Önce CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, ardından CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve son olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek'in askeri darbeyi ima eden açıklamaları gündemin en üst sıralarına tırmandı. CHP'den gelen bu açıklamalar tartışma yaratırken Ermeni Diasporası ve PKK/HDP çizgisinde yazıları ile tanınan Ragıp Sarakolu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Adnan Menderes'in trajik sonu ile tehdit eden "Kaderden kaçış yok" başlıklı yazısı tartışmaya yeni bir boyut kazandı. Darbe çığırtkanlığı yapan bu açıklamalar ne anlama geliyor? Türkiye darbeler tarihi denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi tarihçi Cemil Koçak ile CHP ve Türkiye Solu ile askeri darbeler arasındaki 100 yıllık ilişkiyi konuştuk. Yıllardır darbeler ve CHP arasındaki bağlantı konusunda çalışmalar yapan Cemil Koçak, 100 yıllık darbe geleneği ve günümüzdeki uzantıları hakkında ilginç detaylar aktardı.
İTTİHATÇI DARBE GELENEĞİ YAŞIYOR
-Hocam darbeler tarihi denilince konuya hep "İttihatçı Gelenek" ile başlanılır. Nedir bu ittihatçılık?
İttihatçılık, "kurtarıcılık" misyonunun zirvesidir. İttihatçı, kendisinden başka hiçbir kişinin ya da siyasal akımın toplum için yararlı bir şey yapamayacağına derin bir inançla bağlıdır. Bu nedenle muhakkak iktidarda olmalıdır. İttihatçı olmayan herkes "ihanet" içinde olarak algılanır ve dünyası "hainler" ve "düşmanlar" üzerine kurulur. Siyaset, bu anlamda bir "harp"tir ve karşı tarafın "imhası"na dayanır. İttihatçılar, 1908'de bir darbeyle geldiler; ardından o zamana kadar dillerinden düşürmedikleri "hakimiyeti milliye" sloganının gerçek hayatta kendilerini iktidar yapmadığını görünce, bu kez de 1913'de yine askeri bir darbeyle yönetime el koydular.
DARBE GELENEĞİ 100 YILA DAMGA VURDU
-İttihatçı darbe geleneği hala yaşıyor mu?
Evet, O tarihten itibaren de fiili bir diktatörlük içine girildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne "cemiyeti mukaddes" adını vermeleri de, kendi kendilerine yüklendikleri misyonun ruhunu açığa çıkaracaktır. Elbette "mukaddes" bir cemiyetin ya da partinin sorgulanması, eleştirilmesi, ancak "hainler"in yapabileceği bir şeydi. Kendilerinden olmayanlar "vatan haini" olarak tanımlandılar. Türkiye'de iktidar-muhalefet ilişkisinin bu şekilde yapılanması, rahmetli Tarık Zafer Tunaya'nın yapıtlarında da ortaya konulduğu gibi, İttihatçıların siyasal kültürünün günümüze kadar sürmesine neden oldu. Bu siyasal kültür, toplumun son 100 yılına damga vurmuştur denilebilir.
1954 SEÇİMLERİ CHP İÇİN HAYAL KIRIKLIĞI OLMUŞTU
-27 Mayıs darbesi ve CHP arasındaki ilişki hep tartışılıyor. Siz bu konuda yıllardır çalışıyorsunuz. Gerçekten var mı bu ilişki?
27 Mayıs darbesinin sanıldığı gibi, DP döneminin son günlerinde oluşan bir cuntanın eseri olduğunu düşünmek son derece yanıltıcı olur. Aksine, cunta, DP'nin büyük bir seçim zaferi kazandığı 1954 seçiminden hemen bir yıl sonra kuruldu. Yani, darbeciler, 27 Mayıs'ta açıkladıklarının aksine, henüz ortada bir "kardeş kavgası" olmadığı bir sırada, DP'yi devirmek üzere harekete geçmişlerdi bile... 1954 seçiminde CHP'nin kazanacağı beklentisi içinde olanlar için seçim sonucu büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bu türden hayal kırıklıkları, o zamanın deyimiyle asker-sivil aydınları derinden yaraladı.
