Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan, Akşam gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı'nın "Kara Kutu" isimli kitabını yargıya taşıdı. İstanbul Anadolu Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi'ne başvuran Aydın Doğan, kitap içerisindeki ifadeler nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia ederek, Emin Pazarcı hakkında 10 bin liralık manevi tazminat talebinde bulundu.
KARA KUTU AÇILDI
Türkiye'nin yakın geçmişinin işlendiği Kara Kutu isimli kitapla ilgili harekete geçen Aydın Doğan'ın avukatlarından Güventürk Kızılyel ve Güneş Çelik, mahkemeye yaptığı başvurdu.
Başvuru dilekçesinde; "Dava konusu yayın sureti ile kişilik hakları ihlal edilen müvekkilimiz için 10 bin TL manevi tazminat tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline, yargı gideri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini vekil olarak arz ve talep ederiz" denildi.
Emin Pazarcı'nın kitabının bir bölümünde Aydın Doğan'ın otomobil bayiliğinden medya patronluğuna uzanan serüven inceleniyor. Kitapta; Abdi İpekçi ve Çetin Emeç suikastlarından sonra Aydın Doğan'ın Milliyet ve Hürriyet gazetelerini satın almasını ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor.
DENGELERİ DEĞİŞTİREN CİNAYET
Aydın Doğan'ın şikayetine konu olan bölüm "Medyada Dengeleri Değiştiren Cinayet" başlığıyla şöyle yer alıyor:
"Çok sıkıntılı günler yaşıyordu Türkiye. Ülkenin dört bir yanında silahlar ateşleniyor, bombalar patlıyordu. Radyo dinlemekten, televizyon izlemekten korkuyordu insanlar. Herkesi bir yakınının kaçırılma, yaralanma ya da ölüm haberini duyma korkusu sarmıştı. Anarşi ve terörün zirve yaptığı bir yıldı 1979. Türkiye'nin dört bir yanında sıkıyönetim vardı. Asker sokağa inmişti ama olaylar durdurulamıyordu. Suikastlar yapılıyor, kahvehaneler taranıyor, kalabalık grupların üzerine bombalar yağdırılıyordu... 1 Şubat 1979'da işlenen bir cinayet bütün Türkiye'yi sarstı. Milliyet gazetesinin genel yayın müdürü ve başyazarı Abdi İpekçi, Maçka'da saat 11.00 sıralarında aracında kurşunlanarak katledildi. Cinayet sanığı olarak Mehmet Ali Ağca isimli bir genç yakalandı. Malatyalıydı ve 'ülkücü' olduğu iddia ediliyordu. Gerçekten de geçmişine bakıldığında ülkücülerin arasında boy gösteren bir kişi olarak görülüyordu. Abdi İpekçi ise, siyasi yelpazenin solunda yer alan bir gazeteciydi. İlk bakışta taşlar yerine oturuyordu. Bir ülkücü, Milliyet gazetesinin solcu genel yayın müdürünü katletmişti! Sağ-sol kavgasının zirve yaptığı o dönemde hiç yadırganmadı bu tablo. Fakat ortada bir gariplik vardı. Abdi İpekçi uç bir isim değildi. Hatta, daha sonra kendisi gibi bir cinayete kurban gidecek olan MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'a destek veren yazılar yazmıştı. Çünkü, Gün Sazak her türlü kaçakçılığa karşı savaş açmıştı. Abdi İpekçi yönetimindeki Milliyet gazetesi de kaçakçıların korkulu rüyası haline gelen Gün Sazak'ın yürüttüğü mücadeleye destek veriyordu. Abdi İpekçi, normal şartlarda ülkücülerin en son hedef alması gereken bir isimdi. Ancak, hiç tartışılmadı işin bu yönü. O günlerde, kimsenin bu tür konuları düşünecek hali yoktu; ortalık kelimenin tam anlamı ile toz dumandı."
