Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın AK Parti'nin 30 Eylül 2012 tarihinde yapılan 4. Olağan Büyük Kongresi'nde yaptığı konuşmanın; "1940'lı yıllarda CHP'nin cami, din ve ezan anlayışını," "CHP'nin terörle mücadele sürecindeki tutumu" ve "CHP'nin Suriye Politikası nedeniyle Hükümete muhalefetini" eleştirdiği bölümlerine CHP Genel Başkanlığı ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Parti Tüzel Kişiliği ve şahsının kişilik haklarını ihlal ettiği iddiası ile manevi tazminat davası açmıştır. Ak Parti Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanımız (Başbakan) Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatı sıfatıyla bu dava tarafımdan takip edilmiştir.
Yargılama Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılmıştır. Mahkemenin 14.5.2014 T. Ve 2012/678 E. 2014/341 K. Sayılı kararıyla; Sn. Cumhurbaşkanımızın eleştirilerinin haklılığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir.
Son dönemde yaşadığımız olaylar; Ayasofya Camiinin tekrar ibadete açılma çalışmaları, CHP Milletvekili İbrahim Kaboğlu'nun Sultanahmet Camiinin de müze yapılması isteği, ezana karşı yapılan saygısızlıklar nedeniyle bu dava sırasında yaptığımız savunmanın bir bölümünü kamuoyu ile paylaşılması ve 1923-1950 arasında yaşanılanların daha iyi anlaşılması amacıyla bu yazı kaleme alınmıştır.
CHP'nin tek parti olarak iktidarda bulunduğu yıllar arasında ve özellikle de 1930-1940'lı yıllarda uyguladığı "katı laiklik anlayışının" Din ve Vicdan Özgürlüğüne baskı ve düşmanlığa dönüştüğüne dair tarihsel olarak birçok somut verileri bulunmaktadır. Bu dönemde, "Din ve Vicdan Özgürlüğünün" çok ağır baskı altına alındığı, dinin ve dince kutsal sayılanların öğrenilmesi ve yaşanması konusunda ciddi sıkıntıların olduğu, camilerin kapatıldığı, çok önemli miktarda caminin satıldığını, bazılarının ahır, samanlık, içkili lokanta, pavyon, halkevi, CHP binası haline getirildiği, ezanın Türkçe olarak okutulduğu, Kur'an-ı Kerim eğitiminin yasaklandığı veya çok sıkı jandarma baskısı ile adeta okutulmasının/öğrenilmesinin imkânsız hale getirildiği, insanlara zulüm boyutuna varan haksızlıkların yapıldığı görülmektedir. Bunların tamamı CHP iktidarında 1930'lu ve 1940'lı yıllarda bu topraklarda yaşanmış olaylardır. Bu beyanlarının doğruluğunu tek tek inceleyecek olduğumuzda gerçek ortaya çıkacaktır.
1- Cami ve Tek Parti Döneminde Camiler,
CHP'nin tek parti olarak iktidarda bulunduğu 1923-1950 döneminde çok sayıda cami, mescit, medrese, tekke, türbe, mezarlık vs haraç mezat satılmıştır. Bununla ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Başbakanlık Devlet Arşivlerinde önemli bilgi ve belgeler mevcuttur.
a- Müzayede İle Yıkılarak Satılan Camiler,
1910 yılından itibaren temel amacı cami görevlilerin maaşlarını düzeltip hayat şartlarının iyileştirilmesine matuf olarak yürütülen "camilerin tasnifi" işi, CHP'nin Tek Parti olarak iktidara gelmesi ile süreç içinde "camilerin tasfiyesine" dönüşmüştür.
CHP Hükümeti, -süreç içinde esas amacı camilerin satılması olan- ilk defa Diyanet İşleri Reisliğine 12 Haziran 1924 tarihinde bir tasnif talimatnamesi hazırlatmıştır. Diyanet İşleri Reisliği 8 Kanunusani 1928 tarihinde ikinci defa "Tasnif Talimatnamesi" yayınlamıştır. Bu talimatnamenin 3/C maddesine göre; "500 mt yakında olan 2.caminin tasnif dışı" bırakılması hükmü getirilmiştir. Tasnif dışı bırakarak camilerin, önce kapatılması akabinde de satılmasının yolu açılmıştır.
