İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, salgın yönetimiyle ilgili güncel duruma dair önemli bilgiler verdi. Prof. Dr. Yavuz, Kovid-19 bulaşan kişilerin her zaman semptom göstermeyebileceğine işaret ederek son günlerde sosyal medyada da oldukça tartışma konusu olan 'asemptomatikler hastalığı bulaştırmıyor mu' sorusunun yanıtını net olarak verdi.
Prof. Dr. Yavuz, "Asemptomatik dediğimiz kişiler, virüsü taşıyıp herhangi bir belirti göstermeyen vakalardır. Ya da test alındığı an için bir belirti göstermezler ama daha sonra semptomları ortaya çıkabilir. Bunları da 'presemptomatik' olarak adlandırıyoruz. Hiçbir şekilde semptom göstermeyenler yani asemptomatikler, virüsü bulaştırma riski kesinlikle taşırlar. Bu nedenle de bu vakaların izole edilmesi salgınla mücadele açısından çok önemlidir" dedi. Türkiye'de salgının başından bu yana bu yöntemin izlendiğine işaret eden Prof. Dr. Yavuz, "En başından beri bütün dünyada da bu şekilde yapılıyor. Bu kişiler aynen semptomatik vakalar gibi izole ediliyorlar. İzolasyon süreleri de tanımlanmıştır, bazı dönemlerde bu süreler güncellendi, değişti yeni bilgiler çıktıkça ama bu kişiler bu süre boyunca mutlaka izolasyonda kalmalıdır. Virüsü daha mı az taşıyor, daha mı çok taşıyor; bu alanda tabii ki çalışmalar yapılıyor. Ama kesin olan şey, bu kişilerin de bulaştırıcı olduğudur" diye konuştu.
"ASEMPTOMATİK OLANLARIN BELİRLENEBİLMESİ SAĞLIK SİSTEMİNİN GÜCÜNÜ GÖSTERİR"
Asemptomatik vakaların belirlenebilmesinin sağlık sisteminin gücünü gösterdiğini de vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, "Çünkü semptomu olanlar zaten hastaneye geldiği için onları aramanıza gerek yok. Onlar zaten bir sağlık bakımına ulaşıyorlar. Testleri, tedavileri yapılıyor. Ama asemptomatikleri yakalamak için ne yapmanız lazım? Ya semptomatik vakanızla temaslı olanları araştırıp bulup, onlara da test yapmanız lazım ya da yüksek riskli gruplarda taramalar yapmanız lazım. Sonuçta Türkiye semptomatik olanların temaslılarını bulup bunlarda belirti varsa ya da yüksek riskli ise örnek alarak aktif olarak bunları belirledi. Bu bir sağlık sisteminin gücüdür aslında. Dolayısıyla asemptomatik vaka sayınızın saptanabilmesi enfeksiyon kontrolü anlamında, toplumda bu hastalığın kontrol altına alınabilmesi açısından çok iyi bir şey. Şu anda Dünya Sağlık Örgütü'ne de (DSÖ) asemptomatikleri tarayıp yakalayan ülkeler daha çok vaka sayısı bildiriyor" dedi.
"ÜLKELER ARASI KARŞILAŞTIRMA YAPMAK GERÇEKÇİ DEĞİL"
Ülkeler arasında karşılaştırma yaparken de bu standartlara göre yapılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Siz ülke olarak hiç bakmazsınız, az vakanız olur. Ama etkili bir filyasyon yaparsınız, etkili bir risk gruplarına tarama çalışması yaparsanız vakaları bulursunuz. Şu anda böyle bir karşılaştırma yapacak standardizasyon da yok aslında dünyada. Çünkü kimi ülkeler, mesela İngiltere, sadece ağır hastalar gelsin hastaneye diyor. O zaman da sadece ağır hastaları tarıyor ve oradaki rakam öne çıkıyor. DSÖ standartlarına göre normalde 2-3 semptomu olanlara test yapılıyor. Oysa Türkiye'de DSÖ'den farklı olarak iki semptomu olana bile tarama yapılıyor. Dolayısıyla daha çok insandan örnek alırsanız daha çok vaka var, diyebilirsiniz. Kendimizi ancak daha önceki halimizle karşılaştırabiliriz. Yani ülkeler arasında karşılaştırma yapmak, bu anlamda şu anda çok da mümkün ve sağlıklı değil. Daha çok tarama yapan daha çok vaka buluyor tabii ki. Vakanın semptomatik ya da asemptomatik olması izolasyon önlemlerimiz açısından hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bu salgınla mücadele ederken semptomatikler de asemptomatikler de presemptomatikler de hepsi aynı şekilde izole ediliyor."