TİCARETLE UĞRAŞAN DOĞAN, ZİRVEYE ÇIKTI
Emin Pazarcı'nın kitabında cinayetteki sır perdesinin ortadan kalmadığı belirtilerek, şöyle deniliyor:
"Türkiye'yi sarsan o cinayet, sağ-sol çatışmasının doğal bir sonucu olarak görüldü! Oysa, Mehmet Ali Ağca "ülkücü" olarak tanınan bir isimdi ama aradan geçen yıllar içinde başka ilişkileri ortaya çıktı. Ağca, çok farklı bir başka gücün maşası ve kullandığı aletti! Ağca'nın arkasında bugüne kadar ortaya çıkarılamayan oldukça karanlık bir güç vardı! Nitekim, yargılanması devam ederken cezaevinden kaçtı. Arkasındaki güçler, askerî bir cezaevinden tereyağından kıl çeker gibi alıp çıkardılar onu. Öyle kolay bir iş değil askerî cezaevinden kaçmak. Ama Ağca kaçtı, kaçırıldı. Ardından yurt dışına kaçırdılar onu. Mehmet Ali Ağca, daha sonra Vatikan'da Papa 2. Jean Paul'e yapılan suikast girişimiyle ortaya çıktı. O suikastın arkasında kim ya da kimlerin olduğu, Papa'nın niçin saldırıya uğradığı da çözülemedi. Ağca, 19 yıl cezaevinde kaldıktan sonra Türkiye'ye iade edildi. Ancak, her iki cinayetin arkasındaki sır perdesi bir türlü aralanamadı. 1979'daki o cinayet Türk basını açısından bir dönüm noktasıdır. Cinayetin ardından Milliyet gazetesi satılmıştır. Gazeteyi Ercüment Karacan'dan satın alan Aydın Doğan girmiştir medya dünyasına. O tarihe kadar otomobil bayiliği, nakliyecilik, ecza depoculuğu ve inşaat makineleri tüccarlığı yapan Aydın Doğan, Türk basınının en etkili ismi hâline gelmiştir. Geçen zaman içinde Hürriyet'i de satın alarak büyük bir kartel ve medya imparatorluğu oluşturmuştur."
MİLLİYET VE HÜRRİYET NEDEN SATILDI?
"Peki, Ercüment Karacan niçin satmıştır Milliyet'i Aydın Doğan'a? İsterseniz bu sorunun cevabını oğlu Ömer Karacan'dan dinleyelim. 2007 yılında Sabah gazetesine yaptığı açıklamada, 'Babam Milliyet'i satmaya mecburdu' demiştir Ömer Karacan: 'Abdi Amca öldürülmüştü. O, hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı ve küstü. Devamlı 'kaçırılacağız, öldürüleceğiz' endişesi ile yaşıyordu. Bizim üzerimize çok titredi. Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden ölüm korkusudur. Babam, ailesini korumak istedi. Kim ölmek ister Bab-ı Ali sokaklarında?' Bunlar, üzerinde durulması ve araştırılması gereken çok önemli sözlerdi. Kim öldürecekti Ercüment Karacan'ı? Niye öldürecekti? Kim, neyin önünde engel olarak görüyordu kendisini? Yok bu soruların cevabı. Hiçbir zaman araştırılmadı ve bugüne kadar da verilmedi."