8 Haziran 1931 tarihli ve 1827 sayılı Evkaf Umum Müdürlüğünün 1931 yılı Bütçe Kanunu ile cami ve mescitlerin idaresi Vakıflara geçmiştir. Bir yıl sonra 25/12/1932 tarih ve 13671 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan "Türkiye Cumhuriyeti dahilinde ki cevami ve mesacidin tasnifi ve kadrolarının tespiti hakkındaki 8 Kanunu sani 1928 tarih 6061 numaralı talimatname ile muaddil talimatname çıkartılarak tekrar camilerin tasnifi yapılmıştır. Bu talimatnameden sonra 5 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ve 15 Kasım 1935 tarih ve 2845 sayılı Cami ve Mescitlerin Tasnifine ve Tasnif Harici Kalacak Cami ve Mescid Hademesine Verilecek Muhassasat Hakkında Kanunla "camilerin satılması" hususunda kanuni düzenleme de yapılarak hukuki boşluk doldurulmuştur. Her ne kadar kanun olmasa da geçmişte bazı "mühim (!)" gerekçeler üretilerek birçok cami satılsa da artık bir kanun yürürlüğe konularak satışların yasal altyapısı oluşturulmuştur. 2845 sayılı Kanunun l/2.maddesine göre; "Tasnif harici kalacak cami ve mescitler usul ve mevzuata göre kendilerinden başkaca istifade edilmek üzere kapatılır" hükmü bu satışların sebebi yapılmıştır. Kanunun TBMM'de görüşülmesi sırasında daha önceki kanunların görüşülmesi sırasındaki gibi milletvekillerince benzer endişeler yine ortaya konulmuştur. Manisa Mv. Refik İnce, "tasnif harici kalacaklar, usul ve mevzuata göre kapatılır diyor," bu usul ve mevzuat nedir diye sormuş, Evkaf Umum Müdürü Fahri bey ise, "Tasnif neticesi lüzum kalmayan cami ve mescitler satılacaktır" demiştir.
Uzun süre Vakıflar Genel Müdürlüğünde yöneticilik yapan Dr. Nazif Öztürk'ün Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşiv kayıtlarında yaptığı araştırmalara göre; 1926-1972 yıllan arasında 3.900 vakıf eseri satılmıştır. Bu satışların % 84'ü 1926-1949 yılları arasında % 16'sı ise 1950-1972 yılları arasında satılmıştır. Satılan 3.900 eserin 2907'si din hizmetleri grubunda olup bunlardan 2.815 adedi ise (%97,26) cami ve mescittir. 1938 yılı satışların doruk yılı olmuş olup 570'in üzerine cami ve mescit satılmıştır.
CHP'nin tek Parti olarak iktidarda bulunduğu 1927-1949 yıllan arasında; camilerin "tasnifi" yapılması ve bu tasnif sonucu güya cami görevlilerinin ücretlerinin artırılması adı altında, sistemli olarak camilerin satılması ve yok edilmesi bir Hükümet Politikası olarak uygulandığı görülmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığının camilerin satılması konusunda yeterince gayretli ve istekli olmaması nedeniyle CHP iktidarı, camilerin yönetimini Diyanetten alıp Evkaf Umum Müdürlüğüne bağlanmıştır. Bundan sonra da Evkaf Umum Müdürlüğü, Hükümetin talimatı doğrultusunda; vakıf emlaki olan ata yadigarı ve çok önemli bir kısmı da tarihi eser olan cami, mescit, medrese ve eski eserlerin bir an önce satılması için bölge müdürlükleri ve valiliklere sürekli tamimler göndermiştir. 1932 yılında oluşturulan talimatla tasnif komisyonu üyelerinin; "eski eser" konusunda uzman kişiler olma şartının kaldınlması nedeniyle camilerin satışında son derece özensiz davranılmıştır. Bazı yerlerde öğretmen veya bir memur tarihi caminin kapatılması hakkında görüş vermiştir.
Yukarıda da izah edildiği gibi CHP iktidarında (1923-1950) 2815 adet cami satılmıştır. Tüm kolaylaştırmalara rağmen halk cami satışlarına rağbet etmemiştir. Cami satışına halkın rağbet etmemesi CHP'li yöneticileri ve bürokratları kızdırmış ve radikal çözümler ileri sürenler olmuştur. Mesela Vakıflar Varidat Müdürü Kemal Güç, "camilerin yıkılarak; enkazının ayrı, arsasının ayrı satılmasını" önermiştir. Vakıf Umum Müdürü ise; "camilerin fiyatları yüksek olduğu için satılamamış ise yeniden daha düşük fiyat tespiti ile ve bölüm bölüm satmayı" genelge olarak Valiliklere yazmıştır. Yine Evkaf Umum Müdürü, Tekirdağ Valiliğine yazdığı bir başka genelge ile "Gazete ilanlarında, cami ve mescit olarak yazılmamasını, harap vakıf malı yazılmasını" talimatlandırmıştır. Ancak buna rağmen bir kısım memurlar bu emri tam anlamamış olmalı ki birçok ilanda yine camii ve mescit olarak satışa çıkılmıştır. Bir kısım camii ve mescitleri hayır sahibi Müslümanlar almış 1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesinden sonra tekrar Vakıflara iade etmiş ve camilerin bir kısmı bu suretle yeniden ibadete açılmıştır.
