Sultan Türbesinin keşfi bir mektupla başladı
Diyarbakır'ın Silvan ilçesinden dün tüm Türkiye'yi heyecanlandıran haberler geldi. Dicle Üniversitesi iradesiyle kurulan bir komisyonun bölgede bir süredir gerçekleştirdikleri çalışmalar neticesinde, Türkiye Selçuklu Devleti'nin ikinci hükümdarı I. Kılıçarslan ile kızı Saide Hatun'un medfun oldukları mezar yerinin tespit edildiği epey yüksek bir sesle ilan edildi. Tabii haber ajanslara bu şekilde kesin ifadelerle düşse de, henüz bilimsel verilerin 'keşfedilen alan, kitabe ve kemiklerin sultan ile kızına ait olduğu konusunda' yeterli olmadığı şeklinde itiraz sesleri de yükseldi. Açıkçası bu itiraz sesini yükseltenlerden biri de bendim. Dolayısıyla çalışmada yer alan hocalara yaşanan süreç, gelişmeler ve kanıtlar hakkında biraz daha detaylı sorular sormak istedim. Bu kapsamda da Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Tanyıldız'ın başkanlığındaki komisyonda yer alan arkeolog Doç. Dr. Aytaç Coşkun ve tarihçi Doç. Dr. Oktay Bozan ile uzun süren iki konuşma gerçekleştirdim. Oktay hocanın bahsettiği bir 'mektup' var. Filmlik desek yeridir. Şimdi haberimize buyrun.

DESTAN ÇAĞI'NIN MİMARI
Kazı çalışmaları hakkında gerçekleştirdiğimiz görüşmelere geçmeden evvel Sultan I. Kılıçarslan hakkında biraz bilgi verirsem sanırım bu meselenin taşıdığı ehemmiyet tam anlamıyla anlaşılır. Sultan I. Kılıçarslan, İznik sınırları içerisinde Türkiye Selçuklu Devleti'ni kuran Süleyman Şah'ın kendisinden sonra tahta oturan oğludur. Babasının Suriye seferi sırasında vefatının ardından bir süre Büyük Selçuklu sınırları içerisinde 'misafir' olan Kılıçarslan bir şekilde Anadolu'ya kaçmasını bilmiş (Kılıçarslan'ı Sultan Melikşah serbest bıraktı diyen tarihçiler de var) ve İznik'te babasının emaneti tahta oturmuştu.
Anadolu'yu Türklere yurt yapma amacıyla Selçuklu ve Danişmend gazileri durmamacasına seferler ve baskınlar gerçekleştirirken etkisi yüzyıllarca sürecek Haçlı Seferleri (başlangıç 1095) bu sırada ilan edildi. Büyük tarihçimiz Osman Turan'ın "destan çağı" olarak nitelediği Haçlılar ve Bizans ile 100 yıla yakın sürecek mücadelenin ateşini İznik'te Sultan I. Kılıçarslan ateşledi. Avrupa'nın zırhlı şövalyeleri ile çarpışmaya alışık olmayan okçu Türkmen gazileri İznik ve Eskişehir'de yapılan ilk çarpışmaları kaybetse de Türkmenlerin gösterdikleri özveri ve korkusuzluk bütün Haçlı Kaynakları'nda istisnasız bir şekilde yer etti. Selçuklu Türkleri Konya'ya çekilmek durumunda kalsalar da daha sonra Anadolu'ya takviye olarak gönderilen bütün Haçlı birliklerini dağıttı ve onlara Anadolu'nun o kadar da güvenli bir güzergah olmadığını ve sahiplerini öğretti.
Tarihi kayıtlara göre Sultan I. Kılıçarslan 1107 tarihinde Habur nehri yakınlarında Selçuklu emiri Çavlı ile girmiş olduğu mücadeleyi kaybetmiş ve nehirden geçerken boğulmuştur. Sultan Kılıçarslan'ın cesedi dönemin Meyyafarikin (Silvan) yöneticisi ve atabeyi olan Humartaş Süleyman tarafından Silvan'a defnedilmiştir. Daha sonraki süreçte kızı Saide Hatun da 1135 yılında babası Sultan I. Kılıçarslan'ın yanına defnedilmiştir.