CUNTA-CHP ARASINDA DERİN İLİŞKİ VARDI
-Cunta ile CHP arasında nasıl bir ilişki vardı?
27 Mayıs sonrasının jargonuyla "zinde güçler", CHP'nin yeniden iktidar olmasının ancak bir darbeyle mümkün olabileceğine kesin olarak karar verdiler. Bundan sonrası sadece bir darbenin hazırlık süreci olarak görülmelidir. Elbette 27 Mayıs cuntası ile CHP arasında "derin ilişkiler" vardı. Darbeden önce de vardı; yıllar sonra cuntacıların anılarında bu "derin ilişkiler" adeta bir övünç vesile olarak da anlatıldı zaten... Bugün "darbelerden CHP çok zarar görmüştür" diyenlerin hafıza kayıpları derin olmalı...
DARBECİ ZİHNİYETİN BİTMEDİĞİNİ 15 TEMMUZ'DA GÖRDÜK
-Hala tek bir CHP'li yönetici 27 Mayıs darbesini eleştirmedi. Aradan geçen tam 60 yılda hiç mesafe alamadık mı?
Yıllar önce "27 Mayıs ruhunu sürdürenler var" diye yazdığımda; pek çok kişi, artık darbelerin tarihe karıştığını ve böyle bir tehdidin olmadığını söyledi. Fena halde yanıldıklarını korkarım 15 Temmuz gecesinde gördüler. Açıkça söyleyeyim: Seçmenlerin neredeyse belki de üçte birinin kendi siyasi ve ideolojik görüşüne uygun bir askeri darbeyi desteklemeye hazır olduğu bir toplumda; darbelerin önüne geçmenin zor olduğunu anlatmaya çalışıyordum sadece.
DARBECİLERİ ALKIŞLAYANLAR HALA GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE
-Toplumun bir kesiminde hala darbeci bir damar var mı?
Siz bakmayın sakın, "herkes"in darbe karşıtı olduğu yolundaki siyasi edebiyata. 15 Temmuz gecesinde darbecileri alkışlayanlar, yazlıklarda ilk kadehlerini darbe için kaldıranlar daha gözlerimizin önünde iken; arada bir -nedense gerek görülerek- Menderes'in idamı türlü benzetmelerle kamuoyuna hatırlatmalar, olağan koşullarda iktidarların değişmesi ancak seçim yoluyla olurken, "bir şekilde" iktidar değişikliğinden söz edenler varsa; aradan geçen sürenin "darbe kültürü"ne herhangi bir şekilde "zarar verdiği" söylenemez. Evet, bugün de seçimden herhangi bir beklentisi olmayanların ya da kalmayanların darbe beklentisi içinde olmaları, bu kültürün bir parçasıdır.
İNÖNÜ KAMUOYUNA BİR DUYURU YAPSAYDI…
-İnönü 27 Mayıs'ın neresindeydi. Darbeyi ve idamları durdurabilir miydi?
Elbette spekülasyonun sonu yok; durdurabilir miydi; belki evet belki hayır; çünkü Milli Birlik Komitesi dahi tek başına karar alıcı olmaktan çıkmıştı bu süreçte. Silahlı Kuvvetler Birliği, bir başka ve alternatif cunta olarak ağırlıklı bir şekilde yer almıştı, ordu içinde... Bu kadar güç mücadelesinde İnönü'nün gücü tam olarak ne kadardı sorusuna yanıt vermek zor... Yine de kamuoyuna bir duyuru yapmış olsaydı; o zaman gerçekten de bu güce sahip olup olmadığını anlayabilirdik. Bugün için artık çok geç... Cemal Gürsel'e hitaben kişisel mektup yazmak; muhakkak ki, siyaseten yapılabilecek en asgari bir işti. Bunu, ileride siyasal ithamlarla karşılaştığında kullanmak üzere yaptığı söylenebilir tabii ki... Bir de sonuçta idamlar ordunun eseri olarak görülecekti. Siyasetteki karşılığı sanırım "kestaneleri ateşten alacak olanlar"a karışmamak olarak tarif edilebilir. Sonra afiyetle yemek politikada herkesin daha çok işine gelir. Sorun olursa da; "bizimle ilgili değil; onlar yaptı"; bu, politikacıların en hoşlandıkları konumdur.