Diğer bir örnek de Afyonkarahisar'daki Umurbey At Pazarı Camiidir. Yıldırım Beyazıt'ın Anadolu Beylerbeyi olan Kara Timurtaş Paşa'nın oğlu Umur Bey, Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul'un fethine katılmış ve daha sonra Afyon'a yerleşmiştir. 1455 yılında Selçuklu tarzında ahşap direkler ve tavan kullanılarak yaptırdığı "Umurbey At Pazarı Camii", Kurtuluş Savaşı sırasında İngiliz, Fransız ve İtalyan İşgal kuvvetlerine karşı verilen protestonun hazırlandığı ve miting kararının alındığı bir merkezdir. Bu tarihi ve çok kıymetli camii sapa sağlam iken, Afyonkarahisar gibi geniş bir ovada kurulu bulunan şehirde başka bir yer kalmamış gibi 1933 yılında Cumhuriyetin 10. Yıl hatırası için 1290 TL'ye Afyon Belediye Encümenin 1168 nolu kararı ile kamulaştırılmıştır. Camii yıktırılmış ve yerine Avusturyalı heykeltıraş H.Krippel'e 59.446 TL'ye Zafer Anıtı yaptırılmıştır. Caminin yerine yaptırılan Zafer Anıtı 24 Mart 1936 tarihinde Başvekil İsmet İnönü'nün de katılımı ile açılmıştır. CHP nin yıktığı bu tarihi cami AK Partili Afyonkarahisar Belediyesi öncülüğünde ve hayırseverlerin katkılarıyla 87 yıl sonra yeniden ihya edilerek 2020 yılının Ramazan ayının covid izni sonrası kılınan Cuma namazı ile tekrar ibadete açılmıştır.
CHP'nin tek parti iktidarında ülkedeki camilerin % 50'si satılmıştır. Yıkılarak veya doğrudan satılan camilere ilişkin 1927- 1949 tarihleri arasında çok sayıda Bakanlar Kurulu kararları (İcra Vekilleri Heyeti) bulunmaktadır.
b- CHP'ye veya Halkevlerine Satılan Camiler,
CHP; camileri, 3.şahıslara veya kamu kuruluşlara sattığı yetmemiş, bir kısmını da parti binası veya halkevi olarak satmıştır. Buna ilişkin birçok örnek vardır.
Edremit Yıldırım Beyazıt Camii, avlusu ve bitişiğindeki mezarlık Bakanlar Kurulunun 06.05.1936 tarih ve 2/5369 sayılı karan halkevi binası yapılmak üzere 300 lira bedelle CHP'ye satılmıştır.
İstanbul'da Şehremini Arpaemini Mahallesinde bulunan Yavaşça Şahin Camii ve Tekkesi Bakanlar Kurulunun 29.09,1936 tarih ve 2/5369 sayılı karan ile 1.000 TL bedelle CHP İstanbul İl Başkanlığına satılmıştır.
Gaziantep Balıklı Nahiyesindeki Selim Efendi Camii Vakıflar İdare Meclisinin 7.10.1940 tarih ve -857/763 sayılı karan ile CHP'ye 1660 TL'ye satılmıştır.
İstanbul Anadoluhisan Küçüksu Camii üzerine "altıok" işareti konularak CHP teşkilatı haline getirilmiştir.
CHP, ata yadigarı camileri tasnif harici bırakarak kapatmış, bunların bir kısmını da bizzat İl Başkanlıklarına veya Halkevlerine tahsis etmiş bilahare de müzayede ile bu kutsal mekanları satın almıştır. 1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelince, CHP'nin kullanımında olan camilerin boşatılması için Vakıflar İstanbul Başmüdürlüğüne "telefonla talimat" vermiş ve açılan davalar sonucu bir kısmının tahliye edildiği, en son dört adet caminin de 1954 yılında tahliye edildiği yazışmalardan anlaşılmaktadır.
c- Orduya tahsis edilen camiler,
CHP'nin tek parti döneminde, birçok cami hiç gereği yokken orduya da tahsis edilmiştir. Ordu da bu camileri, yatakhane, depo, mühimmat deposu, hava savunma bataryası, at ahırı, samanlık, vs olarak kullanmıştır.