Konu hakkında ilk görüşmeyi arkeolog Doç. Dr. Aytaç Coşkun hoca ile gerçekleştirdim. Değerli hocamız çalışma döneminin aslında Roma olduğunu beyan ederek tevazu gösterip detaylı bilgi vermekten kaçındı. Söyledikleri özetle şuydu: "Herhangi bir acele karar söz konusu değil. Elbette çalışmalar devam edecek ama şu ana kadar yan yana gelen veriler tesadüf değilse büyük bir buluşun gerçekleştiğini rahatça ifade edebiliriz. Komisyonda yer alan antropolog, sanat tarihçileri ve kaynakları tarayarak çalışmalara katılan tarihçi hocaların beyanları da bu yönde…" Peki, nedir bu yan yana gelen ve tesadüf değillerse keşfedilen alan ve kemiklerin Sultan Kılıçarslan'a ait olduğunu gösteren veriler? Bir kere bulunan alanın (türbenin) temeli çok sağlam. Ayrıca Selçuklu dönemine ait -tahrip olmuş- kitabeler ortaya çıktı. Kemiklerin bir erkek bir de kadına ait olduğu anlaşıldı. Sultan I. Kılıçarslan'ın ve kızının vefat yaşlarını da üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Bütün bu detaylarda tutarlılık var. Kemiklerin aynı hizada bulunması yakın dönemlerde defnedildiğini gösteriyor… Hocamıza, sikke gibi başka veriler olup olmadığını sordum: Türbe kazılarında maddi veriler bulmanın Müslüman Türklerde bu adet pek görülmediği için zor olduğunu beyan etti hocamız.

KOMİSYONA GELEN MEKTUP
Tarihçi Doç. Dr. Oktay Bozan hocamıza ise Sultan I. Kılıçarslan'ın türbesinin Silvan'da olduğunu gösteren kaynakları sordum. Sultan ile hemen hemen ile aynı dönemde yaşamış Silvanlı tarihçi İbnü'l Ezrak'a ait Tarih-i Meyafarkin'de geçen bilgilere bakacak olursak Sultan'ın vefatı sonrası Silvan'a defnedildiğinde şüphe yok. Ki bu bilgiyi Osman Turan hocamız da tekrar ediyor. Kazı yapılacak alanın sur içi mi sur dışında mı olması gerektiği konusunda da tezlere başvurulmuş. Veriler ışığında sur dışında olması gerektiği kararlaştırılmış. Sur dışındaki kabir ve türbelerinin çoğunun adı belli, kimin medfun olduğu belli. Şifaen bugüne kadar "mübarek bir kişinin" yattığı alan tespit ediliyor. Çalışmalar başlıyor. Çalışmalar bu sırada haber oluyor derken komisyona bir mektup ulaşıyor. Mektubu gönderen Mehmet Kurtarıcı adlı 60 yaşlarında bir Silvanlı. Mehmet bey mektubunda halkın da gösterdiği alanı kast ederek "Çocukluğumda babamla bir mezara giderdik. Babam orada Kuran okur dua ederdi. Ona orada yatanın kim olduğunu sordum. Allah'ın aslanı Sultan Kılıçarslan'dır oğlum dedi bana" yazmış. Orta Çeşme denilen alana da yakın yerde kazılar devam ederken sekizinci günde iki mezar tespit ediliyor. Antropologlar çağırılıp inceleme yapılıyor. Biri 40'lı yaşlarında vefat etmiş bir kadın, diğeri ise 30'lu yaşlarında vefat etmiş bir erkek. Tıpkı kaynaklarda geçtiği gibi.
Oktay Bozan hocamız sanat tarihçilerin de komisyonda yer aldığını ve süslemelerin kufi tarzda ve Selçuklu dönemine ait olduklarının tespit edildiğini söyledi. Kitabe ise Moğol saldırısını en şiddetli yaşayan bölgelerden biri Silvan olduğu için sağlam bir durumda değil. Ki defineciler de zamanında alana hasar vermiş. Çalışmalar tabii devam edecek. Ama komisyona göre bunca veri ışığında bulunan türbenin Sultan I. Kılıçarslan'a ait olduğunu söylememizde bir sakınca yok. Eğer öyleyse milletimize hayırlı olsun.