HEPSİ 28 ŞUBAT'A DESTEK VERDİ
-Tam darbeler geleneği bitti derken 28 Şubat post-modern darbesi ile yüzleştik. CHP, STK'lar, medya, iş dünyası bu darbeye gizli ve açık destek verdi.
Evet, 28 Şubat... Bütün mesele de burada düğümleniyor zaten... "Darbelere karşıyız; darbelerden çok çektik; darbeler hep bize karşı yapıldı" diyenlerin tamamının 28 Şubat'ın arkasında, yanında ve hatta önünde olduğunu görmek; Türkiye'de politikanın hangi perdelemelerle yapıldığını göstermesi açısından önemli bir derstir. Ne tuhaf; her an darbelere karşı olduğunu ileri sürenlerin neredeyse tamamı, darbenin yaklaştığı anda ya da darbe anında birdenbire kendilerini "vatan kurtaranlar"ın safında buluyorlar. Çünkü, İttihatçı ruh, onları tamamen ele geçirmiş ve sarmış vaziyette... Darbeciler, olağan dönemde basın özgürlüğünü dillerinden düşürmezler; 28 Şubat'ın "basın özgürlüğü"ne gönülden katılırlar! Aslında yaptıkları açıktır: Darbeciler, hep "demokrat, hürriyetçi" geçinirler; yeter ki, bir iktidara gelsinler; sonrası kolaydır...
15 TEMMUZ BAŞARILI OLSAYDI ALKIŞLAYACAKLARDI
-CHP ve Türkiye Solu 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde iyi bir sınav verebildi mi sizce?
Son darbe, kesinlikle 27 Mayıs'tan ilham almıştı. 27 Mayıs öncesindeki söylentiler, dedikodular, propagandalar, uzun zamandan beri Türkiye'de zaten iktidara karşı işleniyordu. Bunun ana nedeni; bir darbeye vesile teşkil etmesi, kamuoyunu oluşturması ve darbenin kamuoyunun belli bir kesimi tarafından desteklenmesinin sağlanmasıydı. Sözün özü: Türkiye'de utangaç darbeciler var; maskeli darbeciler var; kendilerini "demokrat, özgürlükçü, çağdaş, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan" gibi sıfatlarla anan; aslında utangaç darbeciler bunlar. O akşam eğer darbe başarılı olsaydı; darbenin destekçisi olanlar da onlar olacaktı yine... Tıpkı, 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 28 Şubat'ta ve elektronik muhtırada olduğu gibi... Darbelerin gerekçesi önceden hazırlanır. Utangaç darbecilere gelince; 30-35 yıldan beri "darbe olursa, tankın üzerine çıkarım" diye demeç verenleri sanırım hepimiz hatırlarız. Ünlü gazeteciler, politikacılar, üniversite hocaları... O gece bu türden maskelerin düştüğünü açıkça gördük hep birlikte... Gönüllerinden geçen tek şey, aslında darbenin başarılı olmasıydı.
70 YILDIR İKTİDAR OLAMAMA SALDIRGANLAŞTIRDI
-Günümüze geldiğimizde hala bu zihniyetin darbe imasında bulunduğunu görüyoruz. Hala darbeci zihniyet CHP'nin genlerinde yaşıyor mu?