Öyle ki, Bursa Karacabey'deki tüm camiler orduya tahsis edilmiş ve halkın namaz kılacağı hiçbir camii kalmamıştır. Halk, namaz kılacağı cami kalmadığı için bu konuyu Başvekâlete telgrafla şikâyet etmiş, Başvekalet ise Milli Müdafaa Vekaletinden, "halkın ihtiyacı dikkate alınarak Ulu Camiinin boşaltılmasını" istemiştir. Ancak Milli Müdafaa Vekâleti, "ordu müfettişliğinden alınanı bilgiye göre başka bir cami tahsis edildiği ve Ordunun ihtiyacı olduğu gerekçesi" ile camiinin boşaltılmasına karşı çıkmıştır.
Konya'daki Selçuklu döneminin en kıymetli eserlerinden olan Alâeddin Cami ve müştemilatı da Orduya tahsis edilmiştir. Atatürk 1931 yılında Konya gezisi sırasında durumun vahametini görmüş ve derhal buraların boşatılmasını, ayrıca camilerin de restorasyonun yapılmasını Başvekil İsmet İnönü'den istemiştir. Ancak bu talimat ve talebin çok önemli bir kısmı, İkinci Kolordu tarafından asan atika olmadığı gerekçesi ile yerine getirilmemiş, 1945 yılma kadar askeri depo olarak kullanılmış, 1945 yılında müzeye çevrilmiştir. DP iktidarında 1951 yılında tekrar camiye dönüştürülmüştür. Atatürk'ün "...derhal ve müstacelen tamire muhtaç haldedir" dediği şaheserlerin esaslı restorasyonu müvekkil Sn. Başbakanın talimatları ile yaklaşık 75 yd sonra 2007 yılında gerçekleştirilmiştir.
Cizre'deki M. Nuri Camii askeri tavla ve samanlık olarak tahsis edilmiş, sonra da kumarhane olarak kullanılmış, bilahare halk tekrar camiyi satın alarak ibadete açmıştır.
Bursa Osmangazi Şahadet Camii; 1941 yılında 5.Kolordu Karargâhı olarak Bando ve Muhafız Birlikleri için tahsis edilmiş olup uzun süre koğuş ve bando-mızıka eğitim yeri olarak kullanmıştır.
Büyükçekmece Gülşeni Tekkesi, 17.06.1941 tarih ve 16015 sayılı Bakanlar Kurulu karan ile askeriyeye verilmiştir. Dr.Nazif Öztürk'ün tespitlerine göre, Türkiye'de toplam 488 adet cami Askeriye'ye tahsis edilmiştir.
d- Ahır, Samanlık, Ot ve Hububat Deposu olarak kullanılan Camiler,
CHP'nin tek parti dönemindeki en acı uygulamalann bir kısmı da camilerin ahır, samanlık ve depo olarak tahsis edilmesidir. Buna ilişkin çok sayıda bilgi ve canlı tanıklar mevcuttur. Diyarbakır Ulu ~ Cami vs birçok camii böyledir. Diyarbakır Ulu Caminin durumunu, caminin emekli imam ve hatibi Ali Mülayim Hoca'dan bizzat ben dinledim.
20.04.1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin 3.sayfasındaki habere göre; "Bu ne insafsızlık, Seferihisar'da tarihi cami ahır yapılmış!" başlığı altında, Seferihisar'ın Hereke Köyünde İkinci Beyazıt zamanında kalma tarihi caminin ahır yapıldığı" haber yapılmıştır.
