİR İHTİYAÇ DEĞİL
-Parlamenter sistemin eski alışkanlıklarından biri de erken seçim. Erken seçim konusunda yine bazı taleplerin olduğunu görüyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Evet parlamenter sistemin alışkanlıklarından biri de erken seçimdi. Ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde erken seçim gibi bir ihtiyaç sözkonusu değil. Yeni anayasal sistemde erken seçim kavramı yoktur. Cumhurbaşkanı ve Meclis 5 yıllık sabit süreyle seçilir. Meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bunun adı erken seçim değil seçimlerin yenilenmesidir. Cumhurbaşkanı tarafından seçimlerin yenilenmesini istemenin çok olağanüstü gerekçeleri olması gerekir. Bu son çare olarak verilebilecek bir karardır. Seçimlerin yenilenmesi kararını 360 milletvekilinin desteği ile Meclis'te verebilir. Meclisin bu kararı vermesi de nitelikli çoğunluk gerektirdiğinden ve bunun içinde ancak olağan üstü şartlarda bir mutabakat sağlanabileceğinden istisnai bir durum olacaktır. Bu durumda "erken seçim" tartışması 2023'e kadar olağanüstü şartlar ve istisnai durumlar oluşmadığı sürece asla gerçekçi bir tartışma değildir. Peki bu tartışma niye gündeme getirilmek istenmektedir: Son derece açık; 2023'e kadar Türkiye'nin sahip olduğu siyasal istikrar avantajını zedelemeye dönük ideolojik bir hamle yapılıyor. Özetle yeni sistem siyasi projelerle veya ideolojik mühendislikle erken seçim üretmeye elverişli değildir. Bu nedenle bu tip yapay ve sapma tartışmaları bir kenara koyup Ülkemizin her alanda ihtiyaç olan reform gündemlerine ve 2023 hedeflerine yoğunlaşmak gerekir.
ÖZGÜRLÜKLERDEN VE DEMOKRASİDEN GERİ ADIM YOK
-2002-2012 yıllarında AK Parti iyiydi ama 2012-2021 yılları arasında hukuk ve özgürlükler noktasında gerileme dönemine girdi deniliyor. Bu eleştirilere hak veriyor musunuz?
2002-2021 yılları arasındaki 19 yıllık süreci bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Bunu yıllara bölerek değerlendirmek objektif ve kapsayıcı bir yaklaşım olmaz. 19 yıl içerisinde Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal süreçlerinde nasıl değişimler oldu? 2002'den sonra bürokratik ve askeri vesayetin tasfiyesiyle ilgili birçok adım atıldı. FETÖ'cü çetenin devletten temizlenmesi noktasında önemli çalışmalar yapıldı. 17/25 Aralık emniyet ve yargı darbesine karşı büyük mücadele verildi. 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine karşı tarihi mücadele verildi. Ekonomik ve siyasi alanda uluslararası saldırılara göğüs gerildi. Terörle mücadelede tarihi adımlar atıldı. Hak ve özgürlükler alanında sessiz devrimler yapıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük reformu olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildi. Dış politikada Ege'de, Doğu Akdeniz'de, Libya'da mülteciler meselesinde, enerji kaynakları konusunda, Azerbaycan'da tarihi hamlelere imza atıldı. Siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlık adına büyük adımlar atıldı. Bölgesinde ve dünyada oyun kuran ülke haline geldik. 10 yılda geriye gittik diyenler neye göre diyorlar bunu anlamak mümkün değil.
HUKUK REFORMUNDA SONA GELİNDİ
-Hukuk reformu konusu gündemde? Neden böyle bir reforma ihtiyaç duyuldu?
Böyle bir reforma ihtiyaç duyulmadı, zaten yürüyen bir süreç var. Ülkemiz 19 yıldır birçok alanda sürekli bir değişim içerisinde. Anayasa kabul edildiğinden beri 18 kez değişti. Hukuk alanında da sürekli bir değişim talebi var. Çünkü hukuk sistematikleri statiktir. Hayatın dinamizmi ile hukukun statiği arasında hep bir çelişki olur. Bu da değişimi zorlar. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildiğinde gerçek anlamda bir reform süreci başladı. Şu anda yürüyen de o sürecin devamıdır. Cumhurbaşkanımızın açıkladığı gibi çalışmalar yoğun bir şekilde sürüyor. Ayrıca vurgulayalım ki reform denilince artık AİHM ve AB'nin referansları akıllara gelmemeli. Bizim referansımız ülkemizin, toplumumuzun, yurttaşlarımızın yani bizim insanımızın ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar üzerinden en gelişkin adımları atacağımıza da kimsenin şüphesi olmamalıdır.