Evet İttihatçı ruh içlerine sinmiş vaziyette ve ondan kurtulmaları da zor. Şunun için: Düşünün ki, ana muhalefet partisi, 100 yaşında neredeyse; ilk serbest seçimden bu yana neredeyse hiç iktidar olamamış... 70 yıldan söz ediyoruz. Gelecekte de olacağına ilişkin bir belirti pek yok. Bu hal, ister istemez, sinir bozucu; kim olsa öfkelenir. Ve öfke, saldırganlık olarak kendisini belli eder.
CHP SEÇİMLE İKTİDAR OLAMAYACAĞINI BİLİYOR
-Neden bir genel seçimi beklemek yerine darbe imasında bulunmayı tercih ediyorlar?
Hayret, geçen yılki Mart ve Haziran yerel seçim sonuçlarına rağmen hala seçim sonucunda iktidar hazırlığı yerine, söylem düzeyinde bir kabadayılık tercih ediliyorsa; bunun bir temel nedeni muhakkak vardır. Bunun nedenini söyleyeyim: Bizzat muhalefet partileri de bir iktidar değişikliğini seçim aracılığıyla pek beklemiyorlar. Zaten gerçekten de böyle bir beklenti olsaydı; bunca zamandır "erken seçim" söylentisi yerine; yerel seçimlerin hemen ertesi günü bütün muhalefet partileri, bu seçim kazancının ardından, muhakkak erken seçim talep ederlerdi. Nedense hiçbirinin aklına bunu yapmak gelmedi; aksine, erken seçim istenmiyor denildi ve geçildi. Kanımca bu türden siyasi işaretler, "başka yollar" tabirinin temelini oluşturuyor. 27 Mayıs öncesi gibi, eğer bir iktidar umudu seçim sandığından geçmiyorsa...
TÜRKİYE SOLU CUNTALARLA SARMAŞ DOLAŞ OLDU
-Son olarak Ragıp Zarakolu'nun çok açık bir darbe ve idam tehdidi kokan yazısı gündeme geldi. Türkiye solunda da darbe heveslisi bir damar var mı?
Unutmayalım ki; Türkiye'de sosyalist akımların çoğu 27 Mayıs-12 Mart döneminde cuntalara bulaşmıştı; hatta çoğu sarmaşdolaş olmuştu bile... 12 Mart muhtırasının hemen aynı gün neredeyse bütün sol ve sosyalist örgütler tarafından desteklenmesi, bu canciğer kuzu sarması olmanın sonucuydu zaten... 9 Mart 1971 sol darbenin hazırlıkları bilinmeden ve hatırlanmadan Türkiye'de sosyalist akımların tarihini yazmak bir külkedisi masalından ibaret kalmaya mahkumdur. Aradan geçen 50 seneden sonra, hele hele o günleri yaşamış ve bu tarihsel, siyasal ve hayat tecrübesini acı bir şekilde yaşamış olanların artık bu türden görsel benzetmelerden; kelime oyunlarından kaçınmaları beklenirdi.
ANNEME KEMALİST OLDUĞUMU SÖYLEMEYİN BENİ SOSYALİST ZANNEDİYOR
-Türkiye Solu bu darbe hastalığından neden kurtulamıyor?
Ama öyle olmuyor; çünkü, basit: Türkiye'de sosyalistlerin kahir ekseriyeti, sosyalist değil aslında Kemalisttir ve ortak o kadar çok paydaları vardır ki; İttihatçı ruh onların da içinde yeşermiştir. Türkiye'de pek çok sosyalist biraz da mizahi olarak şunu söyleyebilir: "Anneme Kemalist olduğu söylemeyin, o beni sosyalist sanıyor." 15 Temmuz gecesi genel olarak sosyalistlerin aldığı tavır da, bununla birleşince, belki köklere dönüş olarak ifade edilebilecek bir ruh hali belirmiş olabilir de... Sosyalistlerin tarihsel olarak seçim sandığına olan güvensizlikleri de hatırlanacak olursa hele...