Çorum Osmancık Akşemsettin Camiine hayvan konulmuştur. Alanya Kuyularönü ve Müftüler medresesi hayvan bannağı olarak kullanılmıştır. Kemalpaşa'daki 12 caminin biri cezaevi, biri ot deposu, on tanesi de askeriyenin tasarrufuna verilmiştir. Karaman'da Nuh Paşa Camii depo, Arapzade Camii buğday amban haline dönüştürülmüştür. Malatya'da bulunan Çınarlı Camii önce kışla, 1942 yılında zahire amban olarak kullanılmıştır. Bursa'daki Şehreküstü ve Reyhan Camileri ot deposu olarak kullanılmıştır. Kahramanmaraş'taki Cumhuriyet Mahallesi Ulu Camii, kapatılarak ahin haline getirilmiştir. Konya Ereğli'deki Selimiye Camii, semer, kaşağı ve gübre bulunur halde 1950'li yıllara kadar böyle durmuştur. Söğüt'teki Ertuğrul Gazi Camii buğday deposu, Çaltı Köyü camii ise deri deposu haline getirilmiştir. Antalya'nın en önemli tarihi eserlerinden Yivli Minareli Camii bir dönem ahır olarak kullanılmıştır. Siverek Sulu Camii depo-ahır olarak kullanılmıştır. Bingöl Isfahan Bey Camii buğday deposu ve hayvan tablası olarak kullanılmıştır. Bolu'da Musapaşa Camii, köpek yuvası ve hela olarak kullanılmakta iken 1947 yılında ziyarete gelen Kazım Karabekir'in sayesinde halk tarafından tekrar cami olarak ibadete çevrilmiştir. Keşan'da 7 adet tarihi cami hayvan yemliği olarak kullanılmıştır. Yine Dr. Nazif Öztürk'ün tespitlerine göre, Türkiye'de toplam 120 adet cami Ziraat Bankası ve TMO tarafından hububat deposu olarak kullanılmıştır.
e- İçkili lokanta, meyhane vs şekilde kullanılan camiler,
Yine CHP'nin iktidarında camilerin maalesef içkili lokanta ve pavyon bile olmuştur. Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice'nin anlattığına göre dedesinin Amasra'da yaptırdığı Eyice Mescidinin satılıp içkili lokantaya dönüştürülmesine mani olamadığım büyük bir üzüntü ile anlatmıştır.
Katip Mustafa Çelebi Cami 1941 yılında satılmış olup bugün, aynı mahalleye adım vermesine rağmen Çukurçeşme sokaktaki caminin yerinde meyhane mevcuttur. Bu bölümdeki örnekleri içimizi çok acıttığı için özellikle çoğaltmıyoruz.
f- Müze olarak tahsis edilen ile diğer kamu kurumlarına tahsis edilen veya satılan Camiler
CHP'nin tek Parti olarak iktidarda kaldığı sürede, yukarıdaki yöntemlere ibadete kapatılan ve satılan camiler olduğu gibi müze yapılan veya diğer kamu kurumlarına da satılarak/tahsis edilerek kapatılan camiler olmuştur. Bu konuda da onlarca Bakanlar Kurulu Kararı mevcuttur.
Bu örneklerden hiç şüphesiz en önemlisi camiden müzeye dönüştürülen tarihi eser Ayasofya Camii'dir. Bizans İmparatoru I.Jüstinyen tarafından MS 532-537 yıllan arasında İstanbul'un tarihi yanmadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş katedral iken 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Vakıf eser ve cami haline dönüştürülmüş bir tarihi yapıdır. 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre;
"Maarif Vekilliğinden yazılan 14/11/1934 tarih ve 94041 sayılı tezkerede; Eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya camiinin tarihi vaziyeti itibarile müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki evkafa ait dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de evkafça istimlak edilmesi suretile güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık ta evkafça bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş ve Evkaf umum Müdürlüğünden yazılan 7/11934 tarih ve 153197/107 sayılı mütaleanamede, bu camin Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebile hiçbir Vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve Halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da bunlardan aşar olarak bağlanan sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kuran okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dini emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı ve şimdiye kadar tamiri, gelirine bakmadan diğer vakıflarla bir arada yapılagelmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna da imkan kalmayacağı ve bütçelerinin bu günkü vaziyeti her hangi bir yardıma da yol bırakmamakta olduğu ve çevresindeki yapılardan evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de ötekine berikine ait olanların evkafça satın alınmasına imkan bulunmadığı bildirilmiştir.
Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24/11/1934 te görüşülerek, caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretile Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur" denilerek 481 yıldır cami olarak kullanılan bu kutsal mabet müzeye çevrilmiştir(BKK).
g- Satılan Camilere İlişkin Değerlendirme,
CHP, caminin, CHP binası veya Halkevi olarak satılmasını uygun görmekte, ancak oradan gelen parayla da satış kararındaki "...gayece aynı diğer hayrata harcanacaktır..." denildiği için başka hayırlı işlere harcandığını ileri sürmektedir, diyerek satıldığından bahisle geçiştirmektedir. Müslüman bir toplumda ne zamandan beridir ibadet yeri olan camiler satılıp bedelleri başka gayelere tahsis edilmektedir. Cami gibi Müslümanlar için çok kutsal bir mekanın, yıkılarak veya kapatılarak başka amaçla kullanmak için satılması kabul edilemez bir davranıştır.