SINIFIN RİSK DURUMUNU MASKE KULLANIMI BELİRLİYOR
Okulların açılmasıyla ilgili kafalardaki soru işaretlerine de değinen Prof. Dr. Serap Şimşek yavuz, risk derecelendirmesinden bahsederek şu bilgileri verdi:
"Okullar açılıyor, orada nasıl bir yaklaşım olacak? Bunları akıl ve bilim çerçevesinde ele almamız gerekiyor. Çünkü bu testler de sınırsız değil. Dünyanın hiçbir yerinde değil. O nedenle test stratejisini de ona göre oluşturmak gerekiyor. Burada temaslı risk kategorisi önem kazanıyor. Temaslı dediğimizde, örneğin sağlık çalışanlarında da, filyasyon çalışmalarında da böyle değerlendiririz; temas riski en yüksek temaslıları önce değerlendirmeye alırız. Bu da nedir? Mesela şu anda ben pozitif olsam, maske kullanarak ve mesafeli bir şekilde yine maskeli birilerinin yanında bulunmuşsam orta riskli bir temas söz konusudur. Yüksek riskli temas değildir bu. Ama ben maskesiz bir şekilde biriyle 15 dakikadan uzun süre bir arada bulunmuşsam, taşıyıcı ya da hasta çıkarsam, karşımdaki kişi açısından risk artmış oluyor. Karşımdaki kişi de maskesizse risk en yüksek seviyeye çıkmış oluyor. Bu nedenle bu temaslı riski de kategorize edilir. Yüksek risk, orta risk, düşük riskli diye. Bu, okullarda da böyledir. Yani eğer herkes maskesini uygun şekilde takmış ve mesafesi yeterliyse, sınıfta da bir vaka çıktı diyelim, orta ya da hafif riskten söz ederiz. Taramalar da ona göre yapılır. Ama sınıfta birden fazla vaka çıktıysa o zaman riskin yükselmiş olduğu anlaşılır, eğitime ara verilir ve tekrar bütün sınıf ona göre değerlendirilir. Kişi belki maskeliyim diyor ama aslında maske kullanmıyor olabilir."
"TOPLUM BAĞIŞIKLIĞINDAN HENÜZ ÇOK UZAĞIZ"
Koronavirüs ile ilgili olarak henüz toplum bağışıklığından bahsedilemeyeceğine de değinen Prof. Dr. Yavuz, şunları vurguladı:
"Şu anda bu hastalıkla ilgili bilgiler yeni yeni oturuyor. Yani kesin şeyler söylemek çok zor. Şöyle olursa toplum bağışıklığı olur demek çok da mümkün değil. ayrıca hemen bir ilaç bulalım, bu işin çözümü bulunsun, hemen aşı çıksın; öyle bir şey de yok. Gerçekten bunu kimse beklemesin. Ama elimizde ne var? Korunma önlemlerimiz var. Toplum bağışlıklığı olabilmesi için bir kere bağışıklık olması lazım. Kesin, koruyucu bir bağışıklık henüz yok bu hastalıkta. Çalışmalar hep yeni yeni çıkıyor. Mesela bu koronavirüsler içerisinde nezle yapan koronavirüs'ün bir yıl sonra yeniden hasta edebildiğini biliyoruz bu çalışmalara göre. O zaman nasıl bir bağışıklıktan söz edeceğiz? Yani yeniden hastalanma (reenfeksiyon) riski de olabilir. Zaten biz hastalarımıza hadi geçirdin tamam sen artık kurtuldun gibi bir şey asla demiyoruz, diyemeyiz. Şu ana kadar elde edilen verilere göre hastalığı özellikle ağır geçirenlerde önemli bir başlık bıraktığını gösteriyor, hafif geçirenlerde bu daha zayıf görünüyor. Ama hücresel immünite, hümoral (salgısal) immünite farklı farklı parametreler var; elimizde olan tek şey, bu hastalık için şu aşamada henüz kalıcı bir bağışıklıktan söz edemeyeceğimiz. Elimizdeki tek koz, halen korunmak."
"HAVALANDIRILMAYAN KAPALI ALANLAR EN RİSKLİ BÖLGELER"
Prof. Dr. Yavuz, bu süreçte en iyi seçeneğin riski mümkün olduğunca azaltmak olduğunu söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı: "Riskinizi ne kadar azaltırsanız, tabii ki hiçbir zaman sıfırlayamayız, çalışıyoruz, okula gidiyoruz, toplu taşıma kullanıyoruz vs. ama maskemizi takarak, önce karşımızdakini koruyarak (maske takmak bir kaynak kontrolüdür aslında), mesafemizi koruyarak, hijyenimize dikkat ederek bunu sağlayabiliriz. Lütfen herkes şunu bilsin, bu hastalık açısından en riskli ortam, havalandırılmayan, kalabalık ve maskesiz bulunulan ortamlardır. Yakınlarınız, akrabalarınız, arkadaşlarınızla dahi, kapalı, havalandırılmayan ortamda maskesiz bulunmayın. Aşı bulunduktan sonra daha rahat edebiliriz belki. Gerçekten çok çalışma var bu konuda ama şu anda toplum bağışıklığından söz edemeyiz kesinlikle; ki gerçekte yüzde 10'undan azı hastalığı geçirmiş görünüyor şu anda."