SİMAVİ ÖZAL'A MEKTUP YAZMIŞTI
"Türk basınında el değiştirmeler ve siyasi müdahaleler başlamıştı artık. Özal'ın desteklemesiyle 250 milyon sterlin harcayarak Asil Nadir girdi medya sektörüne. Kıbrıslı iş adamı Nadir, 1988'de sadece Günaydın gazetesini, Haldun Simavi'den 40 milyon dolara satın aldı. Daha sonra Uzanlar boy gösterdi bu sektörde. 1990'da, 'Magic Box Star 1' televizyonunu kurdular. Star gazetesini çıkardılar. Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Asil Nadir, Kemal Uzan ve oğlu Cem Uzan, Türk medya sektörünün önemli isimleri oldular. Zaman zaman birlikte hareket ettiler, kimi zaman da büyük kavgalara giriştiler. Koalisyon hükümetleri dönemlerinde medya gücünü alabildiğine kullanarak, diğer sektörlerdeki ticari güçlerini artırdılar. Çoğu, aynı zamanda bir de banka sahibi oldu. O bankalar da batırılıp faturası millete ödetildi. Hiç unutmuyorum, bir resepsiyon için Ankara'ya gelen Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak, salonun bir köşesinde oturan ve çevresindekilerle kahkahalar atarak konuşan bir kişiyi gösterip, 'Tanıyor musun?' diye sormuştu. 'Hayır' cevabını vermiştim. 'İyi tanı' demişti: 'Dinç Bilgin'dir bu kişi. Yakında Türkiye'nin başına büyük bela olacak.' Haklı çıktı Kemal Bey. Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin, ilerleyen yıllarda Etibank'ı satın aldı. Sonra da batırdı. O batan bankanın faturası da milletin üzerine kaldı. O döneme değinirken Simaviler'den bahsetmemek olmaz. 1948'de kurulan Hürriyet, Sedat Simavi'nin hayatını kaybetmesi ile Erol ve Haldun Simavi kardeşlere intikal etti. Önce, Haldun Simavi'nin ağırlığı hissediliyordu gazetede. Ancak, ayrılması ile birlikte bütün yetkiler Erol Simavi'ye geçti. O yıllar, Türkiye'yi âdeta gazeteler ve gazetecilerin yönlendirdiği bir dönemdi. Mesela, Nisan 1988'de kâğıt fiyatlarına büyük bir zam gelmesi üzerine Erol Simavi, 'Sayın Başbakan' başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Bu, Özal'a hitaben Hürriyet'te yayınlanan açık bir mektuptu. Simavi, Özal'ın kısa süre önce geçirdiği kalp ameliyatında, kalbinin bir süre durmasının karakterini değiştirdiğini öne sürüyordu. Ordunun yönetime el koyması gerektiğini ima ediyordu."
"EMEÇ ÖLDÜRÜLDÜ, SİMAVİ AİLESİ ÇEKİLDİ"
Emin Pazarcı'nın kitabında Turgut Özal'a yönelik suikastla ilgili iddialar şöyle yer aldı:
"Bu mektuptan 2 ay sonra Ankara Spor Salonu'nda Kartal Demirağ tarafından Başbakan Turgut Özal'a suikast girişiminde bulunuldu. Özal, saldırıdan elinden yaralanarak kurtuldu. Bu saldırıdan yıllar sonra Özal'ın kardeşi Korkut Özal ve aileden bazı isimler, suikast girişiminden Erol Simavi'yi sorumlu tutan açıklamalar yaptılar. Şimdi gelelim bir başka suikasta... 1990'da Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Çetin Emeç, uğradığı bir saldırı sonucu hayatını kaybetti. Bu cinayet, Erol Simavi'yi derinden etkileyen bir olay olarak gösterilir. Hatta o günlerde, asıl hedefin Çetin Emeç değil, Erol Simavi olduğuna dair iddialar bile ortaya atıldı. O yüzden, Emeç cinayetinin Simavi Ailesi'nin medyadan çıkmasında önemli rol oynadığı söylenir. Her biri hakkında kitaplar yazılacak olan bu olaylara çok kısa bir şekilde değindim. Çünkü, daha sonra medyada yaşadıklarımı ve yaşananların perde arkasını ortaya koyarken, geçmişin kısa hikâyesinin bilinmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. İlk perdeyi böyle araladıktan sonra, ilerleyen bölümlerde diğer perdeleri de açacak, hep birlikte medya sektörünün içine gireceğiz. Çok garip, düşündürücü, çarpıcı, hatta ürkütücü bir ilişkiler yumağı çıkacak önünüze."