2- Ezanın Türkçe Okutturulması
1931 yılı Bütçe Kanunu ile Camilerin Diyanet İşleri Reisliğinden alınıp Evkaf Umum Müdürlüğüne bağlanması üzerine camilerin tasnif ve akabinde tasfiye süreci hızlandığı gibi 1300 yılı aşkın bir süredir bu topraklarda "Ezan" aslına uygun olarak okunmakta iken, Diyanet İşleri Reisliği tarafından tespit olunan ve Evkaf Umum Müdürlüğünün 14.11.1932 tarihli Valiliklere (İlbaylıkları) yazdığı bir tamim ile "Türkçe Ezan" okunmaya başlamıştır. Bu tebligatı alan zamanın "hızlı valiler" hemen Türkçe ezan okutmaya başlatmış ve İl'lerinde bütün köyleri de teşmil edilerek ezanın Türkçe okunmaya çoktan geçildiğini Başvekalete bildirmiştir.
13 Şubat 1933 tarihli Evkaf Umum Müdürlüğünün, Başvekalete yazdığı 4.2.1933 tarihli yazıya verilen cevapta; Ezanın Türkçe okunmasının tatbik süresinin tamamlanmış olması nedeniyle artık tatbikata geçilmesi talimatına karşılık İl'lerden alınan cetvel takdim kılınmıştır.
Diyanet İşleri Reisliğinin 4.2.1933 tarihli Müftülüklere yazdığı tamim ile "Dahiliye Vekalete Celilesinden varit teskerede (Türkçe ezan hakkında riyaseti Aliyelerince ittihaz olunan karar ve tamimin her tarafta ayni hassasiyetle tatbik ve takip edilmekte olduğu vilayetlerin iş'arından anlaşılmakta olduğundan bu teşevvüş ve intizamsızlığın izalesini temin edecek kafi ve sarih tebligatın tekiden ve müstacelen ifası ve keyfiyetten vilayetlerinde haberdar edilmesi için bir suretin vekalete gönderilmesi) ifade ve izbar buyuruluğuna nazaran evvelce makamı riyasetçe tesbit ve evkaf müdürlerine tamim edilen Türkçe Ezan ve İkamet suretlerinin memleketin her tarafından ve hatta en ücra bir köşesinde aynı şekilde ve aynı zamanda bir ahenk bir siyak dairesinde tatbiki zaruri olduğu halde seran memnu olmayan böyle Türkçe ezan ve ikamet hakkında bazı müftiler tarafından tereddüde meydan verildiği anlaşılmıştır.
Binaen aleyh bu tamimin vusilini müteakip umum memurinin ilmiye ve eimme ve hutabaya kat'i tebligat icrasıyla en ufak bir muhalefet irkitap edeceklerin kati ve şedid mücazaata maruz kalacakları tamimen beyan olunur efendim. 4.2.1933 Diyanet İşleri Reisi" şeklinde il müftülüklerine Türkçe Ezan ve Kamete uymayanların şiddetli cezaya maruz kalacağı tamim edilmiştir.
1300 yıllık uygulamayı dört ay önce değiştiren tebliğin tam uygulanmadığını düşünen Başvekil İnönü, Vilayetlere yazdığı şifre telgrafla; "Zaruri olan hazırlıklardan ve talim mecburiyetinde dolayı Türkçe ezan ve Kametin tatbiki uzamış olması memleketin her tarafından her gün tereddüdü ve dedikoduyu mucip olmaktadır bu tereddüt devrimin kesilmesi ve kısmen Türkçe ve kısmen Arapça gibi aşikar bir mukayese mevzuunun süratle ortadan kaldırılması lazımdır Diyanet İşleri Reisliğinin ve Ev. U. M. Nün tebliği veçhile tatbikatın hitame erdirilmesini talep ve temenni ederim bütün vilayetlere tebliğ olunmuştur 14.2.1933 İsmet" denilmektedir.
20.1.1934 tarihinde Başvekalete gönderilen 6.3.1933 tarihli Diyanet İşleri Reisi yazısının İl Müftülükerine tamim edildiği anlaşılmakta olan 3 ayrı Selatüsselam ile ilgili bu yazıda; "Öz dilimizde her tarafta Türkçe Ezanın okunduğu bir zamanda Minarelerde Arapça Selatüsselam okumak ahenksiz düşeceği gibi Hükümeti Celilenin takip buyurduğu maksadı milliye de uygun gelmediğinden binaen - İstanbul 'daki erbabı ihtisasla bilmuhabere balaya yazılan üç suret ile Türkçe tekbir gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa icabında alakadarların ondan okumaları lüzumu tamimen beyan olunur Efendim. Diyanet İşleri Reisi" denilmekte ve Türkçe ezan okunurken cenazelerin duyurulması ve Cuma namazı öncesinde okunan selatüsselamın Türkçesinin okunması da böylece temin edilmiştir.
Valiliklere sık sık konu hakkında yazılar yazılmış ve işin sıkı şekilde takibi istenmiştir.
Konya Vali Yardımcısı Tevfik Uğurlu tarafından Konya Müftülüğüne yazılan yazıya göre; "Konya Köprübaşı yanık Camii mescidinin fahri imamı olduğu beyan edilen Mehmet İyibildiren 'in 27.6.1945 tarihinde akşam ezanının Arapça okuması nedeniyle derdest edilip adalate verildiğini, Mehmet İyibildiren'in caminin resmi görevlisi olup olmadığı, Türkçe ezana uymadığı için inzibatı muameleye tabi tutulması, bundan sonra Konya 'da yetkisiz kişilere vazife yaptırılmaması, vazifeli imam ve müezzinlerin isimleri ile vazife mahallinin bildiren bir cetvelin gönderilmesi" istenmiştir. Yeterli mücadele yapılmadığı kanaati ile 2 Haziran 1941 tarih ve 4055 sayılı Kanun ile Türk Ceza Kanununun bazı maddeleri değiştirilmiştir. Bu Kanunun 1. Maddesi ile Türk Ceza Kanununun 526. Maddesine 2. Fıkra eklenerek arapça ezan ve kamet okuyanların 3 aya kadar hafif hapis ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ile cezalandırılması düzenlenmiştir.
Arapça Ezan okuyan birçok imam ve müezzinin derdest edilip ciddi cezaya maruz kaldığı, birçoğuna işkenceler yapıldığı, hapislerde yattığı, Kur'an-ı Kerimlerin yırtılıp yakıldığı hala halkımızın hafızasında taptazedir.
Rahmet Başvekil Adnan Menderes güvenoyu aldıktan sonraki ilk Kanun teklifi olarak ezanın Türkçe okutulması ile ilgili TCK 526 daki ceza hükmünü değiştirilmesi için Kanun teklifi verdirmiş, Kanun 16 Haziran 1950 tarihinde kabul edilmiştir. 6/6/1950 tarih ve 5665 sayılı Kanun, 7 Haziran 1950 tarihinde yürürlüğe girerek CHP nin Türkçe ezan zulmüne son verilmiştir.
3- İmam Hatipler ve Din Eğitimi
CHP'nin iddiasının aksine, İmam Hatip Okulları ilk defa Osman Devleti döneminde 1913 yılında "Medresetül Eimme vel Hutaba" adıyla (İmamlar ve Hatipler Okulu) olarak açılmıştır.
Birinci Meclis tarafından kurulan ve Türkiye'nin ilk ortaöğretim kurumları sayılabilecek ve sayıları 500'e yaklaşan medreselerin 1924 yılında Tevhidi Tedrisat Kanunu ile kapatılmasına karşılık, sadece 29 yerde İmam Hatip Mektebi açılmıştır. Bu sayı ise her yıl biraz daha kırpılarak iki yıl içinde 20'ye, 1926-1927 yılında ise Kütahya, İstanbul dışındaki okullar kapatılarak 2'ye kadar düşürüldü. 1931-1932 ders yılında ise bunlar da kapatılarak, İmam-Hatip Mektepleri tamamen kapatılmıştır. 1933 yılında ise Darul Fünunun lağvedilerek yerine kurulan İstanbul Üniversitesinde İlahiyat Fakültesine yer verilmemiş Edebiyat Fakültesine bağlı İslami İlimler Enstitüsü kurulmuştur. 1949 yılında ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurulmuştur.
Aralık 1947'de toplanan 7. CHP Kurultayında yapılan müzakereler ise bu süreçte yaşananları göstermesi bakımından ilgi çekicidir. CHP Sinop Milletvekili Vehbi Dayıbaş, seçmenlerinin isyanını "Kiliselere gidenler, orada ayin yapanlar kendi dinlerine ait bir şeyler okuyorlar. Bizim çocuklar ibadette ne okuyacaklar? İşte bu hususta çocuklarımıza bilgi verilmesini istiyoruz," sözleriyle dile getirirken, Çorum delegesi Abdulkadir Güney ise "Yaptığımız tetkiklerden anlaşıldığına göre, dinini _ kuvvetlendiren milletler daima sosyal tekâmüle mazhar olmuş, payidar olmuştur; ihmal edenler ise geri kalmışlardır. Bugün bizim dinimizi ve mukaddes kitabımızı bütün dünya milletleri, hayret nazarlarıyla takdir etmekte iken biz, neden dinimizin inkişafına lakayt kalıyoruz." diye soruyordu. Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu'nun; "Hıristiyan ve Musevî Türk cemaatleri kendileri için mektepler açmışlar orada papazlar yetiştirmişler... Köylülerden işittiğim bilgilerle söyleyeyim ki, köylülerin ölülerini gömecek adamları yoktur. Bugün memleketimizde, kumar almış yürümüş, içki almış yürümüş, Dinsiz bir milletin memleketinde hiçbir korku kalmaz. Anaya babaya, büyüğe itaat kalmadı. Çocuklar Allah nedir deyince Allah 'ın ne olduğunu bilmiyor, tanımıyor..." demiştir.
İmam Hatip Mekteplerinin kapatılmasının ardından tam 16 yıl süren eğitimi ve ülkeyi dinden arındırma dönemi, CHP'nin ve tek parti döneminin son Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu'nın 3 Ocak 1949 tarihinde, Meclis oturumunda yaptığı konuşmaya ve daha sonra yazdıklarına şöyle yansımıştı: "Lâik değil, materyalist bir eğitim sistemi kurulmuştu. Din dersleri kaldırılmış, meslekî dinmektepleri kapatılmışa. Kitaplarda ve derslerde dinî kavramlara yaklaşmaktan kaçınılır olmuştu. Batıl inançlarla mücadele havası içinde iyi ve masum dinî ahlâk ve âdetler de kötüleniyor, terk ediliyordu.
Günah-sevap sözleri ortadan kalkıyordu. Mistik bir dünya görüşünden hızla kaba bir akılcı dünya görüşüne doğru sürükleniyorduk. İnkılâpçılar bunun her şeye yeteceğini düşünüyorlardı... Millî değerler sistemi içinde toplamağa çalıştığımız kurumların hepsi, dinî hayat, millî ahlâk, örf ve âdet, millî ananeler, millî tarih şuuru, hatta anadili duygusu, genişlemiş bir aydınlar kitlesi içinde iyiden iyiye sarsılmıştı".
CHP'nin kendi içinden gelen bu ve benzer eleştiriler sonrasında 21 Mayıs 1948 yılında ise on aylık imam hatip yetiştirme kursları açılmıştır. 17 Ekim 1951 tarihinde DP'nin iktidarı sonrası Mili Eğitim Bakanı Tevfik Ileri'nin onayı ile 7 İl'de imam hatip okulları (4 yıllık ortaokul) açılmıştır. 1954/55 eğitim öğretim yılında ise lise kısmında 3 yıl olarak açılmıştır. İşin doğrusu budur. CHP, maalesef var olan İmam Hatip Okullarını kapatmıştır.
4- Değerlendirme
Eğer mevcut CHP ve yönetimi, cami ve dindarlarla bir probleminin olmadığım bugün artık daha farklı düşündüğünü, "katı laiklik anlayışının" 1940'lı yıllarda kaldığım kabul ediyorsa, buna uygun açıklama yapmalı ve bunu somut uygulamaları ile desteklemelidir. Eğer demokrasi kısaca, halkın kendi seçtiği yöneticilerle kendini idare etme yöntemi ise, yönetenler kendisine yönetme yetkisi veren "halkın" dini inanç ve değerlerine saygı duyacak ve ona uygun davranacaktır. Geçmişteki hataları eleştiren siyasilere veya bilim adamlarına da "bizi cami ve dindar düşmanı olarak gösteriyorsunuz" diyerek dava açmamalıdır. Ancak CHP'li Belediyelerin halen benzer uygulamalara devam etmesi nedeniyle "camilere düşmanlık yapılmadı/yapılmıyor" beyanının mı, yoksa bu uygulamaların mı doğru olduğu konusunda kamuoyunda ve biz de ciddi tereddütler oluşturmaktır.